banner39

Bizim medeniyetimizde sınır yoktur! -2-

Her evin başka bir hikâyesi var göçe dair. Parçalanmışlığa ve yalnızlaşmaya giden yolun acı hatırları dolu her çatının altında. Sararmış fotoğraflar anlatıyor tüm yaşanmışlıkları.

Arşiv 08.01.2009, 09:49 08.01.2009, 09:49
Bizim medeniyetimizde sınır yoktur! -2-


Yusuf Armağan

10.12.2008 Çarşamba Üsküp / Gostivar / Kırçova / Ohri / Manastır / Resne

 

Bir araç kiralıyoruz. Ülkenin neredeyse dörtte birini görmüş olacağız. Şoförümüz kendisinin Torbeş olduğunu söylüyor. Torbeşlerin aslen kimlerden olduğu konusunda Ebubekir Hoca'nın bir tezi var. Torbeşlerin aslen Türk kökenli olduklarını iddia ediyor. Çoğu Torbeş de kendisini bu şekilde tanımlıyor zaten. Fakat Makedonya'da Müslüman Makedonlara Torbeş diyorlar. Makedonca ile Boşnakçanın birbiriyle yakınlığından faydalanarak kendisiyle çat pat var olan Boşnakçamla anlaşmaya çalışıyorum. Neyse ki birazdan Gostivar'a gideceğiz ve Abdülmecit Nureddin ile buluşarak yola devam edeceğiz. Abdülmecit Sakarya Üniversitesi'nde yüksek lisans öğrencisi olarak bulunmuş. Ebubekir Hoca ile böyle bir tanışıklıkları var. Bir de Ebubekir Hoca'ya Goralılar ve Torbeşler üzerine yaptığı çalışmada danışmanlık yapıyor. Gostivar'dan sonra Kırçaova'ya düşüyor yolumuz. Sonrasında Ohri'deyiz. Ohri bir gölün etrafına konuşlanmış bir şehir. Turistik açıdan hayli ilginç bir mimari yapıya sahip… Daracık sokaklar kimi zaman bir evin altından geçiyor. Eski evlerin hemen hemen tamamı muhafaza edilmiş. Şehirde çok az sayıda Müslüman nüfus var. Norveç'ten Fransa'dan turist kafileleri görüyoruz. Dönüşte Manastır'a düşürüyoruz yolumuzu.

 

Abdülmecit tüm Makedonya'yı çok iyi tanıyor doğrusu. Yıllar boyu değişen nüfus yoğunluklarıyla anlatıyor her kasabayı her köyü. Gezdiğimiz tüm bölgelerde Müslümanlar azınlık konumundalar. 1912 yılından başlayan göç dalgası neticesinde sadece Makedonya'dan 1 milyonun üzerinde bir nüfus Türkiye'ye göçmüş. Uluslararası güçler Avrupa'dan İslam'ı silmenin bir yolu olarak kullanmışlar göçleri. Ulus devlet oluşumları da bu sayede daha da hızlı bir süreç yaşamış. Geride kalanlar ise büyük bir mücadele neticesinde bugün hala buralarda yaşıyorlar. Her evin başka bir hikâyesi var göçe dair. Parçalanmışlığa ve yalnızlaşmaya giden yolun acı hatırları dolu her çatının altında. Sararmış fotoğraflar anlatıyor tüm yaşanmışlıkları.

 

11.12.2008 Perşembe Üsküp / Priştina / Prizren / Şar Dağları / Üsküp

 

Sabah simit poğaçamızı yine aynı dükkânda yiyoruz. Çarşıdaki dükkânlardan henüz açılanı yok. Bayram tatiline tam anlamıyla bir riayet var. Para hırsı bürümemiş bir esnafla karşı karşıyayız. Akşam olduğunda da aynı durumla karşılaşıyoruz. Hava kararır kararmaz yiyecek içecek satan mekânlar haricindekiler birer birer kapanıyor. Çarşı kepenk sesleriyle doluyor aşağı yukarı aynı dakikalarda. Her esnaf birbirinden emin. Kendi emsali olan diğer esnafın da dükkânının kepenklerini indireceğini biliyor.

 

Hava soğuk yine... Güvercinlerin kanat sesleri ayaklarımızdan yükselen ses kendilerine yaklaştığında çoğalıyor. Taş sokaklar kimi zaman bir hanın önünden geçiriyor bizi kimi zaman bir caminin. Aheste adımlarla yürüyen takkeli amcalarla karşılaşıyoruz.

 

Birazdan Kosova'ya doğru yola çıkacağız. Bu kez şoförümüz bir Boşnak. Hazırlıklarımız tamam. Kosova'da Ebubekir Sofuoğlu'nun Goralılar ile ilgili araştırmaları olacak. Hazır araç gidiyorken akşam dönmek kaydıyla ben de aynı araçtayım. Ertesi gün İstanbul'a döneceğim zira.

 

Kosova sınırında tam iki saat bekledikten sonra girebiliyoruz Kosova'ya. Neredeyse hiç kimseden istemedikleri basit bir evrakı istiyorlar bizden. Anlamsız ama bekliyoruz neticede.

 

Makedonya'dan Kosova'ya geçmek için Üsküp'ün hemen dışında yer alan sınır bölgesine geldiğinizde devlet geleneğine sahip olmanın ne demek olduğunu anlayabiliyorsunuz. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına vize uygulamayan Makedonya'dan çıkıp yine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına vize uygulamayan Kosova'ya geçeceğiz. Makedonya'dan çıkamıyoruz bir türlü. Kaldığımız otelden almamız gereken bir belgeden söz ediyorlar. Bu belge geldiydi geliyordu derken sınırda tam iki saatimizi harcıyoruz. Sonra belge yine gelmiyor fakat biz nedense Makedonya'dan çıkabiliyoruz. Kosova'ya geçişte bir sorun yok. Kosova'ya girer girmez geniş bir ovayla, aralıklar halinde inşa edilmiş ikişer üçer katlı müstakil binalar ve tek gidiş gelişli karayolunda belirgin bir hareketlilik göze çarpıyor.

 

Priştina'ya girdiğimizde oldukça kalabalık bir trafik gösteriyor kendisini. Binalar yükselmeye başlamış. Her yerde BM'e dair, uluslararası kurululara dair binalar mevcut. Bill Clinton'a ait kocaman resimle donatılmış yüksek bir binanın yanından geçerken hemen diğer yandaki bir otelin tepesine konuşlandırılmış Özgürlük Heykeli'nin minyatür halini görüyoruz. Ürkütücü bir yanı var bu şehrin. Eskiye dair bir iz arasa da gözlerimiz batıya dair oluşumlardan başka bir şeye rastlayamıyoruz. Yaya geçitlerine adımlarını atan insanlara yol vermek konusunda inanılmaz düzeyde yol verme alışkanlığı konusunda titizlenenlerin sırtını güçlü olana dayamışlığı karşısında sırıtan bir vaziyeti de ortaya koyuyor. Neyse ki Priştina'da çok kalmayacağız.

 

Sınırdan bu ana kadar yaşadıklarımız Kosova savaşı zamanında aslında bölge insanında var olduğunu bildiğimiz özgüvenin yerini ABD'ye sırt dayamışlığın verdiği hafiflik almışlığın varlığını vuruyor yüzümüze. Sırbistan'ın ve dolayısıyla Rusya'nın kucağında olmaktansa ABD ile aynı yastığa baş koymayı tercih etmiş olan bir zihin yapısının alternatifsizliği bize yine devlet tecrübesinden yoksun olmayı anımsatıyor. Oysa bizler de dahil hemen herkes başka bir yolun mümkün olabileceğine inanmış olsaydı Priştina bu şekilde görünmeyecekti gözümüze. Bahse konu alternatifsizlik Kosova özelindeki bir alternatifsizlik değildir. Bu aynı zamanda kendi medeniyet algısından kopartılmış büyük ve güzel ülkemizin problemidir.

 

Gazimestan Meydanı Kosova'yı önemli kılan bir yerdir. Bu önem 1389 yılındaki 1. Kosova Savaşı'ndan ve 1989 yılında Slobodan Miloseviç'in Balkanlardaki katliamların startını buradan vermesinden kaynaklanıyor. 1. Murat'ın türbesi yeni restore edilmiş. 600 yıllık bir arada yaşamışlığı hiçe sayarak kötüye ait geleneğin hamiliğini üstlenenlerin Balkanları ne hale getirdiğini hemen herkes biliyor bugün. Uluslararası literatürdeki yerini alan 'Balkanlaşma' tabiriyle, istikrarsızlığın, parçalanmışlığın, yalnızlığın, güvensizliğin, anlayışsızlığın, hoşgörüsüzlüğün sembolü olarak anılıyor şimdilerde Balkanlar.

 

Prizren için birkaç saatim var sadece. Böylesi dar zamanlarda şehrin kalesine çıkmak iyi bir fikir doğrusu... Kale yolunda koskoca bir mahallenin ve bu mahalleye ait olduğu anlaşılan bir kilisenin yakıldığını ve bu yıkıntıların etrafının KFOR tarafından çevrildiğini görüyoruz. Bu mahalle Sırplara aitmiş birkaç sene evveline kadar. Bir Arnavut Müslüman kızın nehirde Sırplar tarafından boğularak öldürülmesi üzerine çıkan olaylarda buraların tamamını ateşe vermişler. BM tarafından bu mahalledeki tüm yapıların restorasyonu yapılacakmış. Önce bir ayet ardından da Aliya geliyor aklımıza. "Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsiz olmaya sevketmesin!" ayetinin ete kemiğe bürünmüş talimatlarını verirken Aliya Sırpların yaptıklarına karşılık onlar gibi davranmaya dair çağrılara sert tepki veriyor ve "Sırplardan ne farkımız kalır?" diye soruyordu. Adalet budur işte!

 

Etrafındaki askeri konuşlanmışlıkları saymazsak eğer şehrin genel anlamda Osmanlı'yı muhafaza etmiş olduğunu söyleyebiliriz. Şehirdeki Türk Taburu'nun Osmanlı eserlerinin restorasyonu konusunda gösterdiği çaba takdire şayan. Namazgahlardan, camilere, hamamlara kadar bir çok yapının aslına uygun restorasyonu sağlanmış. Hemen her yerde TİKA tabelasını görüyoruz.

 

Emin Paşa Camii'nde akşam namazı kılacağız. Caminin şadırvanında el/yüz ve ayaklar için ayrı ayrı havlular göze çarpıyor. Kullandığınız bu havluları hemen şadırvanın yanı başında duran kirli sepetlerine atıyorsunuz. Bu havlular ertesi sabah namaza yetiştiriliyor. Abdesthanelerine bu derece önem verenlerin hayatlarının geri kalanının temizliğini düşünmeden geçemiyor insan. İyi bir kıraat ve kesik elektrikten ötürü mum ışığında bir namaz… Mest olmuş durumdayız.

 

Akşam yemeğini müteakiben Goralı bir amcamızın evine kahve içmeye davet ediliyoruz. Gora üzerine çalışıyor bu beyefendi. İsminin anılmasını istemiyor. Goralıların Türk olduğunu söylüyor. Bu konuda çalışmaları var. Bir de Gora sözlüğü yazıyor amcamız. Goralılarla Sırpların, Bulgarların, Makedonların ve hatta Macarların yakından ilgilendiğini ifade ediyor. Ne yazık ki Türkiye'nin kendilerinin farkında dahi olmadığını söylüyor.

 

Ayrılık vaktimiz geliyor sonunda. Şimdi Şar Dağları'nı aşarak İstanbul'a dönmek üzere Üsküp'e geçmeliyiz. Bir dağın zirvesine doğru tırmanış başlıyor. Kardan ve buzdan yolda zaman zaman köylerle karşılaşıyoruz. Sırp köylerinde KFOR var. 1.800 metre rakımda Papazın Şapkası denilen yerdeyiz. Gece yarısına az kaldı. Yol kötü, kava soğuk, şoförümüz biraz huysuz. Tedirginlik var...

 

12.12.2008 Cuma Üsküp / İstanbul

 

Üsküp Radyosu'nun Türkçe Servisi ile bir söyleşimiz var şimdi. Sınırlara, daralmışlığa, zihinsel kilitlenmişliğe, sivil toplum kuruluşlarına, gazeteciliğe dair düşüncelerimizi hep aynı merkezde tuttuğumuz düşüncelerimiz çerçevesinde anlatıyoruz. Zaman zaman gözlerimiz doluyor. Umuda sımsıkı tutunarak bitiriyoruz konuşmalarımızı.

 

Cuma namazımızı Murat Paşa Camii'nde kılıyor ve Süleyman Baki tarafından uğurlanıyoruz Üsküp'ten. İstanbul'dan Ramçe'nin akrabası bırakıyor bizi havaalanına. Kardeşlik harbiden sınır tanımıyor.

 

İstanbul tüm bu hatıraların süzülüp de anlamlı bir bütüne kavuştuğu bir mekan oluyor bize. İstanbul'un yeryüzünde nasibine düşen de buymuş meğer.

 

İHH'nın kurban organizasyonu neticesinde bunları yaşıyoruz işte. Bu güzellikleri ve bu geziler neticesinde elde ettiğimiz verileri taşıyoruz başşehrimize. Ve elde ettiklerimizin anlamlı bir bütünün bir parçası olacağından en ufak bir şüphemiz yok üstelik. Buna ihtiyacımız var çünkü. Ve elbette medeniyetimizin baş mimarı Hz. Peygamberin "Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir" sözüne güveniyoruz.

 

 

Yorumlar (0)
Günün Anketi Tümü
Türkiye İsveç'in NATO üyeliğine onay vermeli mi?