Annesi medya olan yeni bir kuşak!
İnsan bozulursa bozulmayan bir şey kalmaz. İnsanın bozulması her insanın, tanımı belirsiz, ne zaman ne tepki vereceği belli olmayan bir yaratığa dönüşmesi anlamına gelir.
Bilinen hikaye vardır; halkının şerrinden şikayetçi olduğu bir hükümdar varmış. Halkının şikayetlerini bilir, hakkında söylenenleri duyarmış. Bir gün, herkesin üstü örtülü boş havuza gece bir kova süt boşatmasını emretmiş. Veziri kararı halka bildirmiş. Vezir bu kadar süt içinde bir kova su belli olmaz diye düşünmüş. Ertesi gün halkını toplamış hükümdar. Havuzun örtüsünü açtırmış. Görünen manzara toplumun niyetinin fotoğrafıydı. Dupduru su içinde en küçük süt damlası yokmuş.
Hikayenin insan yapısıyla süregelen bağlantısı var. Gecenin örtüye dönüşüp delilleri karatıp suçu cezasız bıraktığı anda, önemli bir ayrışma ortaya çıkıyor. Cezasız kalınacağı anlaşıldığında suçu işleme eğilimi emin, adil karakterle bağdaşmaz. Toplumun çoğunluğu bu durumda olduğunda orada büyük bir çürüme var demektir.
Öznesi gizli fiil ne üretiyor?
Toplumun erdemi böyle bir durumda ortaya çıkar, doğru bir ölçü elde etme imkanı hasıl olur. Karanlık cezasız yaptırımları devreye alıyor ve meramını sunmasını sağlıyor.
Günümüzde Sosyal Medya tam da bu karanlığa denk düşüyor.
İsimler, statüler, cinsiyetler v.b. tüm özelliklerden arınan insanlar, sosyal medyada içlerinden geldikleri gibi hareket edebiliyorlar.
Ciddi bir sorun karşısında, karanlık / örtü imkanı nasıl kullanılacak diye düşünenler Gezi Parkı olaylarıyla cevabı almış oldular. Ancak ortaya çıkan, ateşli silahlardan daha tehlikeli bir duruma denk düşüyor.
İnsanların meramlarını anlatıp rakibi yenmek, boşa düşürmek adına merkeze yalanı koyarak hareket etmeleri, sorunun yaşanan meseleden daha ciddi mahiyet içerdiğini ortaya koyuyor.
Cezadan müstağni olduğunda insanın yalan konuşabildiğini, iftira, abartı, fitne, kışkırtma yapabileceği istisnai bir durum olarak ve toplumun yüzde beşe varmayan oranına verilirken, görülen tabloda bu oran kitleselleşmiş istisnalar dışarda kalmış.
İşin daha da vahim tarafı bu tutum iki cenah içinde geçerli. Kendini dindar görenlerin de, oransal olarak az olsa da, bu durumdan pay aldıkları ortada.
Anlaşılıyor ki, bundan sonraki mücadeleler, gecenin / karanlığın sağladığı öznesiz ortamların biçimlenmesiyle yapılacak. Yalanın merkeze oturduğu, komşuları; fitne, iftira, abartı, kin duygusunun rolleriyle yürürlükte olacak. Yüz yüze, mertçe yapılan meydan savaşları tarihin sayfaları arasında, birer hatıra, kıssa olarak anlatılacak, veya saflık düzeyinden yakalanıp mizaha konu edilecek.
Sosyal düzende insanların durumu, orantısal olarak birbirini etkiler. Yönetilenle yöneten ilişkisinde de insan unsurunun benzerlikleri, bu yansımalardan kopuk değildir. Gecede havuza bir damla sütün düşmediği yerde, istisna yok. İstisnanın olmadığı yerde suçlamaya muhatap olacak bir kişi ve grup da yok demektir. Öyleyse istisnasız, hep birlikte şu soruyu sormak zorundayız:
İnsana ne oluyor? Bize ne oluyor?
Gecenin suçu yok? Karanlık insanın niyetinin emarını alıyor ve önüne koyuyor. İlginçtir, insan filmine bakmıyor, ilgilenmiyor; her şey normalmiş gibi devam ediyor.
Böyle bir ortamda doğrunun ortaya çıkması, yanlışın anlaşılması muhaldir. Kirletme becerisinin yarıştığı zeminde iyi yok! Çünkü o zemin; aklın mantığın devreye alınmadığı "yenme" duygusunun, ne pahasına olursa olsun, kaydıyla gözü karalığa dönüştüğü yerdir.
Vicdan olarak tanımladığımız, fıtrat, öz diye kast ettiğimiz insanın hızlı karar mekanizması hukukun teminatı olarak kabul edilir. İnsanların çoğunun, bir anda da olsa, haksızlık yapmayacağına olan inanç adalet duygusuna olan güvenden, diğer bir deyişle yaratılıştan taşınan öze olan güvenden kaynaklanır. Böyle olmadığında şehirler en vahşi ormandan daha tehlikeli olur.
İnsanın ortaya çıktığı veya vahşete yöneldiği yer cezanın olmadığı yerde yaptığıyla ilgilidir.
Tamamen serbest kaldığı bu durumda, kalbindeki değer onu haksızlık yapmaktan alıkoyarsa, erdemini muhafaza ediyor demektir. Böyle bir ortamda haksızlığa meylediyorsa, insan kendine; yaratılış amacına yabancılaşmıştır. Müslüman kimliği böyle bir sınanmada ortaya çıkar. Allah'ın(c.c) rızasına mugayir iş yapmamayı şiar edinen mümin, böylesi durumlarda öfkesini dizginleyemiyorsa ciddi sorgulamaya ihtiyaç vardır.
İslam toplumunun güvenlik yükünü kilitler, güvenlik güçleri değil, kalpteki değerin sahibinin yüce hatırı sağlar.
Bir başka gezegenden gelmiş kadar topluma, tarihe yabancı bir kitle ortaya çıktı. Medya nesli, ben kuşağı v.b. isimlerle adlandırılan kuşağın sosyolojisi anarşizmle nihilizmin yeni sentezi, son versiyonu olarak tebarüz ediyor. Tek kutsalları özgürlük dedikleri, canlarının istediğini yapabilmek ve kimseye hesap vermemek. Bütün bağları koparmak, dini dahi araç görmek bu kuşağın temel özellikleri. İmajlar üzerinden sembolleri kutsayarak, yalnızlıkla baş etmeye çalışıyorlar. Cezanın olmadığı yerde ortaya çıkıyorlar!
Yeni insan tipi sorumluluğun semtine uğramak istemiyor. Bu da sorunun temelini oluşturuyor.
Hayat imajını yüklenen havuz, bir kaç kova suyu kaldırabilir ancak, iyiliğin sembolü sütün oranı azaldığında hayatın dengesi bozulmuş oluyor.