Kabe-i muazzama kimin vakfıdır? (Münderis Vakıflarımız) - Osman Şahin

Osman Şahin
Emir; El Melikü’l Celil, Mühendis; Cebrail, Banisi; Hz Halîl, Yardımcısı; İsmail olan kutlu mabed
Osmanlı arşiv belgelerini incelediğimizde vakıf medeniyetimize ait on binlerce belge ile karşılaşırız. Bu belgelerde Ayasofya'yı Kebir Camiinin Haremeyni Şerifeyn'e ile aynı gömlek içinde kaydedilmiş olduğunu görmek, Osmanlının Büyük Ayasofya’ya hangi seviyede değer verdiğini gösterir.
Hz. İbrahim’in kurduğu vakıf olarak bildiğimiz Beytullah ve Haremeyni Şerifeyn’de ise özellikle Osmanlıdan sonra hac hizmetleri bir türlü yörüngesine oturmadı. Hacca gidenler ne Peygamber Efendimizin (sav) Fedek’te bıraktığı vakfı ziyaret ederler, ne Hz.Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Fatıma, Aişe, Ümmü Seleme, Ümmü Habibe, Zeyd bin Sabit, Halid bin Velid (Allaha hepsinden razı olsun) vakıflarının yerlerini öğrenirler. Hatta Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultanın 500.000 altın sarf ederek Kabeye getirdiği su şebekesini ve Arafat yakınlarında hala ayakta olan su bendlerini dahi görmeden memleketlerine dönerler.
Mihrimah Sultan’ın Mekke’ye getirmek için yaptırdığı su bendleri. Araplara bu sudan bahsettiğimde, hiçbir yerde okumadıklarını ve duymadıklarını söylediler. "Peki Harun Reşid’in eşi Üm Zübeyde’yi tanıyor musunuz?" dedim. "Tanıyoruz, Okul kitaplarında okuduk" dediiler. Bu olay Suudilerin 407 sene kendilerine güvenlik içinde hizmet etmiş olan Osmanlı tarihine bakışlarını net olarak yansıtmaktadır.
Peygamber Efendimizin vakfetmiş olduğu Fedek hurmalıkları.
Osmanlı'nın Balkanlar'da bıraktığı vakıf eserlerinin de yürek burkan hikayeleri var. Yunanistan’da mübadele antlaşmasından sonra ülkedeki yedi bin (7000) vakıf eseri yok edildi. Antlaşmaya göre bedelleri bize ödenecekti ve Anadolu’ya yerleştirilen soydaşlarımızın ibadethane okul vs gibi sosyal masraflarının karşılanması için harcanacaktı. Ancak Venizelos’un 1930 tarihinde Ankara’ya yaptığı ziyaretten sonra Hariciye Vekilimiz Dr. Tevfik Rüştü Aras, Yunanlılara bir jest yaptı ve sözkonusu evkaf bedellerini Yunan hükümetine bağışladı, talep etmekten vazgeçti. Peki Yunanistan dost oldu mu? Hayır. Kin ve nefretinden hiçbir azalma olmadı. Yunanistan varlık sebebini Türkiye düşmanlığı üzerine sürdürmeye devam etti.
Mübadil mültecilerin iskan meselesi daha tamamlanmadan bir Dışişleri Bakanının hükümetten habersiz olarak bol keseden böyle bir cömertlik yapması mümkün mü? Buna da hayır. Atatürk’ün Tarihçisi Cemal Kutay buna isyan ediyor ve Dr. Tevfik Rüştü Aras "kimin malını kime peşkeş çekiyor anlaşılır gibi değil" diyor. (Evkaf taşınmazları dediğimiz her bir gayrimenkulün bedeli ortalama 10.000 altın kıymetinde idi). Oysa daha önce memleket o kadar çaresizlik içerisinde idi ki, Atatürk, İslam Aleminden mübadele sebebiyle Anadolu’ya hicret eden soydaşlarımız için yardım talebinde bulunmuştu.
Yunanistan ise, Büyük Ayasofya Camiinde bir zamanlar Ramazan ayında Kuranı Kerim okunuyor diye ABD Bizans Araştırmaları Vakfı ile ortalığı ayağa kaldırmıştı. Yedi bin İslami evkaf eserlerinin bedeli Yunanlıları iyi komşu çizgisine yaklaştırmamışti. Sebep Bizans mozaikleri etkileniyormuş. Kimse de bu tepkiye düzgün bir cevap vermedi. Keza, bu bağış, Osmanlı ordusuna ok yapan İskeçe’ye bağlı “Okçular Köyü”ndeki caminin Yunanlı fanatikler tarafından yakılmasına engel olmadı. Öyleki, fanatiklerin yaptıkları bu saldırılara Türk toplumu sanki bağışıklık kazanmış. "Onlar her türlü melaneti yapar" diyorlar. Öyle ki; fanatikler her terörü estirir ve hükümet dahi bunlardan çekinir. İnanılır gibi değil, kendilerini böyle kabul ettirmişler. Kimse, Yunan Hükümetine "yangının faillerini ortaya çıkarın" demeyince fanatikler Dimetoka’daki sanat açısından bir sürü nadide özellikler taşıyan Çelebi Sultan Mehmet Camiini de kundakladılar. Demekki İslami vakıf medeniyetinin ayakta kalan son eserlerinin yok edilmesi konusunda görünmeyen bir lobi orantısız bir tahrip gücü ile çalışıyor, tarihi eserlerimizi yıkıyor, yakıyor. Kimse bu görünmez aklın tahribatına dur diyemiyor.
****
Diğer Balkan ülkelerinin Osmanlı vakıf bakiyelerine karşı tutumları son senelerde olumlu bir mecraya girdi. Mesela, Bulgaristan, Avrupa Birliğine girdikten sonra İslam vakıflarının yüzde 40’ını Müslüman cemaatlere devretti. Ülkemiz Bulgaristan konusunda yanlış bir politika izlemezse vakıf mülkü olduğu belgelenen gayrimenkuller Müslümanlara peyderpey devredilecektir. Bulgaristan’da yaklaşık 3 milyon Türk var Yunanistan’da 150 bin.
Hicaz bölgesinde de durum iç açıcı değil. Oradaki kütüphaneleri, aşevlerini, hangahlar, medreseleri, sebilleri dağıttılar. El yazması binlerce kitap Londra müzayedelerinde ortaya çıktı. Onlar da Osmanlı eserleridir diye yok edildi. Kala kala Ravza-i Mutahhara yakınında Osmanlı padişahlarının yaptırdıkları Hz. Ali ve Hz. Ebubekir camileri kaldı. O camiler neden kapalı diye sorduğunuzda gidin Ravza’da namaz kılın diyorlar. Yahu ben iki rekat tahiyyetül mescid namazını bu mescidlerde kılmak istiyorum. Git sevabı daha fazla olan büyük camide kıl diyorlar. Osmanlı nefretine Ravzayı perde olarak kullanıyorlar.
***
Bilindiği üzere, Osmanlı Devletinin Hicaz’a hükmettiği zamanlarda hac organizasyonu komitesinde her İslam ülkesinden temsilciler vardı. Hac organizasyonu bu komisyon tarafından sevk ve idare olunurdu. Çünkü Mekke ve Medine’ye Sibirya’dan gelen hacılarla Afrika’dan gelenlerin sorunları aynı değildi. Sibiryalı revakların altındaki gölgede zor nefes alırken Afrika’dan gelenler güneşin tepede olduğu bir zamanda tenhalaşan Kabe’yi rahatlıkla tavaf edebiliyor, sıcak bölgenin insanı soğuk bölgelerden gelenlerin halini anlamıyordu.
Bu sene salgın virüs sebebiyle İslam Ülkelerinin temsilcilerinden oluşan geniş katılımlı bir komisyonun toplanarak hac organizasyonu konusunda bir karar vereceğini basından okuyunca, acaba eski usullere mi dönülüyor sorusu aklıma geldi. Belki bu salgın virüs hac organizasyonunun daha ciddi olarak ele alınmasına vesile olacak ve her millete söz hakkı verilerek sorunlar en aza indirilecektir. Biz bunu temenni edelim.
KABE-İ MUAZZAMA KİMİN VAKFIDIR? (**)
Mevlana Celaleddin-i Rûmî; “Kabe bünyad-ı Halîl-i Azer’est, Dil nazargahı Celîl-i Ekberest” derken “Kabe’nin Hz. İbrahim Aleyhisselamın yapısı olduğunu, oysa gönüllerin ise Allahın nazargahı” olduğunu bildiriyor. Bu beyitte aslında gönül yıkmamaya vurgu yapılıyor. Mevlana, Kabe’nin, Allahın Hz. İbrahim'e verdiği talimat üzerine meleklerden Cebrail Aleyhisselamın yönlendirici mühendisliği altında Hz. İsmail’in yardımıyla “Beytu’l Mamur”un dikey bir izdüşümü olduğu ve tam hizasında bina ettirildiği, yani Kabe’ye Cenabı hakkın bizzat nazar kıldığı sanki görmezlikten gelinerek beyan edilmiş. Oysa, Kabe Hz. Adem ve Şit Aleyhimesselamdan bu yana var iki kere bina edilmiş bir mabettir.
Tasavvuf erbabının aborjin tabloları gibi açıklama gerektiren beyanları tarih boyunca olmuştur. Hatta bazılarının beyanları Şeyhulislamlar tarafından katledilmelerine tekke ve zaviyelerinin kapatılmasına sebep olmuştur. Mesela; Farsça hocamız Prof. Nazif Hoca bir gün Konya Mevlana Müzesini ziyarete gitmiş. Bütün tekke ve zaviyelerin kapatılıp sadece Mevlana Türbe ve Tekkesinin neden açık tutulduğunu düşünürken gözüne celi talik hatla bir levha ilişmiş. "Ka'betü'l uşşak bâşed in makam. Her ki nakıs âmed incâ şod temam" (Bu makam aşıkların Kabesidir. Kim noksan olarak gelirse eksiğini tamamlamış olarak çıkar). Hoca, Molla Cami’ye ait bu beyti Mevlana söylemiş zannederek ders sırasında uzun uzun eleştirmişti. Yani tasavvuf erbabının bazı sözleri şeriat erbabının işaret taşlarına çarpabiliyor. Yukarıdaki mısrada Mevlana, gönül tamir etmeyi vurgulamak isterken Kabe’nin büyüklüğüne tazim konusunda yaptığı kıyaslamada Kabe'nin de Allahın nazargahı olduğunu muhakkak biliyordu. Fakat kafiyeye Safiyeyi feda etmiş.
Kabenin yürek parçalayan bugünkü hali.
(Müslümanlar doktorların giydikleri kıyafetlere benzer şekilde kendilerini korumaya alarak tavaf mı eder, hacı sayılarında sosyal mesafeye uyma şartı mı getirilir? Kabe’nin hac mevsiminde bu görüntüden kesinlikle kurtarılması lazımdır).
Sadruşşeria Abdullah bin Mesut Mahbubi El Buharî, “Vikaye” şerhinde “Kitabu’l Vakf” da;
والاصل فيه وقف الخليل صلوات الله عليه الكعبة yani vakfın aslı “İbrahim Aleyhisselamın Kabe’yi vakfetmesidir” diyor. Kabe’yi vakfedenin İbrahim Aleyhisselam olduğunu bildiriyor. Birçok fukaha bu konuda kendisini tasdik ediyor. İbrahim Aleyhisselamın Beytullahın banisi olduğunda şüphe yoktur. Zira Kur’an ayetleriyle sabittir. Ancak, وَعَهِدْنَا إِلَىٰ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ أَنْ طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْعَاكِفِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ (İbrahim ve İsmail’e de, “Tavaf edecekler için, ibadete kapanacaklar, rüku ve secde edecekler için evimi temiz tutun” diye emir verdik. (Bakara: 125 ) ve
رَّبَّنَا إِنِّي أَسْكَنتُ مِن ذُرِّيَّتِي بِوَادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ عِندَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِ (Rabbimiz, ben çocuklarımdan neslimden bir kısmını, senin Beyt-i Haram'ının, Kâbe'nin yanında, ziraat yapılamayan ekinsiz, mahsul yetişmeyen bir vâdiye yerleştirdim” ( İbrahim Suresi: 37) ayeti kerimeleri İbrahim Aleyhisselamın Kabe’yi bina etmeden evvel orada “Beytullah” mevcut fakat ortada görünmediğini (izi kalmadığını) açıkça göstermektedir. Bu da İbrahim Aleyhisselamı Beytullahın Birinci Banisi değilde müceddid ve muhyisi (yenileyeni) olduğunu gösterir. “Vâkıf” (vakfeden) ise İbrahim Aleyhisselamdan evvel melaike-i kiram ve Âdem ve Şit Aleyhimesselam dahi Kabe’yi bina etmiş olduklarından vakıf şerefini İbrahim Aleyhisselama hasr edip diğerlerinden bahsetmemek uygun düşmez.
وَاِذْ يَرْفَعُ اِبْرٰه۪يمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَاِسْمٰع۪يلُۜ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّاۜ اِنَّكَ اَنْتَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ ayet-i kerimesinde beyan buyurulduğu üzere İbrahim Aleyhisselamın Kabe'nin bina edilmesi esnasında “Ya Rab, Semi’sin Alîmsin, bu hayırlı fiili bizden kabul et” demiş olması Kabeyi Allah rızası için yapıp Allah yolunda vakfederek âleme tavaf edilen mekan olarak seçmiş olduğundan delil ad olunmuş ise Kabe haddizatında bir mabed ve metaf olmak itibariyle melaike-i kiram ve Âdem ve Şit Aleyhimesselam dahi bunu fisebilillah bina etmiş olmalarında şüphe edilemez. Şu kadar var ki İbrahim Aleyhisselamın Kabe'yi bina ettiği hakkında nassı Kuran (ayetler) mevcut olduğu halde diğerleri hakkında böyle ayetler yoktur. İbrahim Aleyhisselam bu imtiyaz ile şereflenmiştir. Lakin diğerleri hakkında nass bulunmaması İbrahim Aleyhisselamdan evvel Kabe’nin bina edilmemiş olduğuna delil olmaz. İbrahim Aleyhisselamdan evvel Kabe’nin mevcudiyeti yukarıda zikrettiğimiz Kuran delilleri ile sabit olup itiraza yer yoktur. Bununla birlikte İbrahim Aleyhisselam hakkındaki nass (ayetler) İsmail Aleyhisselama da şamil ve “Rabbena tekabbel minna” duasında İsmail Aleyhisselam da ortak olduğundan Kabe’nin vakfı İbrahim Aleyhisselama atfedilecekse İsmail Aleyhisselamın da buna ortak edilmesi gerekir.
İslam Alimleri derler ki Cenab-ı Halıkın اِنّ۪ي جَاعِلٌ فِي الْاَرْضِ خَل۪يفَةًۜ “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” buyurması üzerine melaike-i kiram:
اَتَجْعَلُ ف۪يهَا مَنْ يُفْسِدُ ف۪يهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَٓاءَۚ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَۜ “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamd ederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz” demişler ve Allahın اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ “Ben sizin bilmediğinizi bilirim”
hitab-ı itabına (sert uyarısına) mazhar olmuşlar idi. Melekler, verdikleri cevabın itiraz içermiş olmasından korkarak pişman olmalarıyla mağfiret dilemeye başladılar. Ğafûr olan Cenabı Hak, arş-ı âzam altında “Beytil Ma’mur”ı tavaf etmelerini ve yeryüzünde Ademoğlu için bir metaf-ı mükerrem bina eylemelerini emretti. “Beytu’l Mamuru”un dikey olarak tam hizasında bugünkü Mekke şehrinde Kabe’yi muazzamayı bina ettiler. (1) Adem Aleyhisselam yeryüzüne indiği zaman “Ya Rabbi bu dünyada melaike-i kiramın tesbih ve tehlilini işitemiyorum bir başıma kaldım” dedi. Hz. İbrahim zamanında Kabe-i Mükerreme’den herhangi bir eser/iz yoktu. Cenabı Hak (Hz. İbrahim’e) Kabe-i Muazzamanın yerini bulup üzerine bir ibadet evi bina ve etrafında tavaf etmesini emreyledi. İbrahim AS, melaike-i kiramdan Cebrail Aleyhisselamın yardımıyla Kabe’nin yerini buldu. Beytullahı bina etti. Adem Aleyhisselam’dan sonra Şit Aleyhisselam Kabe’yi yenilediyse de yine müruru zamanla herhangi bir iz kalmadığından Cenab-ı Hak Hz. Ademin yaratılmasından 3574 sene sonra İsmail Aleyhisselam ile birlikte Beytullahı yenileyerek bina etmesini İbrahim Aleyhisselama emreyledi.
Cebrail Aleyhisselam, Kabe’nin yerini buldu. Bir rivayette rüzgarın üzerini örttüğü toprağı kaldırıp temellerini meydana çıkardı. Hazret-i İsmail taş getirir ve verirdi . Hz. İbrahim Kabe’nin duvarlarını örerken; “İlahî! Bu yeri âfattan masun ve emin bir belde eyle, ahalisinden sana ve ahirete iman edenleri çeşitli meyvelerle rızıklandır” diye dua ederdi. (Bu dua kabul edilmiş olduğu için ceberut Ebrehetü’l Eşrem 570 senesinde, Kabeyi yıkma hayalini dağ kırlangıçları dediğimiz Ebabil kuşlarıyla tersyüz etti. Ebrehe Muhammes yakınlarında saklanacak yer aradıysa da şairin dediği gibi “Eyne’l mefer ve’l ilahu’l Talib , ve’l Eşremü’l mağlub leyse’l ğâlib” geldiğine bin pişman oldu).
Hz. İbrahim, Hz İsmail ile birlikte “Ey rabbimiz! Bizden bu hayırlı işi kabul et” Sen her şeyi bilensin ve duyansın, duamızı işitirsin, niyetimizi bilirsin. Bizi teslim ve tevekkülde ve ihlas ve ibadette payidar et, zürriyetimizden sana itaat eden bir ümmet yetiştirip, bize nasıl ibadet edeceğimizi (menasikimizi) göster, sen kusurlarımızı af eyleyen tevbeleri kabul edensin, merhamet sahibisin, tevbelerizi kabul eyle, zürriyetimizden, o ümmet-i müslimeden bir peygamber gönder kendilerine ayetlerini okusun hikmet öğretsin, onları düzeltip kurtuluş yoluna yönlendirsin. Azîzsin Hakîmsin , her şeyde galipsin, hikmette âlimsin” derlerdi.
Şu halde Yüce Kabe Allahın emriyle bina edilmiş ve insanlığın tavaf etmiş olduğu mükerrem bir yer olmuş olmasına göre buna ;
“Vakf-ı Celîl-i Rabbul Âlemin” demek evla değil midir?
“Vâkıf-ı evvel Hâlık-ı Lemyezeldir” demek daha münasip değil midir?
Yeryüzünü, Allahın kullarına bir vakfı suretinde tasavvur edenlerde vardır. Dünya Kabe’den daha eski olacağına göre yeryüzü vakfı Kabe vakfından daha eski olmak lazım gelir. Bazı vakfiyelerde şu beyt irad edilmiştir:
“Vakıf görmek olmasa ger halka zemîn Ebnay-ı zamanı kim ederdi iskan”
(Sen kereminle yeryüzünü mahlukata vakfetmeseydin zamane evlatlarına kim yurt verirdi)
(Kaynak: Tarih-i Evkaf-ı Ümem, M. Vamık)
(1) Fahreddin Razi Tefsirinde (Cild:2 Sayfa: 215) der ki: Muhammed bin Ali bin Hüseyin bin Ali ibn-i Ebi Talib (Allah hepsinden razı olsun) babasından o da Rasululluh Sallalahu Aleyhi vesselamdan şöyle nakletti: “Allah melekleri gönderdi ve dedi bana yeryüzünde “Beytil Ma’mur” (*) gibi bir ev yapın. Allah yeryüzünde olanlara semadakilerin Beyti’l Mamur’da yaptıkları gibi siz de bu evi tavaf edin diye emretti. Bu durum Hz. Ademin yaratılmasından önce oldu.
(*) Hz. Ali’nin de “beytülma‘mûrur”u, gökte bulunan ve Kâbe’nin yerdeki kutsiyetine benzer bir kutsiyete sahip olan, her gün 70.000 meleğin ziyaret edip namaz kıldığı mescid olarak tanımladığı rivayet edilmektedir (Taberî, XXVII, 10).
(**) Mekke-i Mükerreme ve Kabe-i Muazzama ile ilgili yazılmış çeşitli kaynaklar vardır. Bunların en önemlisi Eyüp Sabri Paşa’nın yazmış olduğı 2 ciltlik Mirat-ı Harameyn isimli tarih kitabıdır.
(1) (Muhammed Hamidullah Kabe’nin şâkulî olarak arşın tam altında olduğunu beyan eder)
(2) Emir El Melikü’l Celil, Mühendis Cebrail (AS), Banisi Hz Halîl, yardımcısı İsmail Aleyhimesselam (Fahrr azi Tefsiri (Cild: 2 Sayfa: 116)