AB'deki Türkiye muhaliflerine yarayacak
Ülkenin en üst düzeydeki savcılarından birinin AKP'yi kapatma çabası Türkiye'nin adlî teşkilatında halen hâkim olan kafa yapısının, kendini cumhuriyetin üzerine kurulduğu temellerinin bekçisi olarak görmenin açık bir örneğini oluşturuyor.
Halkın büyük kısmı iddialarını kabul etmese de bu katı laik kesim Türk halkının neredeyse yüzde 50'sini temsil eden partiye karşı anayasal bir darbeye girişmekte tereddüt etmiyor. 2007 Temmuz seçimi sürecinde AKP'nin laikliğe inancını sorgulayan birçok suçlamada bulunuldu. Dönemin cumhurbaşkanı Sezer, Genelkurmay Başkanı Büyükanıt ve CHP lideri Baykal Türk halkını, Erdoğan ve Gül'ü seçmenin ülkeyi laik kimliğini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya bırakacağı yönünde uyardı. AKP karşıtı suçlamaların tamamı 'saldırgan' laiklik diye adlandırdığım bir dünya görüşünün ifadesiydi. Bu 'inanca' göre din özel alana itilmeli ve bunun için gerekirse zorlamalara ve yasaklamalara başvurulmalı.
Korku ve şüpheye dayanan bu strateji temmuzda tamamıyla ters tepti. AKP, tabanını oluşturan seçmenlerin desteğinin yanı sıra, Erdoğan'ın Türkiye'yi İran'ın yoluna doğru sürüklediğine inanmayan birçok Türk'ün oyunu aldı. Nüfusun yüzde 50'ye yakını hükümetin iktisadî politikalarını onayladı ve yeni bir laiklik yorumuna açık olduğunu gösterdi. 'Pasif' laiklik diye adlandırabileceğimiz bu laiklik, Avrupa ve ABD'de uygulanan, devletin tüm dinlere karşı tarafsız durduğu ve dinin kamusal alanda kendini göstermesine herhangi bir itirazda bulunmadığı modele benziyor. Hükümet, e-muhtıranın ardından ordunun aldığı mağlubiyetten faydalanarak Büyükanıt'la anlaşmaya varmak konusunda akıllıca davrandı. Ordu yakın gelecekte siyaset konusunda sessiz kalacak, ama terörle mücadele alanında kendini ispatlama fırsatına sahip olacaktı. Böylelikle, ordu üniversitelerde türban yasağının kalkmasına ses çıkarmazken, hükümet de Kuzey Irak'a yapılan operasyonları yavaşlatmaya kalkışmadı. AKP açısından ne âlâ memleket.
Umutsuz insanların bir eylemi
O kadar kendine güvenli -bazılarına göre de kibirli- hale geldiler ki bazı endişelere sahip ılımlı laik kesimle mutabakata gitme gereği duymadan anayasa değişikliklerini Meclis'ten geçirmeye kalktılar. Erdoğan, AKP'ye güvensizleri üniversitelerde türbanı serbest bırakmanın yeni bir uzlaşmanın parçası olduğu, türbanın başka kamusal mekânlarda da serbest bırakılması yönünde bir adım olmadığı konusunda ikna etmek için çok daha fazla enerji harcamalıydı. Hükümet bu değişiklikleri ifade özgürlüğü ve azınlık haklarını da içeren bir reform paketinin parçası veya yeni bir anayasa önerisi olarak sunduğunda da hem Türkiye'deki hem de Avrupa'daki güvensizlik engellenebilirdi.
AKP'nin ükeyi etkin bir muhalefetten yoksun biçimde büyük bir özgüvenle yönetmesi dogmatik laiklerin katı kesimini umutsuz hale getirdi. CHP seçimleri kaybetmişti, ordu ise Kuzay Irak'ta meşguldü. Peki şimdi AKP nasıl durdurulacaktı? Uygun tek yol, ülkedeki yeni ruh halinin -en azından şimdilik- dokunmadığı son laik siperi harekete geçirmekti: Halkın çoğunluğundan çok daha iyi bildiklerine can-ı gönülden inanan insanlarla dolu olan yargı. Çoğu yargıç ve savcı Türk Devleti'nin karşı karşıya olduğu tehlikeler konusunda o kadar kuvvetli hislere sahipler ki, gerekirse hukuk düzeni ve demokratik seçimlerin sonucunun alaşağı edilebileceğine inanıyorlar. Bunu yakın zamanda bir kamuoyu yoklamasında(TESEV) dile getirdiler, geçtiğimiz cuma da söylediklerini hayata geçirdiler. Devlet halka bir ders vermeliydi.
Şu anda şahidi olduğumuz darbe, geleceğin getireceklerinden korkan umutsuz insanların bir eylemi. Devletin vatandaşlarına karşı korunması gerektiği fikrine dayanan mevcut anayasanın yerine yakında, vatandaşları devlete karşı koruyan sivil ve demokratik bir anayasanın konulacağını biliyorlar. Bu girişim tarihi durdurmak yönündeki son gayret. Mevcut yüksek hâkimler aynı kafa yapısını paylaştığından, bu gayret kısa vadede başarılı olabilir. Uzun vadede ise Türk halkı bu darbeyi destekleyen siyasetçi, asker ve hukukçuları cezalandıracağından, başarısızlığa uğrayacak.
AB ile ilişkiler nasıl etkilenir ?
Öncelikle, Anayasa Mahkemesi'nin kararına bağlı. AKP aleyhine bir dava açacaklar mı, açmayacaklar mı? Dava açılmazsa, bu durum Türkiye'nin siyasal tartışmaların mahkemelerde sonuçlanabildiği noktadan öteye gittiğini göstereceği için, zarar fazla olmayacak. Eğer AKP kendisini yargı önünde savunmak zorunda kalırsa, en azından kısa vadede, sonuçlar endişe verici olabilir. Dava, hükümetin ve Parlamento'nun etkin şekilde çalışmasını engelleyecek. AB'nin uzun zamandır beklediği reformlar bir kez daha ertelenecek. Avrupa'daki Türkiye karşıtları bu durumu, ne kadar haklı olduklarını ve AB'nin bu kadar istikrarsız ve demokratik olmayan bir ülkeyi unutması gerektiğini ispatlamak için kullanacaklar. Türkiye'nin AB'ye girmesini arzulayanlar reform sürecinin askıya alındığı ve Avrupa yanlısı seçilmişlerin Avrupa karşıtı bürokratlara karşı kaybettiği koşullarda davalarını savunmakta çok zorlanacak.
Uzun vadede çok daha iyimserim. Bu kriz Türkiye tarihinde bir dönüm noktası haline gelebilir. Birçok AKP karşıtının Erdoğan'la ve politikalarıyla savaşmanın yolunun bu olmadığını sonunda anlayacağına inanıyorum. Eğer birileri başka türlü bir siyasetin Türkiye için daha iyi olacağını düşünüyorsa AKP'nin hatalı olduğunu kanıtlamak ve halkı buna ikna etmek için doğru zaman bir sonraki seçim. Kaderin cilvesi olarak, bir mahkeme kararının ya da muhtemel bir kapatmanın ardından AKP'nin halefi çok daha fazla oy alacaktır. Çünkü Türklerin çoğu ordunun ya da yargının kendilerine neyin doğru, neyin yanlış olduğunu söylemesini istemiyor. Bu da demektir ki reform süreci devam edecek. Yeni bir anayasa ortaya çıkacak. Kabadayılık etmek yerine insanlara hizmet edecek yeni nesil savcı ve yargıçlar olacak. AB, Türkiye'de işlerin yürüdüğünü ve demokrasinin kendilerini statükonun bekçisi ilan etmişlere üstün geldiği Türkiye'yi üye olarak almanın kendi iyiliğine olduğunu görecek.
Kaynak: Zaman