Küresel Medine ve Roma - Kemal Ersözlü
Kemal Ersözlü ile tarih yorumu, küreselleşme, medeniyet ve tarihsel dinamikler.

Küresel Medine ve Küresel Roma
Aynur Erdoğan / Dünya Bülteni
Bu haftaki röportaj konuğumuz Kemal Ersözlü ile İslamî perspektifle tarih yorumu, küreselleşme, medeniyet, Doğu-Batı karşıtlıkları ve tarihsel dinamikleri konuştuk. Kavramları hakiki anlam çerçevelerine oturtan çalışmalarıyla tanınan Kemal Ersözlü tarihe yön veren vahiy merkezinde asıl karşıtlığın Doğu ve Batı arasında değil hak ile bâtıl arasında olduğunu vurguladı. Medeniyet’i tekil olarak İslam bağlamında tanımlarken Batı küreselleşmesini Mısır ve Roma izleğine oturtuyor. Ona göre küreselleşen Roma’ydı… Batılılaştırma Roma’nın küreselleşmesi demektir ve sivilizasyondur.
Sizin insanlık tarihini açıklama biçiminiz ‘ana-akım tarihçilik’ anlayışını sarsıyor. Buna göre Avrupa’nın hegemonyasını dünya çapında pekiştirme araçlarından biri olarak ‘tarih kurgusu’ öne çıkıyor. Avrupa’nın gelmiş olduğu uygarlık düzeyi çıtanın üstüne yerleştirilirken evrimci bakış açısıyla Avrupa dışı milletlere de o düzey hedef gösteriliyor. Siz tarihi çözümlemeleriniz çerçevesinde Avrupa’yı-Batı’yı hangi bağlamda ele alıyorsunuz?
‘Yerlerin ve Göklerin Mülkü Allah’ındır’ virdleri ile dolu bir idrak için Hegemonya ‘bir tanrısal öykünme’… Büyüklük yani Ekberiyet, Allah’ın Zatı’nın Şanı’ndan iken, istikbar tam bir tuğyan. Abes’le iştigal etmeyen Allah, evreni ve insanlığı bâtıl olarak halketmediğini söylerken melekler üzerinden aktardığı teleolojik cevapta tarihin, varedeşin gayesini açıklar, modern tarih kurguları bu açıklamayı kendi merkezinden çarpıtma çabalarından ibârettir.
Avrupa Uygarlığının geldiği bir yer yok. Uygarlığın çıtası Ahsen-i Takvim’i aşan bir Übermensch değil, Esfel-i Sâfilin’e Düşüşün serencamı… ‘Belhüm edâll..’ Avrupa kanserojen evrimi ile değerleri yok etti, yoksullaştırdı, tüketti… Humaniter çağdan beri insanlığı tüketen bir değirmen taşı, değirmene taşınan öykünmeci katarlara eklemlenmek isteyen, bir treni kaçırmamak dolduruşuna getirilen aydınlarımız…
TARİH FELSEFELERİ HİKMET’İN PARÇALANMIŞ GÖRÜNÜMLERİDİR
İnsanlık tarihini anlatırken felsefi bir sistem kuruyorsunuz. Sizin tarihsel yaklaşımınızda tarihin diyalektiği var mıdır, varsa bu diyalektik hangi olgular/güçler arasındadır?
Hikemî diyelim de Kutsal’a referansla inşa edilen bir açıklama modeli olsun. Modern Tarih, tarih’i yazı ile başlatır malum, öncesi tarih öncesi… Marx tarihsel diyalektiği tarih öncesi komün’e dek götürür, bilimsel materyalist nitelemesi ile komünist toplum’la da sonlandırır. İdealist Hocası Hegel de Tarih’te bir Gâî neden arar ve ‘Mutlak Geist’in çocukluk çağlarını arar tarih’te. Hikmet’in parçalanmış görünümleridir bu tarih felsefeleri… 1800’lü yılların aydınlanma vasatında çakan şimşeğin ışığında, zifiri karanlığı aşacak bir yol bulmak mümkün değildi. Human, Tanrı’nın yerine kendini yerleştirmişti, yani tarihin merkezine... Tarih’in hem öznesiydi artık hem nesnesi. Muhayyel yel değirmenleri vardı, savaşarak ‘Human’ı inşa ediyordu. Hegel’in de Marx’ın da ‘yarattığı diyalektik evrenler’ birbirinden ayrıldığı noktalardan önce bu humaniter vasatla beslenme ortak paydasına sahiptiler. Spencer kutsal’ın paradigmalarından haberdar olsa da o da aynı vasatın çocuğu.
Batı’nın geldiği noktayı tekamül düzeyine yerleştiren evrimci bakış açısında birleşiyorlar. Peki, sizce tarih ne ile başlar?
Tarih yatayı değil dikeyi konuşan bir alan. Yani zamanın ve muhteviyatındaki güçlerin felsefesi… Varoluşumuz’dan önce Mutlak Varlık’ta varlığımızın, ilmi olarak olduğuna inanıyoruz. Tarih yazı ile başlarsa biz de yazı el-Kitab’a, yani vahye karşılık gelir. Ve o Yazı’da okuruz ki, varoluşumuz ortaya çıkmadan önce Yaratıcı İrade, Melekî Güçler’e Beşer/İnsan’ın yaratılmasındaki Gâî neden’i açımlar. Bu çetrefilli açımlama ancak inzal/indirgeme ile insan algısında kavranabilirliğe ulaşabiliyor. Bunun ontolojik boyutlarını geçerek sorunun alanında kalmaya çalışıyorum.
Tarihe yön veren dinamikler nelerdir?
Melek ve şeytan dikotomisini atlayarak tarihsel yürüyüşü açıklamak imkan kabilinde değildir. Ve insana dâir bu çelişme, insan’ın varoluşundan öncedir. İnsan’ın yaratılmasını murad ettiren nedenin anlamsızlığı üzerine bir bahs oynar Şeytan adeta. İbranî Yazmalarının Eyüp kitabında ancak girebildiği bu konu Hikmet’te, Kur’an’da Âdem Kıssası’nın içinde yer alır. Doğu-Batı Hikmeti arasında bir tahteravalli’de Goethe, Faust’ta görmeye çalışır bunu Hegel-Marx’ın varoluşundan önceki yüzyılda.
ŞEYTAN TANRIDAN SONRA KENDİSİNİN DE YOKLUĞUNA İMAN ETTİRDİ
Şeytan modern dönemin tarihinde daha baskın bir güç olarak beliriyor?
Süre almıştır İblis insanla yaşamak için. İnsanın tarihinde, ki buna Sırat diyebiliriz, o var oldukça hep var olacaktır Şeytan. Diyalektik işte tam da burda başlar. Diyalektik kuramlarının icat edildiği yüzyılın ıskaladığı şey buydu.. Atlamak ne demek, atlattığı şey adeta. Modern psikolojiye göre Şeytan’a inanmak paranoyaydı. Şeytan bahsi kazanamayacağı sırat’ın yani tarihin küresel dönemecinde bu büyük taşını sürdü oyun tahtasına. Tanrı’dan sonra, kendisinin de yokluğuna iman ettirdi mûdilerini. Artık dinî alandaki diyalektik’ten bahsedilemezdi bu durumda, varsa yoksa ‘uygarlık savaşı’ydı. Bâtın yitirtildi, içi olmayan kof bir zâhir diyalektiği sürüldü literatüre ve hayâta. Profan olan, kutsal’ın Müddeilerini bile içine alabiliyor yer yer ne yazık ki. Varsa yoksa Uygarlık…
Bu diyalektikte şeytanın karşısındaki güç nedir?
Diyalektik Eşref-i Mahlukât olarak kalmaya çalışan insan/lık ile Yol’da önüne dikilen barikatların bânisi Şeytan ve onun dışsal tezâhürleri arasındadır ez-cümle. Dün Mısır ve Babil’di mugayyir, bugünün fecrinde Roma ve Sasani. Muasır kesitte Küresel Roma ile Mukaddes Nefha’yı hatırlayan arasında sürüyor diyalektik.
Batı, Doğu-İslam Medeniyeti diye isimlendirmeye alışık olduğumuz olgular sizce ne ifade ediyor?
‘Doğu-İslam Medeniyeti’ terkibi bende hiçbir şey ifade etmiyor öncelikle. İslamın kitabı Rabb’ini ‘Rabbu’l-Âlemin’ olarak tanımlar. Yani hem şarkın, hem garbın Rabb’i, yani herkesin. İslamın kitabı kendini li’l-Âlemîn olarak betimler, yani küresel, küresel ne demek evrensel… Ulaşacağı, duracağı bir hat yoktur, Sathı insanın konumlandığı tüm zamanlar ve mekanlardır… Nihâyi olarak yanlış olan bu taksim, doğuş anı ve yeri olarak da kullanıma elverişli değildir. Kur’an Ümmü’l-Qur’a olarak niteler nuzul bulduğu kenti. Kentlerin anası, merkezi yani. Onun bir doğusu vardır, onun bir batısı vardır. O Doğu ya da Batıya nispet edilemeyecek bir Mübârek Zeytin Yağı’ndan ışığını alır, yani Mekke-Kudüs vahiyleri ortaya çıkar. ‘Orta Dünya’nın vahyinin tarihte taşıyıcı öznesi olan Ümmet, Vasat Ümmet’tir. Ne Doğu ne Batı yani.
SİVİLİZASYON ROMALILAŞTIRMADIR
Diğer taraftan Doğu ve Batıda temerküz eden ve bölge insanlarının hayatı anlama ve yaşama biçimlerine yansıyan farklı “medeniyetler” söz konusu. Siz medeniyeti ve medeniyetin dinle ilişkisini nasıl tanımlarsınız?
Osmanlı’nın Medeniyet olarak karşıladığı Sivilizasyon kavramsallaşmasının doğduğu yüzyıl, Avrupa’nın İbnu Haldun’u keşfettiği, çevirdiği, yorumladığı yüzyıl malum. Mağrib’li Bilge’nin Hadariyet’i için bulunmuş bir karşılık, ya da esinlenilmiş. Göçerlerin meskunîyeti ve meskun mahalde vücuda getirdikleri içtimâi-siyâsî-dinî yapı durumunu ifade ediyor, Üstat bununla. Seferî halden bir Mekan’a tutunuş… Mekan, Muhâcir’in taşıdığı Asabiye ile Renk alıyor. Avrupa’nın Rönesans’tan beri Asl’ını bulduğu Sembol Roma’ydı. İstanbul, Kremlin, hatta Germenler Roma’yı hem kendi topraklarında yeniden yaratma ülküsünü bayraklaştırdılar. Civitas Romana. Nova Romana. Pax Romana.. Bu Kök-Hücre Civitas Romana’dan mülhem bir kavramdır Sivilizasyon. Habitat’ı Roma olan civitasın, yani kentin tarih içinde meyvelerini vermesi anlamında Sivilizasyon ve kentleşme, hadariyet anlamındadır. Humaniter aydınlarca paranteze alınarak Roma’nın Hıristiyan tarihinden de yalıtılarak sürdürülmek istenen Romalılaştırma demek tefsiri anlamıyla Sivilizasyon, batılılaşma.. Batı Evi için evcilleştirilmelidir Doğu’nun vahşileri.. Net olarak batılılaşma bu demek.
Medeniyet İslam dünyasında sivilizasyon ise Avrupa’da ortaya çıkıyor. Medeniyetin sivilizasyondan farkı nedir?
Sivilizasyon Roma’nın dini değerleri üzerinde yükselir. Yani Dinu’l-Melik’in… Eski Dünya’nın Yûsuf zamanı Mısır’ı için kullanır bu kavramı Kur’an. Mûsâ zamanı Mısır’ında Dinu’llâh ile özgürleşmiş İsrâiloğulları Mısır’ı özlediklerinde Nil’in peygamber’i ‘Öyleyse Mısır’a düşün.. düşün aşağılık yaşama’ diye anacaktır Mısır Hadariyet’ini. Çöldeki yoksul yaşam Medeniyet’i temsil ederken Mısır’ın müreffeh toplumundaki paryalık ‘Deniyyet’i temsil ediyordu. Çöldeki göçerlik Mûsâ’lı hadariyetti, Mısır’daki kentleşme Mim’siz Medeniyet. Musa’nın Dini’nden, Menn ve Selva’dan, Gök’ten Zembil’le inenden besleniyordu Medenîler, ilhamını Fir’avn’dan alıyordu Mısırlı hadarîler ise.
Yakın tarihimize gelirsek, “medeniyet” nereye evrildi?
Osmanlı’nın bir çeviri kavram olarak kullandığı Medeniyet’in Etimolojik kazısı elverdiği için bu karşıt uygarlıkları tasvirde sıfatsız, yani isim olarak kullanılabilme şansı vardır. Bunu literatüre kazandırmaya çalışıyorum. Yeni Dünya’nın Mûsâ’sı Muhammed a.dır. Muhacir, Peygamber’in Asabiyesi yani Dini ile İskan bulduğu kent Yesrib. Yesrib hadariyeti ile ortaya çıkan düzen münevver Medine olarak adlandırılmıştır. Medine, din kelimesinden türetilmiş bir kavramdır vahyin nuzul çağında.. Din ile biçimlenmiş yer demek. Yani bâdiyeden çıkış, hukukun, kentin ortaya çıkışı.. Yalın olarak kullanılsa da Medine, bünyesinde din kelimesini taşımakta iken bir de münevver sıfatı ile dinin rengi ortaya konulmuştur. Tenvir edilmiş kent… Nurlanmış Topraklar… Işık gök’ten gelendir, Musa’ya gelenler gibi. Musa Mısır Hadariyeti’nin karşısına dikilip karanlıktan yani zulum’dan çıkacak bir yol sunuyordu. Muhammed a. Roma’nın ve İran’ın karanlığını Münevver Medine ile aşmaya çalıştı, dünyanın egemenlerine ulaştı, hegemonyayı delmek istedi.
Medeniyet bu Medine Siyaseti’nin Peygamber sonrası tarih kesitinde ortaya çıkan meyveleri demek.
Sizin tarih çözümlemelerinizde “Küresel Roma” yaklaşımınız önemli bir yerde duruyor. Öncelikle bu kavramı açar mısınız ve bu yaklaşımın modern küreselleşme olgusundan farkı nedir?
‘Roma’ olarak kastettiğim insanlığın son 2500 yıllık tarih kesitine damgasını vurmuş olan gaybî alanda, metaforik anlamda şeytanın iğvasıyla ete kemiğe bürünen hadariyet… Bu 5000 yıllık 2 kesitten oluşan 2 büyük uygarlık kesitinin bugün’ünü, büyük bugün’ünü oluşturuyor. Dün Mısır ve bugün Roma. Tüm İbrâhimî Peygamberler bu iki büyük tarih çevriminin birinde risâlette bulundular. Nuh’dan itibaren İsâ Mesih zamanı Kudüs’üne dek tüm elçiler evvel zamanın Mısrî Peygamberleri idiler. Zirve tebliğ Musa Nebi’yle verildi. MÖ 500 sonrasında İsâ-Yahyâ-Zekeriyyâ dahil son risâlet ise rumî çevrime denk düşmektedir. Yani bugün’e, el-Yevm, âhir zaman. Bu büyük gün değişimi uygarlıklar tarihinde eş zamanlı bir herzü merce tanıklık etti. Eski Ahd’in son vahyi o yüzyıl’a ait. Zerdüşt İran’ı dönüştürdü, Buda, Konfuçyüs Hind ve Çin’de kadim çağları kapadı. 2500 Yıllık Firavunlar Mısır’ı Tarih oldu. Bugün’ün Uygarlığına Damgasını vuracak Roma bir Latin site devleti olarak bu yüzyılda tarih sahnesine çıktı. Mısır-Babil’li dünün yerini alan Roma ve Medler Diyalektiğidir. Birbirinin Doğu’su ve Batı’sı olan bunlar. İsewî-Muhammedî mesaj Semâwî ve Orta Dünyanın ruhu. Madde’den çok Ruh o. İsa bizzat Rûhullâh diye tesmiye olunur, Hz. Peygamber Muhammedî Hakikat… 2500 yıllık dün’ün dünyasında onlarca güçlü yönetim doğdu ve battı ama tüm zamana yayılan süreklilik Mısır’da karşılık buldu, Babil tali…
Mısır Roma’da mı süreklilik buldu?
Roma Bugün’ün Mısır’ı. Augustus Res Publica’yı 600.yılında İmperium’a terfi ettirirken mesihî ses zeytin dağı’nda yaktı meşâleyi. Pagan Roma’ya karşı ilâhî bir nefhâyı üfledi İsâ. Deniyyet’e, Roma’nın Yahuda’daki Hadariyet’inde Mim’i (Mekke- Medine-Muhammed) müjdeledi: Ahmedî Medeniyet’i. Roma Mekke’nin gündeminde vardı 600 yıl sonra 1200 yaşındayken. Kur’an İran’ın adını ihmal ederek Roma’yla Kudüs’teki karşılaşmalarını gündemine aldı. Asıl Roma’ydı çünkü. Mekki vahy ‘Fir’avn’a gelen Rasûl (Musa) gibi size de bir Rasûl (Muhammed) geldi’ derken ‘siz’i soyut bıraktı. Somut ta Ebû Cehil’den başlayan Heracleus’a uzanan bir genişleme izledi ‘siz’. Âlemler için bir tezkire idi, tüm Âlemler’e ulaşmak istedi Misâk-ı İlâhî. O günlerin denî İran’ı aynı yüzyıl içinde Müslüman Medeniyet’in bir parçası haline geldi. Uzak Doğu’nun; Çin’in, Hind’in eteklerinden tuttuk, Uzak Batı; Endülüs, Mağrib ilk Kureyşî yüzyılın Müslüman haritasında yerini aldı. ‘Güneş’in doğduğu yere varmak’ demekti bu ve ‘Güneş’in battığı yere’. İki Doğu ve İki Batı’ya Rahmet Cenahlarını indirmiş Zü’l-Cenâheyn tebliğ. Medine’nin ilk küreselleşme dönemi Klasik 12 Kureyş Yüzyılı’nı içine aldı. Roma’nın ikiye bölünmesi, Batı Roma’nın feshi Kur’an Öncesi Kadim Roma’nın tarihinin bir parçası. Doğu Roma İslam’la 800 yıl süren bir polaritenin merkezi olarak devam etti.
KOSTANTİNİYYE’NİN DÜŞÜŞÜ ROMA’NIN YENİDEN BATI’DA DOĞUŞUDUR
İslam hakimiyetinden sonra Roma’nın küreselliği akamete uğratılmış olmuyor mu?
1400’ler Roma’nın nerdeyse 2.bin yılını tamamlayıp 3.bin yıla başladığı asırdır. Kostantiniyye’nin düşüşü Batı tarih yazımında yeni bir çağın başlangıcı kabul ediliyor. Yani Roma’nın yeniden Batı’da doğuşu demek bu. Doğu Roma futuhâtının merkezine oturmuş sultanlar Kayzer-i Rûm unvanı kullanmakta, Arş-ı Azim’in ihtişamına burada şâhitlik etmeye başlamışlardır. Doğu yakası Roma Müslüman Roma’dır artık. Roma kisvesinin içselleştirilmesi daha önceki çağlara da şâmildir aslında İran toprağındaki Selçukluları Anadolu’da Rumî Selçuklular izlemiştir. Mısır’ın tahtında Yusuf’un oturması gibi Roma Arşı’na kuruldular Benî İsmâil. Ulemasından şairine, arifinden kadısına onlarca Rumî mahlası…
ROMA HIRİSTİYANLIĞI KABUL EDEREK İSA’YI ÖLDÜRDÜ
Rönesans Avrupa’sı Roma’nın yeniden doğum sancılarını yaşarken Doğu Hıristiyanlığı adına Kremlin, Yeni Roma’nın patent hakkına talip olmadı değil. Roma’nın Tarihinde en büyük kırılma sözde İsa’nın dinine girdiği İznik Konsili’dir. Rönesans ‘bu Kristik yani Mesihî gömleği çıkarıyoruz’ beyanıydı. Hıristiyan Roma aslında literatürün içinden konuşursak Mesihî olmaktan çok Anti-Krist yani deccâlî bir misyona talip olmuştu. Arius Tevhid’i İznik’te çarmıha gerildi, Roma’nın Hıristiyanlığı kabullenmesi demek İsa’yı, gerçek mesajı öldürme operasyonu demekti. Greko-Romen Sivilizasyon’un 3.ayağını bu muharref Judaik kültür oluşturdu. Sivilizasyonun 3 uknumu tamamlandı. Uygarlık Trinite’si diyelim buna.
Doğuda Roma İslam bünyesine girse de Batıdaki sivilizasyon yeniden diriliyor…
Rönesans merkeze Huımanı aldı. Human, yani yeni Roma vatandaşı. Önce uzak Batının kolonileştirilmesi, Sanayi Devrimi sonrası Afrika ve uzak Doğunun. Artık Dünya’nın merkezi Avrupa’dır, onun Doğusu ve Batısından söz ediyorsunuz. Aydınlanma çağı ve pozitivist 1800’ler Roma’nın Yeni Amentüsü’nü yazdı. Harb-i Umumî 1909’da İstanbul’u teslim alan Selanik’in eliyle Müslüman Doğu Roma’nın feshi demekti. ‘Adam hasta’ydı Avrupa’nın gözünde, Adam’ın organları organ mafyasının elindeydi artık.
Batı Roma’nın bu yıkıcı hâkimiyeti tarihin sonu yani mutlak hâkimiyet olarak nitelendiriliyor?
20.yüzyıl Kureyş’in yani Müslümanlığın önderliğini yitirdiği bir fetret devridir. Roma yerküre üzerindeki egemenliğini her geçen gün daha da tahkim etti. Sovyetler deneyimi sözde yeni Babil, yeni Sasani gibi bir yanılsama yaşatsa da Duvar yıkıldı bir gün. Herc-ü merc oldu küremiz, Varşova Nato’ya katıldı, militarizmin düşman rengi yeşile boyandı, Tarihin Sonu’nu yazdı birileri, yani Diyalektiğin Sonu’nu, yani Hegel’in Mutlak Geist’i asıl şimdi hortladı diyordu. Liberal İktisat ve Liberal Demokrasi ve Humanrigts.. Küreselleşme buydu ve bunlarda yeni teslis bileşenleri… Güya ortak aklın, makulün iktidarı, tam özgürlük çağı… Şeytân’ın vaat ettiği cennet bu, ölümsüzlük ağacı.. Zoka’yı yutanlar için küreselleşme namında bir Hâl vardır, Küreselleşen yeni Teslis’i ile Roma, Küresel Roma…
Bir de medeniyetler çatışması olarak bir düzleme oturtulmaya çalışılan bir karşıtlık söz konusu. Batı-Doğu/İslam arasında karşıtlığın temelinde ne var?
Tradisyonalistler’e sorarsanız karşıtlık Batı ile Doğu arasında, İslam sadece Doğu’da bir renk. Hatta karşıtlık Kadim ile Modern arasında. Batı’nın da kadim olanıyla Modern Batı karşıt. Katoliklik belki in, varsa yoksa Protestan Out’u..
Modernistlerimiz’e sorarsanız, ne münasebet derler, İslâm’la Doğu’nun ortak paydası yoktur, tasavvuf zaten karşıt bir dindir, Doğu’dan aşırmadır, İslâm’la arası yoktur. Batı akıl demektir, İslamsa zaten akıl dini.. Öyle olduğu için Aristo’nun aklını aldı Beytu’l-Hikme, ve Batı Rönesansı, Endülüs İslam aklına dayanır. Batı’nın dini Hıristiyanlıkla peygamberler tarihimiz bile müşterek. Dolayısıyla küreselleşme, içinde Müslümanlığın da yer aldığı tarihin, müşterek uygarlığın helvası. Gönül rahatlığı ile yenilebilir. Tarihin sonuna müşterek çaba ile geldik, diyalektik bitti. Toptan Batı’nın İpi’ne, ‘pax globus’a (küreselleşmeye) katılabiliriz.
Ya biz, elbette her iki perspektif de bizden bir parça, ama ya gerçekten biz... Mantıqu’t-Tayr’a tercüman olması gelen vahyin dili. Eğer İslâm Doğu ve Batı’dan beslenmeyen Kutsal Yağ’dan ateşini alan bir tebliğ ise; karşıtlık-farklılığı yer iki yön içinde dile gelmeli, tabi müşterek kelimeleri de…
Vahyin evrenselliğini kastediyorsunuz?
Evet. Doğu-Batı ve Orta Dünya… ‘Tanrı İnsan’la 3 şekilde konuşur’ buyrulur Kelâm-ı Kadim’de.
-Ya bir Rasûl gönderir ve onun üzerinden konuşur. Nil ve Fırat’ın arasındaki Dünya’nın eksenindeki tafdil edilmiş kavimlerin tarihi, medeniyeti Peygamberlik kıssalarıyla yazılmıştır. Genel adı İslâm olan bu okumanın Ekmel periyodunu, mütemmim cüz’ünü bugün biz temsil ediyoruz ve aynı isimle anılıyoruz. İslâm. İbrâhimî Millet... Ümmet-i Muhammed…
-Ya insanlığın kalbine takva ilhamlarını estirir. Doğu’nun da Rabbi’dir o. Meşiyyet’i, böyle bir sınavı takdir etmiş bu kesite. Doğu bilgeliğinin irfânî boyutunda bunun izlerini okuruz. Ezelî Hikmet’te Nübüvvet’in ortak kelimelerinin esâmesi ne kadar kaldı dersiniz.
-Ya da Hicâb’ın arkasından seslenir. Batı’nın da Rabbi’dir o. Hicâb, yani Mâvera. Hicâb bütünüyle Dünyâ’dır hakimlerin dilinde. Yani natura, yani fizik.. Fizik’in ötesinden gelen Rahmânî Sesler’in izinden ne kalmıştır Batı’da bugün. Sofist ukalalığa One Minut diyen Sokrates’in Filo-sophos’u nerede, modernist pişkinlik, post-modernist lakaytlık nerde.. Ya da yine bir batı düşüncesi olan tradisyonalistlik…
SEKÜLER DİNİN PAROLASI KÜRESELLEŞME İŞARETİ AMPULDÜR
Sadece Batı değil Rahmânî olanı yitiren. Küreselleşen Batı düşüncesinin etkisi altındaki Müslümanlar da sekülerleşiyor.
İslâm her şeyden önce bir din. Onu salt sekülere indirgenmiş Batıyla Seküler skala üzerinden karşılaştırırsak buradan İslamcılık doğar. Yani hurafelerinden arındırılmış Seküler bir geçmiş. Bunun Batı ile ne karşıtlığı olmuş olabilir ki. Onun adaleti Humanrigts, kalkınması makineleşme… Yani parolası küreselleşme, vardığı noktada, işareti ampuldür ancak.
İSLAMIN GELECEĞİNDEKİ ÖZLEMİ KÜRESEL MEDİNE’DİR
İslamsa bir tenvir aksiyonu. Nur’un yayılımı… Yerlerin ve göklerin Nur’u olan Allah’tan bir Nur, Nurun ala Nur. Onun tûl-i emel sayılmazsa geleceğindeki özlemi Küresel Medine’dir, Medeniyet, münevver bir Dünyâ. Mühendislerin feneri ile bakarsa bilge adam (Diyojen), adam bulamaz ki. İslâm âhiret için bir tarla görür Dünya’yı, vahiyle sular harsını. Sivilizasyon ekin’i ve nesl’i harab edendir. Onun Civitas’ının içinden kanallar geçer, bizim Medinemiz’den Nil’ler, Fırat’lar. O Refâh’a odaklanmıştır biz Felâh’a.. O Lokma’yı beğenmez GDO’lu ister her şeyi, bizde Hırka’nın bile Hormonsuz’u muteber, tek Besmelesiz olmasın yeter. İslâm Şeytan’ı taşlayandır, Batı’nın Üçlemesi bizzat Şeytan-ı Racim... Cemerât’ta 3 Şeytan Otağı vardır. Büyük Şeytan Batıysa Küçüğü Doğu. Ya Orta Şeytan? O Mağdub ve Dallin olan bir Zamanlar’ın tafdil kılınmış Orta Dünya’sı.
İSLAM BATI’NIN HEP ÖTEKİSİDİR
Şeytanı öldürürken şeytanlaşan bir düşünce sistemi…
İslâm Besmelesi; Allah ve İstiaze’si; Şeytan’ı olan bir Dünya. Batının inancı ise sadece Tanrısını öldürmedi. Şeytan’ı bile yok. Şeytan kendi çünkü. ‘Ve mine’n-Nâs...’ Şeytan’ı olmayan Şeytan’ın Nefs’i vardır. Ve o nefsini, hevâsını ilahlaştırmıştır. Ne emrediyorsa ona Nefs-i Emmâre, memurudur kendi nefsinin. Kendisine güvenli bir yol tutmuştur, diyalektik bitmiştir, tarih hitâme ermiştir. Aksine inanç paranoya’dır ve Batı paranoya olamayacak kadar sağlıklıdır (!). Şizofreni olma şansı (!) bile yok. İşinde ikinci bir Ben yok ki kişilik çatlaması yaşasın. Kendisi ile barışıktır. Aşağılayıcı bir kendisi yoktur içinde. O bedensel olarak evrimleşmiştir, rûhen tekâmül edendir. Ekmel Din’in çağrısına kapalıdır. Tam bir başını kuma sokmuş hayvan örneği… Kumdan kaldıran ise uygarlıklar savaşı diyecektir. İslam Batı’nın hep ötekisidir çünkü.
Şu durumda asıl karşıtlık nerede?
Hakk ile Batıl’da. Zulumât ile Nur’da, Bilen ile bilmeyen’de. Bilen yani kendini bilen… yani Rabb’ini.. Human kalındıkca, İnsan’a terfi etmedikce irfan ne Mümkün.
Dinler arasında diyalog oluşturma çabası var bir de. Diyalog iki dünyayı birleştirebilir mi?
Sivilizasyon ve Medeniyet’in bileşkesi ham hayal. Küresel Roma’nın tasallutu altında bir ta’bid yaşanmakta olan. Liberal yutturma dünyanın nimetlerinden tüm yerküre insanının yararlanması, özgürlüklerin genişlemesi, mahalli despotların kaprislerinden kurtulunması gibi, jan janlar içinde nötür bir kimlik gibi pazarlıyor kendini. Mağdur Dünyanın aydınlarınki tam bir zihin tutulması, tam bir mankurtlaşma… Mısır’ın despotunun bulduğu slogan bunlar, aydınlarımızın virdleri… Musa’ya Saray’da verdiği nimetleri hatırlatarak başına kakıyordu, vefasızlık, kadirşinaslık bilmemekle suçluyordu İbrâni’yi Tiran. Ona Kıptî, Mısrî olma, Hadariyeti’nin mensubiyeti bahtiyarlığını bağışlamıştı ya. Musa’nın Kral Çıplak diyen sesi bu efsunlu sözleri paramparça etti. Fir’avun ancak sihirle yükseltir tahtını, Yed-i Musa ise bir sihir bozandır. ‘İsrailoğulları’nı kendine köle edinmen... sen buna ni’met mi diyorsun.’ Bu Musa’nın sesidir. Tanrı’nın Musa üzerinden işitilen Ses’i. Köleleştirmek, ta’bid, Fir’avnun yaptığı bu.
HAK BATILLA SAVAŞMAZ
Bugün’le benzerliği nedir?
Küresel istikbarın bugün yaptığı da ‘Bırakın, ne isterse tanrılar, onu yapsınlar serbestçe.’ Liberalizmin büyüsü altındaki gerçek bu, rafine, naif, sanal kolonyalizm, hegemonyaya kitlelerin gönüllü katılımı. ‘Kaçınılmaz olan Tecavüz’ü görün, zevk almaya bakın’ ahlaksız teklifi. Tarih’in sonu tam bir küstahlık, Hakkın batılla savaşı muhal olan şey. Nur Zulumât’la savaşmaz, karanlık, aydınlığın olmamasının öteki adıdır çünkü. Perdeler aralanır, pencereler açılırsa ışık odaya girer, futuhât budur, Işık girmeyen eve hastalık girer. Uygarlıklar niye savaşsın ki. Savaş; Hukuku olmayanın kabadayılığı… İslâm’ın bacadan düşme gibi Noel baba hokus pokusluklarıyla işi olmaz. O ‘evlere kapılarından girin’ der, yol ve yöntemle. ‘Şehirlere tek bir kapıdan değil, kapılarından girin’ der. Gönülleri, akılları, sevgileri fetheder. Medeniyet’in futuhâtıdır bizden yana olan. Şeytan ise Deniyet’le Medeniyet’i kapıştırmak istiyor. Elhasıl elimiz armut toplamaz elbet, bir yanağımıza vuran zalime diğer yanağımızı çevirecek değiliz, Ruhema beynehüm de biziz, ‘Küffar’a şedid olan’ da biz. Mabed’deki tefeci tezgahlarını tepeleyen ayak da bize ait, ‘Zâlime zulmünde yardımcı olmayın, onu kazanacak bir sevgi olsun yüreğinizde, yaradandan ötürü sevin’ diyen de biz.
Batı medeniyetinin geldiği noktayı ‘tarihin sonu’ olarak tanımlayanlar var ama insanlar içinde bulundukları durumdan çok da hoşnut ve mutlu değiller. Özellikle İslam dünyasında savaşların ardı kesilmiyor. İslam medeniyetinin/Müslümanların insanlığın bu içine düştüğü duruma yönelik ne tür katkıları olabilir?
İslâm dünyasında ardı arkası kesilmeyen savaşlar… Bu tespitten bakınca… Reel politik buysa eğer, Medeniyet’in tarih’e verecek ne yönü kalır ki. Çuvaldız’ı görüp merteği görememek… Kel baş ve şimşir taraklar… ‘Hayır’ demede ‘hayır’ var diyor realiteyi kabullenmiyoruz. Burun kıvırıcının Hümeze-Lümezesi altında ‘kel’ olan ‘biz’ değiliz, sana da yetecek ilacım var’ diyoruz.
Ancak inkar edemeyeceğimiz bir reel durum da var. Afganistan, Irak, Filistin… kanıyor.
Evet. Tespitin acı olması tespiti yapmaya engel olmamalı. Bedir’den bahseden bir dille bahsedilmez Uhud’dan. Kur’an’ın tarih analizi böyle değil mi? Ama yılgınlık ve yeis dili asla Müslümanca değil. ‘Bunlar Allah’ın Günleri, onu insanlar arasında tedvir eden biziz’ buyrulur.
DİNDAR OLARAK KALABİLMEK BİLE BÜYÜK BAŞARI
1909 Bizim mağlubiyet yılımız. Medeniyet’in Inkıta tarihi. Önderliğin yitirildiği, ta’bid, abede-t-Tağut’un hükümfermâ olduğu yıllar. 100.sene-i devriyesinin içindeyiz. Bir Fetret Devri… Fetret nitelemesi ümitsizliği kırmak için, ye’s haram çünkü. Fetret ara dönem demek, demek ki Medeniyet’ten bahsederken ya Mâzî’ye atfınız vardır ya Âti’ye. Hal, bir Mekke vasatı. İslam’ın garip geldiği yıllara döndüğü yıllar. Medeniyet’ten bahsedebilmek için önce Medine’nin ortaya çıkması lazım. Küresel bir Medine. Tarih’e yön verecek olan o. Medeniyet tarihinin tekrar râşid çizgi üzerinde yükseleceği satıh o. Küreselleşme bölünmüş bir dünyanın varlığını imkansız kıldı, Polarite mekanda değil, içiçe yaşam içinde, değerde. Ya Dünya’nın her tarafında varsınız, ya hiç bir yerinde yoksunuzdur. Bugün var olan Roma, yok olan Medine. Medine’yi önceleyen ise Din. Bugün Medine içinde yaşayan bir Medenî olarak var değiliz, Küresel Roma vatandaşı (Pax Romana) içinde bir Dindar olarak varız. Sivil olamadan, Civitas’ın has vatandaşı olmadan Dindâr olarak kalabilmek bile Büyük Başarı. Avucunda, avurdunda kor ateşi taşımak gibi.
Medine’nin küreselleşmesinden ne anlamalıyız, tersten bir küreselleşme mi?
Küresel Medine bir mühendislik projesi değildir, öznesi ilâhî olan bir vaad-i ilâhi, inşâî ilâhî... Arz-ı Mev’ud gibi bir Vakt-i Mev’ut... ‘Ümmetim yağmur gibidir, başı mı hayırlı olur sonu mu bilinmez’ müjdesini bilinir kılma duası belki. ‘Sözlerimi burada bulunmayanlara duyurunuz, ola ki siz duyanlardan daha iyi anlar, yaşarlar’ umuduna, neden olmasın cevabı belki. ‘Allah nurunu tamamlayacaktır, Küffar istemese’de nassına icmâlî iman. ‘Ağızlarıyla Nur’u söndürmek isterler, Allah Nûrunu tamamlamak ister’ isteğine lebbeyk cevabı. Ne mühendisliği, tamamen Taabbud…
Batılı küreselleşme deyince, kitle iletişim araçlarının dünya çapında yaydığı enformasyon, sermayenin küreyi pazarı kılması… gibi unsurlardan bahsediyoruz. Medine’nin küreselleşmesinde yol haritası ne olabilir?
Evs ve Hazrec birbirlerini kırıyorlardı Peygamber çağının Yesribi’nde, Mekke-Yesrib’le Buas Savaşları’nın Allah bilir kaçıncısını yapmıştı. Yeryüzünde kan döküyor, fesat çıkarıyordu Âdem’in çocukları. Bu vasattan bir Münevver Medine çıkardı Nebevi Proje. Evs ve Hazrec’in kalplerini İslam ile te’lif etti Peygamber (Müellefe-i Qulub). Muhacir ve Ensâr’ı Muahedât akti ile kardeş kıldı. Savaş’tan silm’e yani barışa çıkardı onları, bugün de kaffeten iç barışı öncelikte başarmak zorundayız.
MEKKE VE MEDİNE’Yİ TEKRAREN BARIŞ YURDU KILMALIYIZ
Barışın çekirdeği Haram Topraklar… canlarımız, mallarımızın hürmet’e kavuşturulduğu topraklar ve havâlisi. Mekke ve Medine’yi tekraren bir Harem Bölge, yani Barış Yurdu kılmanın yol ve yöntemini bulmaya mecburuz. Ulusal, mezhepsel aidiyetlerin ötesinde bir Nükleus olarak, Tohum olarak Medeniyet burada düşecektir toprağa, yiğit düştüğü yerden kalkacaktır. Dünya’nın Müslümanları bu Kurucu İrade ile beyinlerini buralarda teksif etmenin, burada buluşmanın, nitelikli bir göç ile tarihin geleceğine damga vurmanın yollarını aramalılar Hicaz’da. Küresel Medine’nin Küresel Muhâcirleri’ni onlar oluşturacaklardır. Beytullâh’ın Çevresi’nde bu Beyt’in Yeni Ehl’i…
Medine’de Muhâcirun’u çevreleyen Ensâr yer alır. Kurucu İrâde’ye destek verenler.. Ensâr ev sahibidir. Göçen değil, kaldığı yeri Hikmet’le biçimlendiren, Hikmet’e Kucak açan, Hikmet’i ağırlayan. Kadim Dâr-ı İslâm’ın toprakları bir Misâk-ı Millî. Orta Dünyâ’nın Doğu’ya ve Batı’ya yürüyüşlerinde biçimlenmiş, Medeniyet’in suladığı topraklarda yaşıyor bugün Küresel Ensâr. Müstakbel Küresel Ensâr’ı kasdediyorum.. Bugün Küresel Roma Hadariyeti’nin evcilleştirilmek istenen, moderne edilecek, ılımlılaştırılacak folklor. Küresel Roma’nın ekonomik vechesi üzerinden tesmiye ederseniz Küresel bir Devlet’ten Söz edebilirsiniz.
ÇOK KÜLTÜRLÜ TOPLUMUN HAMÎSİ YALNIZCA MEDENİYET’İN EVLATLARI OLABİLİR
Tam da Küresel Roma’yı sarsacak bir anlayış: Rekabet yerine kardeşlik!
Ensâr’a düşen yurtlarını Küresel Devlet’in tasallutundan azâde kılacak hükümetlerle teçhiz etmeleri. Hicâz’ın Muhâcirleri Ensâr için bir rehber şemsiye olmalı. Nebevî Medine’nin üçüncü grubunu Ahzab oluşturuyordu. Vatandaşlık Bağı ile bağlı olanlar. Dar-ı İslam coğrafyasının Ehl-i Kitabı, Ekalliyetleri için Küresel Medine bu zengin tarihsel tecrübenin içinden konuşmaktadır, hayallerden, ütopyalardan değil. Başka Kudüs’ün tarihi olmak üzere çok kültürlü toplumun hamîsi yalnızca Medeniyet’in evlatları olabilir. Müstakbel Tarih’in akacağı Münevver Küreselleşme bu olmalı…
İslamın Protestanlaştırılması tartışmalarına ne diyorsunuz? Kapitalist ekonomiye dini dayanak bulmak mümkün mü?
Sorunun iki ayağı varsa da Weber’den beri Protestanlık ile Kapitalist Ruh arasında bir korelasyon kurulması da adettendir. ‘Alınız Batı’nın ilm’ini, fenni’ni’ özeleştirisini yapan geçiş dönemi İslamcılarında galip olan kalkınma ruhu ile bu protestan ruh arasında münasebet kuran literatür de oldukça zengin. Yüzyılın başında Türkiye Modeli üzerinde Kalvinist İslam garabetinde kavramsallaştırmaların Ahi Evran’ın kenti üzerinden yapılmasına da tanıklık etti izleyenler. Sivilizasyon ve Medeniyet’i kendi alfabesi üzerinden okumak en anlamlı olanı olmakla beraber galip olanın mağlup olanı tanımlama yetkisi nedeniyle vakıanın böyle olmadığı da açık. ‘Su’yun su’ya benzemesi’, tarihin tekerrür etmemesi gereği ve tilke ümmetin kad halet ayetinin işaretleri geçmiş ümmetler çerçevesine sığınarak bu şablon kavramlar üzerinden tırnak içi cümlelerle yürümek demek bu niteleme üzerinden konuşmak…
İslam’dan dayanak bulunabilir mi kapitalizme?
Küresel Roma’nın ekonomi politiği kapitalizm. Masum adıyla serbest piyasa ekonomisi. ‘Medine’de narh yoktu’dan yola çıkanlara göre de İslam’ın ta kendisi oluyor bu piyasa. Faiz gibi aşırı unsurları revize edilirse, sosyal politikalarla aşırı mağduriyetler onarılabilirse daha ne olsun. İşte bulunacak dini dayanaklar bunlar… Bu söylemin küreselleşme ile ciddi bir sorunu yok. Baraka Bankaları ile yeni sistemle yol almaya, lokmalarını büyütmeye, hırkalarını versaylamaya teşneler…
AMPULÜN AYDINLIĞINDA KARARMIŞ GÖZLER PARANIN DİNİ, İMANI OLDUĞUNU GÖRECEKLERDİR
Nebi’nin Medine’si Muahedât akti ile başlamıştı yola. Ensar ve Muhâcir’in Kardeşliği Hukuk’u. Evler evlere vasi idi, komşu ev açken, tok olmak haramdı. Ahzab’ın kalpleri ilaf edilecekler sınıfı olarak paylaşımda payları vardı. Ahi Evran’ın Uhuvvet’i Medeniyet tarihinde bu nüve üzerinde yükseldi. Futuhat sömürü değil, bu paylaşıma yeni halkları açmak demekti. Küresel sistemle en olmaz yerde bir uzlaşmaya varırsa eğer Müslüman markalı çevreler işte bu tarihin tekerrürü demek olacak. İshâkîler’in son Elçisi, İsa Mesih Yahudileri bu noktada bulmuş, Engerekler nesli diye bu Şeytâni dini lanetlemiş, Süleyman Mabedi’nde açılmış bankaları yerle yeksan etmek istemişti.. İsmâiler’in Son Elçisi Muhammed a. ümmetine işaretlediği yıldızlardan Ebû Zerr için ‘bu Ümmet’in Mesih’i’ der. Yani İsevî Tabiat. Küresel Medine var olacaksa eğer bir gün, işte bu tabiat üzerine yükselecektir. Kapitalin devlet olduğu, kapitalin Dünya’ya vaziyet verdiği bir kokuşmuş zamanın Roma’sına bu İsevi ses hayır diyecek. ‘Hem Allah’a, hem Mammon’a (kapitale) kulluk etmenin imkansızlığını öğretecektir. Bu Ümmetin Mesihler’i hayata nüzul edecek, Hubb-i Cem-i Mâl’i, mal biriktirme sevgisini lanetleyeceklerdir. Para’nın dini, imanı olduğunu ampulün aydınlığında kararmış gözlere tenvir edeceklerdir.
Teşekkür ederim.
Kemal Ersözlü kimdir?
Eğitimci. 27 Mayıs 1962 Kayseri Doğumlu. Fırat Üniversitesi'nde tabi bilimler okudu. 1990 sonrası 12 yıl Almanya merkez olmak üzere Avrupa'da iskan etti. Ulum el-Hikme Konsepti altında topladığı Dilbilim, Bilim Tarihi ve Bilim Felsefesi, Genel Düşünce Tarihi, Medeniyet Tarihimiz gibi 7 ayrı disiplinde 17 senedir seminerler düzenliyor. Tertiller başlığı altında 13 Mekke Yılını aktüalize eden Kur'an Okumalarına rehberlik çalışmalarını 1983 den beri sürdürüyor. Çalışmaları çerçevesinde özel bir imla kullanan Ersözlü halen Davud el-Kayserî K.D. bünyesinde Eğitim Danışmanlığı yapıyor. Evli, bir çocuk babası.
kaseride oşmadığımız için derslere iştigal edemiyoruz busöyleşi için teşekkürler
devamın bekleriz...