Avrupa'nın bize ilgisi niye?
Avrupalıların nazarında medeniyet âlemi Hıristiyanlık dünyasından ibarettir. Müslümanlar ya barbar veya yarı medenî mahlûklardır.

AVRUPA MEMLEKETİMİZLE NİÇİN BU KADAR ALÂKADÂR GÖRÜNÜYOR?
Bugün ağır ve boğucu sikleti altında ezildiğimiz son hadiseler bize Avrupa medeniyetinin ne demek olduğunu asırlardan beri Hilâle karşı kin, nefret ve intikam fikirleriyle terbiye edilmiş olan Avrupalıların hakiki mahiyetlerinin neden ibaret bulunduğunu pek acı hakikatlerle gösterdi. Avrupa’nın Doğu’da memleket zaptetmek, en ufak köylerine kadar yayılan fabrikaların mahsulâtına pazar bulmaktan, yani Doğuluların can damarlarını emmekle beraber, bu biçarelere karşı zerre kadar merhamet hissi duymaksızın, devamlı tahkîr ve terzil etmekten ibaret olan medenîleştirme misyonu bugün süslü maskesinden kurtuldu. Bütün fecaatlarıyla meydana çıktı.
Avrupa medeniyeti; müteaddi (Actif) olmaktan ziyade Avrupalıların kendilerine mahsus (passif )tur. Avrupa’da san’at, ticaret, servet ve refah be nisbette ilerlemiş ise ahlâki necabet ve insanlık fazileti de o derece gerilemiştir. Hasîs menfaat uğrunda bir Avrupalının feda edemeyeceği kıymetli, hiçbir şey yoktur.
Avrupa’nın medeniyet, insaniyet namına Doğululara karşı bir hayır beklemek, Avrupa’yı tanımamazlık, daha açıkçası budalalıktır. Birkaç yüksek simayı göstererek bizi susturmak isteyenlere çoğunluğu nazar-ı dikkate almalarını tavsiye ederiz.
Avrupa’nın medenîleştirme misyonu namı altında Doğu’ya yüklenmesi de hep hasîs menfaat icaplarındandır. Slâvların İstanbul ve Boğazları ele geçirmelerine mümanaat gösteren İngiltere, Anadolu mes’elesinin siyaset dünyasının teşrîh masasına götürülmesinden kuşkulanan Almanya, hep kendi menfaatlerini, kendi ihtiraslarını gözetiyorlar.
Avrupa’nın medenîleştirme adı altında müstemleke projeleri, barışçı işgal öncüleri gizli olduğunu unutmak büyük bir ahmaklıktır.
Avrupalıların nazarında medeniyet âlemi Hıristiyanlık dünyasından ibarettir. Müslümanlar ya barbar veya yarı medenî mahlûklardır. Barbarlar, yarı medenî mahlûklar ise medenî kavimlerin hizmetkârı, esiri oldukları cihetle medenî haklar bakımından hiçbir zaman Avrupalılar ile eşit olamazlar. Avrupalılar bir Müslümanın bir Hıristiyan haklara malik olmasına mümkün değil rıza göstermezler. Bu hali havsalaları bile kabul etmez.
Biz Avrupalılardan bu zihniyeti çıkarmak için, kahve köşelerinde pineklemekten ziyade ticarethanelerde, sınaathanelerde didinmemiz, beşeriyete hizmet eden bir unsur olduğumuzu ispat etmemiz lazımdı. Maattesadüf bunu yapamadık ve yapamıyoruz. Bilâkis medeniyetin maddî cihetinde Avrupa’yı taklide ne kadar az meyil ve istidat göstermiş isek manevî ciheti olan ahlâki çöküşte o derece ileri gitmişizdir. Hâlbuki san’at ve ticaret, servet ve saadetten mahrum olan bir kavmi bir müddet için yaşatabilecek ahlâki necabet de bulunmazsa o kavim esaret ve hizmetkârlık derekesine düşmez mi?
Dünya haritasına bir göz gezdirecek olursak esaret boyunduruğu altında ezilen kavimlerin ekseriyetini Müslümanların teşkil ettiğini, yüreklerimiz parçalanarak, müşahede ederiz. Atlas Okyanusu sahilinden Filipin adaları’na kadar her yerde sefil ve hakir inleyen Müslümanlardır. Çünkü her yerde Müslümanlar cehalet ve tembelliğin salgın ve helâk edici mikroplarıyla istila edilmiştir.
Fas’ta cahil kabileler birbirlerini boğar ve halk yoksulluk ve sefalet altında inlerken (Emir Abdülaziz ) Fransızlardan borç aldığı paralarla Mısır’dan, Paris’ten Merakeş’e peri yüzlü âşüfteler, ruhu okşayan kadın şarkıcılar getirtiyordu. Kabilelerin haklı ve fakat faydasız isyanlarıyla mevkiinden düşen Abdülaziz’in halefi (Mevla Hafîz) ise büsbütün Fransızların kucağına atıldı. Cariyelerine dokunulmamak şartıyla Fas’ın mahkûmiyet berâtını imzalamaktan çekinmedi!
İran’da, Turan’da, Sibirya’da, Kafkasya’da, Kırım’da, Cezayir ve Tunus’ta, Hindistan’da, Cava’da, velhâsıl Asya, Afrika, Avrupa kıt’alarıyla Okyanusya adalarındaki Müslümanlar aynı sebepten, cehalet, atalet ve ittihadsızlık yüzünden maddî medeniyette ilerlemiş kavimlerin esaret boyunduruğuna düşmüşler, senelerden beri inliyorlar. Hayret, hayret ki bu bedbahtlarda hala ciddi bir uyanış alâmetleri bile görülemiyor.
Kim bilir daha ne vakte kadar inleyecekler. Çünkü; uyanış sabahının doğması pek uzak görünüyor. İleri Avrupa’yı medenîleştirme misyonu namı altında cahil Doğu’ya sevk eden âmil; bazı Avrupa müelliflerinin iddiası gibi, insaniyet hissi, merhametin zorlamaları değildir. Avrupa medeniyetinin ruhu, hasîs menfaat ve ihtiraslıdır. Avrupa’da geçim mücadelesi günden güne korkunç bir şekil almaktadır. Medeniyet ileri gittikçe maddî ihtiyaçlar, sosyal zînetler de o nispette artıyor. Fabrikalar memleketin ihtiyaçlarının kat kat üstünde mahsul çıkarıyor. İktisadî buhran tehlikesi Avrupalıları dehşetli bir heyûlâ gibi her ân titretiyor.
Servetin mahdut ellerde toplanması, halkın çoğunluğunu isyana sev ediyor. Sermayedarlar ile işçiler, burjuva sınıfı ile kitle arasında açılan korkunç uçurum günden güne derinleşiyor. Çoğunlukta hoşnutsuzluk alâmetleri gittikçe daha bariz bir şekil alıyor. Hoşnutsuzluğun bir iç ihtilale yol açmasından korkan sermayedarlar elerinde kukla gibi oynattıkları hükûmetlerini, kamuoyunun taşkınlığının önünü almaya, iki sınıf arasında bir çarpışma çıkmasına meydan vermemeye icbar ediyorlar.
Bu mecburiyettir ki Avrupa hükümetlerini medenîleştirme maskesi altında Doğu’ya yüklettiriyor. İç hoşnutsuzluğun önünü almak için işsizlere iş bulmaya, iç mahsul ve ma’mullere Doğu’da yeni yeni pazarlar tadarik etmeye, zengin olmak hırsıyla kıvranan adamlara Doğu’da yüksek maaşlı me’muriyetler hazırlamaya, nüfûsun hayrete düşürecek bir surette artması sebebiyle memleketlerine sığışamayan bir kısım halkı göç ettirecek memleketler zat etmeye sev ediyor.
Avrupa’yı memleketimizle bu derece yakından alâkadar eden saik işte sırf bu gibi menfaat arama âmilleridir. Onların faâliyet ve ihtiraslarına meydan veren ve belki teşvik eden şey de bizim cehaletimiz, san’at ve ticarette, ilim ve ma’rifette bu derece geri kalmaklığımızdır.
(Avrupalıların yurdumuza karşı besledikleri ihtirasların önünü almak, onları memleketimizle daha az alâkadar bir hale getirmek için ticarette, sınaatta, fabrikacılıkta ileri gitmemiz, ihtiyaçlarımızı temin edebilecek dahilî müesseseler yapmaya gayret göstermemiz icap eder. Bir taraftan bankalar kurar, diğer taftan, zengin ve köklü şirketler ile ilerlemeye doğru sağlam adımlar atarak yakın bir gelecekte memleketi iktisadî esaretten kurtarmaya muvaffak olursak; emin olalım ki; vatanı siyasî istîladan da kurtarmış oluruz!..)
Bu Makale M. Şemseddin Günaltay’ın “Zulmetten Nura” adlı kitabında Dünya Bülteni tarafından alıntılanmıştır.