Ortadoğu'da yeni bir eksen: Şia
Seyyid Hüseyin Nasr'ın oğlu Veli Nasr'dan çok tartışılacak kitap: "Şia'nın Yükselişi"

Ağustos 2006da piyasaya çıkan ve batı dünyasında ciddi tartışmalara neden olan Veli Nasrın kitabı Şianın Yükselişi: İslam İçindeki Çatışma Geleceğe Nasıl Şekil Verecek adlı kitabı İslam dünyasında da tartışmalara neden olacağa benziyor. Türkiyede çok yakından tanınan yazarlardan olan Seyyid Hüseyin Nasrın oğlu olan Veli Nasr yeni kitabında, Irakta iktidara yükselen Şiiliğin çevre ülkelerde azınlıkta bulunan, veya çoğunlukta oldukları halde iktidarda bulunmayan Hindistandan Mısıra 170 milyonluk Şii dünyasını harekete geçireceğini, bu hareketliliğin de yeni bir Sünni-Şii gerilimine yol açacağını ileri sürüyor. Şiiliği, Sünni elmasındaki kurtçuk olarak tanımlayan Nasr, Şiiliğin tarih boyunca Sünnilerden gördükleri zulmün rövanşını almadıkça Güney Asyadan Ortadoğuya süre gelen mezhep çatışmalarının sona ermeyeceğini iddia ediyor.
Kitap hakkında yazılmış geniş bir tanıtımı aşağıda Dünya Bülteni okuyucuları için tercüme ederek yayımlıyoruz. Sünni Elmasındaki Kurtçuk başlığıyla Asia Times'ta yapılan tanıtımda, Nasrın kitabının İngilizce orijinalinden yapılan alıntıların sahifelerin numaraları da veriliyor.
Aşağıdaki makale "Nevzat Baydoğan" tarafından "Dünya Bülteni" için tercüme edilmiştir.
Sünni Elmasındaki Kurtçuk
Batının İslam dünyasının sorunları hakkında durmadan söz ettiği noktalar merkeziyetçilik, köktencilik ve kadın hakları olmasına rağmen, temelde mezhepçilik tezinin yanlışlıkları göz ardı edilir. İranlı yazar Veli Nasrın yeni kitabı bu miyopluğu, İslamın ilk kurulduğu ve günümüzde Pakistan ve Irak sokaklarında kanla daha da katılaşan Şii-Sünni rekabetini ustaca tahlil ederek darmadağın etmektedir. Kitabın temel savunması, Sünni üstünlüğüne karşı fırsat yakalayan Şiiliğin, Ortadoğu ve Güney Asyanın geleceğine yeniden şekil vereceğidir.
Kitap, Veli Nasrın 2003 yılında Pakistanın Sünni köktencisi Cemaati İslaminin merkezini ziyareti ile başlar, ardından Irakta Saddam Hüseyin rejiminin düşürülmesi ile devam eder. Cemaati İslami üyeleri televizyondan, Şiilerin İmam Hüseyinin Kerbeladaki türbesinin çevresindeki kutlama ve coşkularını dehşetle izliyorlardı. Irak Şiilerinin, Sünni gücü ve hakiki Müslüman anlamındaki tekelciliğine karşı elde ettikleri bu fırsat, Pakistanda yeni bir mezhepçilik yarası açtı. Beraber var olma dönemlerine rağmen uzun, unutulmaz ve önemli bir çağdaş kimlik çatışması şeklindeki Sünni-Şii husumeti her zaman var oldu. Ona göre bu husumet çok eski ve çok modern bir çatışmadır. (Shf 20)

Iraktaki savaş; Kahire, Bağdat ve Şam gibi yönetim merkezlerindeki Sünni kurumlar tarafından idare edilen, İslam Dünyasının sahipliğini yaptığı uzun mutluluk çağını tehdit etmektedir. Yüzyıllarca, Sünnilerin, Şiiler ve onların yanlışta direnen İslam (anlayışı) şeklindeki yaygın önyargı ve basmakalıp (kanaatleri) yönetim dağılımında adaletsizliğe yol açmıştır. Lübnanda, Şiiler düşük sınıfa mahsus kabul edilerek anlamsız ve amiyane yollarla alay konusu edildi. Suudi Arabistanda bir Şiiyle, necis olduğu düşüncesi ile el tutuşulmaz, (elinin değmesi durumunda) necasetten temizlenilmesi zorunlu görülür. Pakistanda, Şiiler sinek misali beşer dışı varlıklar olarak görülür. Şiddetli Sünni dışlayıcılık, hayal ötesi Şii karşıtlığına sebep olmaktadır. Nasr, İslam Birliği adına gerçek çatlakların üstünün örtülmesine karşı uyarmaktadır.
Şii-Sünni kavgasının gerçek sebepleri ülke kaynaklarını ve yönetim kademelerini ele geçirmektir. Peygamber Muhammedin damadı, Ali bin Ebu Talibin, Şianın ruhani önderi olarak Gadir-i Hum da ilk halife olarak atanmış olduğu iddia edilmektedir. Alinin yönetim haklarının ilk defa Halife Ebu Bekir, Ömer ve Osman tarafından gasp edilmiş olduğu ve Şianın ideal İslam liderliğine tecavüz edildiği düşünülmektedir. Alinin oğlu Hüseyinin Kerbela Savaşında (MS. 680) Yezidin eliyle şehit edilmesi, Ümeyye (Emevi) ve Abbasi halifelerinin gayri meşru ve zalim oldukları inancını taşıyan Şiayı doğrulamaktadır. Hüseyinin hikâyesin, modern zamanlarda, çoğunlukla Şianın sorunlarını tarif etmek için başvurulur. Örneğin, Saddam Hüseyin, Yezide benzetilir.
Şianın hedefi, Sünni zorbalığına karşı güvenlik amacıyla savaşmaktır. Şiiler, Sünniler gibi kanuna uymaya önem vermezler. Onlar; iyileşmek için aracı edinilen, hayır duası alınan, kendileri aracılığı ile bağışlanma dilenmek için tören düzenlenen etkili imamlar ve önderlere önem verirler. Onlar görselliği sever ve dindarlık gereği olarak kadınlara önem verirler, bu durum püriten Sünnileri öfkelendirir.
Sünni halifelerin, İslamın azınlık mezhep üyelerine zulüm yaptıkları, hapsettikleri ve öldürdüklerine ilişkin Şii imamların sürekli telkinde bulunmasının getireceği İsyan korkusu ile Şiiler, İç düşman ve Hakikati kabul etmeyen-Rafızîler olarak kınandılar ve gerçek İslama karşı, Hıristiyan ve Yahudilerden daha büyük bir tehdit olarak damgalandılar (Shf 54). Sünnilerin dünyevi gücünün azalmasından dolayı Şiilerin suçlanması bir kural halini aldı. Hayatta kalmak için, Şiilerin ilişkilerini gizlemeleri (takıyye) ve imamların İran ve Hindistana sığınmak için kaçmaları normaldir. İmamların acıları, Şiiliğin şahadet yorumunun aslını oluşturur. Sünni toplumuna sofizm girmeseydi, Şiilere olan hoşgörü zayıf kalırdı.
Şiilik ilk defa, 16. yüzyılda Safevilerin soylarını Yedinci Şii İmama nispet ederek İranda saltanatlarını pekiştirmeleri ile siyasi gücü tattı. Şiiler, Sünni Osmanlılar ile İslam topraklarını kontrol etmede boy ölçüşüp Şii kültür ve ilmini korumaya çalıştılar. Şii ulema, hâlihazırda, Safevileri kendilerine daha yakın gördüler, toprak sahibi ve saray ehli olarak kabul edilebilecek kadar yükseldiler. Saddam Hüseyinin Irakta düşmesi sürpriz olmadı, Şii din âlimleri gerçek güç sahiplerine dönüştüler.
Şiilik; Zeydiyye (Yemen), İsmailiyye (Hindistan, Mısır ve Afganistan), Dürzîlik (Lübnan), Yezidilik (Irak) ve Alevilik (Suriye) gibi zamanla birçok yerde hiziplere bölündü. Onun yayılması kaçınılmaz bir şekilde güç koridorundaki inanç istikametine bir yol bularak ona bağlanmasıyla gelişti. (Shf 79) Şii hanedanları egemenlikleri altına aldıkları her yerde, kendi tebaalarını Sünni ayrımcılığı ve saldırılarından korudular. Safeviler ilk defa 1722de iktidarı devraldıklarında, Şiiler, Sünni çoğunluğa karşı kendi siyasi varlıklarını ayakta tutamadılar.
Modern devletin yükselişi; Lübnan, İran, Irak ve Pakistanda orta ve üst sınıf Şiiler arasında seküler eğilimi beslemiştir. Şehirleşme, politikada doğrudan söz hakkını mümkün kılarak, kitleleri harekete geçirmiş ve kabile kökenli liderlerin kontrolünü zayıflatmıştır. Hizbullahın Hasan Nasrallahı da, Azeri Ebu-l Kasım Hui gibi sarıklı Şii âlimler de bu köktencilikten faydalanarak ünlendiler. Birinci Dünya Savaşından sonra, Şiiler milliyetçiliğe dahi kucak açarak, mezhep ayrımının önemli olmadığı bir topluluk hayal ettiler. Bu bir hayalin; eski kurumsallaşmış çirkinliğin, Şiilere karşı Arap milliyetçiliği ve laiklik kılıfı altında devam ettiğini ispatladı. İranın vefasız kurumları devre dışı bırakıldı. Şiiler, Sünni ağırlıklı ülkelerin bürokrasi veya memur sınıfına asla alınmayan, dışta kalan/ecnebi sakıncalı ve gayrimüslim azınlık gibi kaldılar.
Sünni köktencilik, Şii karşıtı eğilimin yeniden yoğunlaşmasına katkıda bulundular. Şiiliğin suçlanması, Suudinin yol göstericiliğinde, kaybedilen Sünni ihtişamının yeniden ihya edilmesi projesinin bir parçasıydı. Afganistanda ve Keşmirde Mücahitler duygusal olarak Şii karşıtı idiler. Şiilerin (Pakistan)-Gilgitde katledilmesi, Hindistan-Srinagarda yapılacak saldırıların bir provasıydı (Shf 160). Hatta Arap ülkeleri ve Pakistandaki Sünni modernistlerin polemikleri bile, Şii karşıtlığının birer göstergesiydi. Siyasi alanın Sünnileştirilmesi yirminci yüzyılın sonunda, Şiiliğin bastırılmasının yenilenmesiydi.
Şiiler bir defa daha kendi kör bağlılıkları ile Arap davasına terk edildiler, kendi militanlarını ve gruplarını topladılar, Sünnilerin ihanet şüphesi daha da derinleşti. Ayetullah Ruhullah Humeyninin İranda gerçekleştirdiği 1979 inkılâbı sayesinde Şii âlimlerin ülkenin yönetim kademelerinde yer alması Sünni fanatikler için tehlike alarm zillerinin çalınmasıdır.
Sünniler, Humeyninin, küresel İslami uyanışın kahramanı olma girişimini kabullenmediler. Tahran, Sünni rejimlere karşı, Şii gösterileri, ayaklanmaları ve militan hareketleri destekledi, onlar çoğunlukla Şii fitnesi ve Sünni üstünlüğüne karşı bir tehdit olarak görüldüler (Shf 144). Humeyninin yüzü, Suudi Arabistana yönelik, Mekke ve Medine yönetimini ele geçirmek şeklinde bir Şia entrikası olarak görüldü.
İran-Irak Savaşı (198088) ulusal açıdan bir Sünni ve Şii mezhep savaşıydı. (Shf 141) Suudi Arabistan ve Pakistan stratejik ilişkileri kapsamında, Keşmirde Taliban ve mücahitlere yönelik yapılan anlaşma, İranın ideolojik etkisini yok etmek amacıyla düzenlenmişti. (Shf 157)
Pakistanın devlet desteğiyle yeşil köktencilik, Hüseyini öldüren Sünni halife (Yezid) övüldü, Aşura Günü Anma töreni küfür kutlamaları olarak nitelendirildi. 1989dan bu yana Pakistandaki Sünni- Şii şiddet olaylarında 4.000 kişiden fazlasının dahili cihatta (Şiaya karşı) ve harici cihatta (Afganistan ve Keşmirde) yitirildiği iddia edilmektedir. (Shf 167)
Irakta Şiiler tarafından gerçekleştirilen (olaylardaki) artışlar nedeniyle Sünni kaybı derinleşti ve mezhepçi güç dengesi bozuldu. Ayetullah Ali El-Sistaninin ılımlı uslubu, Şii nüfuzu için milyonlarca Iraklı, İranlı, Lübnanlı, Pakistanlı ve Afganlının kimlik paylaşımı temeli üzerine kurulmuştur.
Nasr, uluslararası bir Şii mutabakatının, güçlerini ve kimliklerini savunma çerçevesindeki ihtiyacı karşılayacağını tartışır. Bu, Irakta Sünni terörün şiddetli saldırıları altında yapılabilir. Bu gün Şiiler, bundan daha fazlasını ve bunun demokratik oy sandığı ile alınabileceğini iddia etmektedirler. Şii nüfus düzeyinin azlığına rağmen, çoğulculuk anlayışının Şiada var olması Nasrallah-Sistani-Hamaney ekseninde bölgesel Şia ilgisi vizyonundan kaynaklanmaktadır.(Shf 184)
Bu aydınlatıcı ve engin vizyon, Sistaninin yardımcısı Ahmet El-Safi tarafından; Sünni inancının kalesi olan Mısırdaki El-Ezher alimlerini sessizliklerini bozmak ve Iraktaki isyanı kınamak için cesaretlendirmiştir.
İranın bugünkü politikaları, Tahranın bölgesel amaçlarının merkezine oturmuş bulunan alışılageldik ve bilinen Sünni hegemonyası karşıtlığından daha çok Sünni ve Vahhabi karşıtıdır. Riyad, Amman ve Kuveyt (Şam hariç) kendi ulusal çıkarlarını, Şii önderliğindeki Irakın durumunu bozma hedefinde olan Sünni direnişin hedefleri ile bir tutmaktadır. El-Kaidenin Iraktaki şebekesinin genişliği, Sünni bağlantılarının bölgesel genişliğini doğrulamaktadır. Nasr, Birleşik Devletlerin suçlamalarına rağmen, Suriyenin Allavi liderliğini kabul etmesini, Irakta büyüyen Sünni ifratçılığının hafifleticisi değil bir kurbanı olarak tanımlamaktadır.
Güney Asya ve Ortadoğudaki çatışmaların temel kaynağı mezhepçiliktir, yönetim ve kaynakların eşit olmayan bir şekilde dağıtılmasının, demografik gerçeklerle örtüşmemekte olduğunun altı çizilmiştir. Nasrın tahmini olan Sünni elmasındaki kurtçuk, Şiiliktir, geçmişindeki bastırılmış/gizlenmiş şikayet konuları üzerine kurulacaktır, vadesi gelmiş hissesine düşen payı almasında engellenemeyecektir. Mezhepçilik savaşı, -zayıfların(mustazafların)- Şiilerin "ki adalet istiyorlar" durumu açıklığı kavuşmadıkça, bitmeyecektir.
The Shi'a Revival: How Conflicts Within Islam Will Shape the Future by Vali Nasr
Veli Nasr: California'daki Naval Postgraduate okulunda ulusal güvenlik işleri uzmanı olarak görev yapıyor.
Asia Times'taki makalenin orijinali için tıklayın:
Dünya Bülteni'nden Not:
ABDnin İslam dünyasına dönük çok yönlü bir operasyon sürdürdüğü günlerden geçiyoruz. Bölgeyi yeniden yapılandırmayı hedefleyen bu operasyon tarihsel, dini ve politik tüm dinamikleri kendi lehinde kullanmayı şimdiye kadar denedi ve bundan sonra deneyeceğini söylemek kehanet sayılmaz.
Son zamanlarda, Şii- Sünni ayrılığının gelecekte İslam dünyasını bekleyen bir çatışma ekseni oluşturacağına dair gündem, bu açıdan dikkatle izlenmelidir.
Veli Nasrın, Şia'nın Yükselişi: İslam İçindeki Çatışma Geleceğe Nasıl Şekil Verecek adlı kitabıyla ilgili Asia Timesta yayınlanan tanıtım yazısı da bu çerçevede dikkat edilmesi gereken bir içeriğe sahip. Nasrın mezhebi kimliği ve mesleği dikkate alındığında, mezkûr kitap daha bir özel anlam taşıyor. Okuyucunun istifade edeceğini umuyoruz.