banner39

Keyfi hukukla mahkum edilen Mısır gençliği

Mübarek sonrası dönemde yönetimi ele alan askeri yapının yönetiminde devrimci halk arasında ilk ciddi çatlaklar oluşmaya başladığı gibi askeri yönetimin de alttan alta hissettirdiği şedit devlet uygulamaları tansiyonu zirvede tuttu

Dünya 09.02.2016, 13:37 28.04.2016, 17:38
Keyfi hukukla mahkum edilen Mısır gençliği

Deniz Baran

Henüz birkaç yıl önce Ortadoğu ve Mağrib bölgesini kasıp kavuran Arap Devrimleri sırasında gündemde en öne çıkan ülke Mısır olmuştu. Mısır’ın bölgedeki en büyük devletlerden biri olması, oldukça kalabalık bir nüfusa sahip olması doğal olarak gündemde öne çıkmasını sağlıyordu ancak yegâne etkenler bunlar değildi. Mısır’daki protestoların kitleselliği ve barışçıl karakterini baştan sona koruması, ayrıca Mübarek’in devrilmesi ile sona ermek bir kenarda dursun yeni başlayan devrim yolculuğu Mısır’ı öne çıkaran diğer etkenlerdi. Nitekim bu evrelerin hepsini başarıyla (Mübarek’in devrilmesi) sona eren ilk evre gibi olumlu bir hava ile geçmek mümkün olmadı Mısır için.

Mübarek sonrası dönemde yönetimi ele alan askeri yapının yönetiminde devrimci halk arasında ilk ciddi çatlaklar oluşmaya başladığı gibi askeri yönetimin de alttan alta hissettirdiği şedit devlet uygulamaları tansiyonu zirvede tuttu. Tahrir Meydanı başta olmak üzere sokaklar ve caddeler tekrar tekrar dolup boşaldı. Seçim kararı ile beraber sular duruldu ve eski rejim ile devrimin lideri olarak öne sürülecek yeni idarenin yarışması safhasına geçildi. Devrimci güçler arasındaki derin ayrılıklar eski rejimin seçimin kazanan tarafı olmaması için öyle veya böyle bastırıldı ve en örgütlü yapı olan Müslüman Kardeşler’in adayı etrafında ilk demokratik seçimden zafer ile ayrılmak mümkün oldu. Ancak “öyle veya böyle” bastırılan ayrılıkların su yüzüne çıkması çok vakit almayacaktı. Müslüman Kardeşler ile diğer devrimci gruplar arasındaki sürtüşme, eski rejim unsurlarının da dahli ve parlamento ile başkanlığı almış Müslüman Kardeşler hükümetinin halkın genelini tatmin edemeyen yönetimi ile çok kısa sürede büyük bir kaosa kapıyı açtı. Protestolar tekrar başladı, caddeler ve Tahrir bir sene içinde tekrar doldu. Bu kaotik süreç ise cuntanın güç boşluğunu doldurması ile tamamlanıp o günden bugüne askeri rejimin şedit yönetimi altında bastırılmış olan ve darbe gölgesinde bir Mısır’a tanıklık ediyoruz.

Bu yazının hikâyesi ise bu noktada başlıyor. Hakkında çok şey yazılan darbe sonrası Mısır’daki cunta rejiminin ne kadar acımasız ve adaletsiz olduğunu klişe söylemlerle tekrarlamak değil amaç. Tüm devrim sürecinde aktif olarak yer almış ve nihayetinde darbe sonrasında Mısır hukuk sisteminin içine düştüğü dipsiz çukuru bizzat deneyimlemiş bir dostumun hikâyesinden bahsedeceğim. Genel geçer söylemler yerine bizzat muhatabından dinlediğimiz bir mahkûmiyet öyküsü ile 2013’ten bu yana Mısır’da olanlara 1. gözden bakma fırsatı yakalayacağız. İnanıyorum ki kimi zaman böyle yaşanmışlıkları bilmek, genel analizlerden daha çarpıcı şekilde tabloyu ortaya koyacaktır. Mısır’ın gitgide çarpıklaşan hukuk düzeninin tablosunu…

Hikâye, Mursi’nin devrilmesinden sonra Mursi destekçilerinin Rabia Meydanı’nda toplandığı ve Müslüman Kardeşler taraftarlarına karşı cadı avının başladığı günlerden birinde başlıyor. Güvenlik sebebiyle hikâyede adını kullanmayacağım dostum o günlerden birinde, saat 2.00 civarında, dört arkadaşıyla şehirde yolculuk yapıyor. Yanlarında yaralı bir kişi de taşıyorlar. Rabia Meydanı yakınlarında yer alan Abbas el Akkad Caddesi’nde hırsızlık yaptığı gerekçesiyle zaten kalabalık ve gergin olan sokaklardaki insanların hışmına uğramış olan bir kişiyi hastaneye götürmek derdindeler. Kahire’nin 5. Bölge denilen bölgesinden (Rabia Meydanı’na pek de yakın olmayan bir bölge) geçerlerken polis kontrol noktasında durduruluyorlar. Ehliyet kontrolü yapan polis, durumdan şüphelenip arabadaki 5 arkadaşın isimlerini telsizle merkeze bildiriyor. Dostumun arkadaşı olan arabadaki iki kişi aynı zamanda kardeş ve bu kardeşlerin babası 90’lı yıllarda Müslüman Kardeşler ekibinden parlamentoya giren isimler arasında. Hakkında rejimin tuttuğu kabarık bir dosya mevcut. (Madem yazımızın konusu hukuk sistemi, bu kabarık dosya meselesine değinmeden geçmemek gerekiyor. Mısır rejimi vatandaşlarını oldukça iyi fişliyor ve iktidarlar, başkanlar ne kadar değişirse değişsin bir şekilde bu dosyaları ulusal güvenlik arşivlerinden kaldırmak mümkün olmuyor. Fişleyen rejim hafızasını da her zaman taze tutuyor) Bunu fark eden polisler herhangi geçerli bir sebep göstermeksizin dostumu ve 4 arkadaşını gözaltına alıyor; yaralı kişi de polislerce teslim alınıyor.

Gece polis merkezinde sorguya alınan beş arkadaşa ısrarla Rabia Meydanı ile ilgili sorular soruluyor. “Ne planlıyordunuz, ne yapıyordunuz, ağzınızdaki baklayı çıkarın” tarzı sorularla başlayan sorguda dostumun tabiriyle aptalca sorular da peşi sıra gelmeye başlıyor: “Bombaları nereye bıraktınız, öldürdüğünüz insanların cesetlerini nerede tutuyorsunuz, silahları nereye saklıyorsunuz?”

Dostumun anlattığına göre polisler gözaltında sorgu yaparken “Tahrir’e bombalar kurduğunuzu biliyoruz.” diyormuş. Bu kanıya dayanarak ısrarla soru sordukça ve bu 5 arkadaş herhangi bir iddiayı kabul etmedikçe dayak atılıyormuş. Kötü muamelenin henüz karakolda, elde hiçbir kanıt dahi yokken bir kanaat üzere başladığı aşikar hâle geliyor. Tabii eğer polisler samimi olarak böyle bir inanca sahipse o dönemli paranoyayı da gözlemleyebiliriz. Ancak dostumun dediği kadarıyla polisler sorulara cevap dahi beklemeksizin dayak atıyor ve gülüp alay ediyorlarmış. Samimi bir inanç olmadığı kanaatini veriyor bu durum.

Sorgudaki suçlamaları atılan dayağa rağmen dostum ve 4 arkadaşı hiçbir ikrarda bulunmuyor. Ancak mevcut suçlamalara dair bir bulgu elde edemeyen polis çok farklı bir dayanak buluyor bu sırada kendisine: 2 kardeşten birinin telefonu karıştırılırken bulunan bir fotoğraf. Hamas liderlerinden olan eski Filistin Başbakanı İsmail Haniye ile çekilmiş bir fotoğraf. Aslında fotoğrafta garipsenecek hiçbir şey yok çünkü bu fotoğraf Haniye’nin –telefonun sahibi arkadaşın babasının da çalıştığı- El Ezher Üniversitesi’ne ziyareti sırasında çekilmiş bir fotoğraf. Fakat adeta sorgudan elde edemediklerinin acısını çıkaracak fırsatı bulan polis bu sefer bu fotoğraftan yola çıkara başka sorular sormaya başlıyor:

“Nerede eğitildiniz? Gazze’de mi Sina’da mı?”
“Sizi eğiten Filistinli’nin adı neydi?”
“Gazze’den Rabia’ya silahları getirenlerin isimleri ne?”
“Uçak uçurabiliyor musunuz?”

Dostum şu an hatırlayamadığı buna benzer başka soruların da sıralandığını söylüyor. Bu yıpratıcı sorgu sabah 9.00 civarına kadar sürüyor. Sonrasında üç arkadaşın isimlerini ve işlerini söyledikleri kısa bir kamera kaydı yapılıyor, bir çift fotoğraf çekiliyor. Daha sonra yukarı çıkarılıyorlar ve orada önceki gece hastaneye taşıdıkları adamı görüyorlar. Ancak bu şahıs ciddi bir yardım görmek kenarda dursun dayak atılmış ve üstü başı kanla kaplanmış bir hâlde. Polisler dostumu ve arkadaşlarını bu şahsın karşısına koyuyor ve “Seni götürenler bunlar mıydı?” diye soruyorlar. Başta ses vermeyen yaralı şahsı biraz daha tartaklayınca polis “Evet, evet onlardı.” diye bağırıyor adam ve bunun dışında bir diyalog olmuyor. Dostum ve arkadaşları hızlıca tekrar aşağı indiriliyor ve aynı akşam Scorpion isimli hapishaneye sevk ediliyorlar.

“Peki o yaralı adamın cebir altında ikrar ettiği şeyin anlamı neydi, neye dayanak olarak kullanıldı, gerçekten de siz götürüyordunuz adamı zaten?” diye sorduğumda “Biz de başta hiçbir şey anlamadık. Hiçbir fikrimiz yoktu ne ile suçlandığımıza dair.” diye cevap veriyor gözaltına alınmış dostum. “Birinci duruşmaya, ki belirtmem lazım ilk duruşmalara biz katılmadık, bizim katılmamıza izin verilen ilk duruşmaya girdiğimizde durumu anladık. O adama uygulanan cebir ile bazı kağıtlar imzalatılmış ve o ikrarı bunları teyitleyici olarak kullanılmıştı. O kağıtlarda bizim o adamı işyerinden kaçırıp işkence yaptığımız, parmağını kestiğimiz gibi suçlamalar yazıyordu.”

Apar topar hapishaneye sevk edilen 5 arkadaş herhangi bir resmi suçlamadan, açılan davadan, verilmiş karardan haberdar değil. Nitekim en temel insan haklarına aykırı olacak şekilde hızlıca uygulamaya konan infaz durumu, bu arkadaşlar mahkemenin ilk duruşmasına çıkıp da resmi ağızdan bir şeyler duyana kadar sürüyor. Özetle bir önceki gece hastaneye yetişme telaşıyla Kahire’de yolculuk yapan 5 genç bir gece boyunca işkenceye maruz kalıp akabinde kendini Scorpion Hapishanesi’nde buluyor. Bu arada not düşmek gerekir ki işkencenin boyutu ağır dayak ve bazı cinsel tacizlerin ötesine geçmiyor. Yani elektrik verme tarzı uygulamalar yapılmıyor.

36 saat içinde Scorpion’a aktarılma meselesinin olağanüstü bir uygulama olduğunu arkadaşım da söylüyor. Normalde 15 gün olan gözaltı süresinin ilk 5-10 günü polis merkezinde, icap ederse son üçte biri hapishaneye nakil olarak geçirilir diyor. Bu seferki uygulama ise çok hızlıydı.

“Hapishanedeki ortam nasıldı?” diye sorunca “Bunu anlatarak bir kitap doldurabilirim. Sadece özet geçeyim” diye karşılık geliyor. “1 kişilik hücrelerde 5-7 kişi civarı kalıyorduk. Sadece bir musluk ve bir tuvalet vardı. Güneş yoktu, dışarı çıkıp hava alacağımız bir ara da. 7 gün 24 saat hücrede idik. Eğer bir ziyaretin yoksa kapı açılmıyordu ve yemek kapıdaki delikten fırlatılıyordu. Nasıl yakalayabilirsen öyle yakalıyordun. Yemekleri yakalamak için genelde plastik torbalar kullanıyorduk. Öğünler de pek yenilir durumda olmayan bir veya iki dilim ekmek, küçük bir porsiyon pilâv ve pişirilmiş çeşitli sebzelerden oluşuyordu. Herhangi bir yetkilinin yanında hatta onunla konuşmak yasaktı. Hücredeki herhangi bir konuşma, koridorlarda düzenli olarak nöbet tutan gardiyanlarca duyulmaktaydı.
Ziyaretler sadece 5 dakikaydı ve içeriye girişine izin verilen tek şey ziyaretçinin, ailenin getirdiği bir kişilik porsiyondu. Onda da en fazla iki adet şeye izin veriliyordu. Daha ne denebilir bilmiyorum, her şey anlatılabilecek şeylerden daha iğrençti.”

“En başta yardım ettiğiniz ve ikrarına dayanılarak hapse atıldığınız o adamdan haber aldınız mı?” diye soruyorum. “O adama ne oldu hiçbir fikrimiz yok, inşallah iyidir. O adamın dedikleri ne olursa olsun biz bir şekilde hapiste olacaktık zaten. Asıl tutulma sebebimiz, aramızdan iki kişinin bilinen bir Müslüman Kardeşler mensubu olmasıydı. O adamın ikrarını sadece biz insanları öldürüp parmaklarını kesiyor ve bedenlerini saklıyormuşuz gibi göstermek için kullandılar Rabia sürecinde.”

Çok merak ettiğim bir kısma geçip duruşma hakkında birkaç soru sormak istedim. Girebildikleri ilk duruşmaya kadar tüm hukuki usuller facia idi. Ancak sonrasında bir şeyler değişti mi öğrenmek istiyordum. Önce avukatları ile olan ilişkilerini sordum. Ne de olsa en kötü koşullarda dahi avukatla savunma hakkı –şeklen de olsa- çiğnenemezdi benim görüşüme göre. “Bize bir avukat verildi. Onu da ilk girdiğim duruşmada gördüm, nasıl hâkimleri ilk kez görüyorsam.”

“Peki, savunması neydi?” diye sorduğumda ise net bir cevap geldi: “Hangi savunmaJ”

“İlla ki bir şeyler yapılmıştır canım…” ısrarcı olduğumda da “Elbette avukatların dilekçe yazıp vermesi usulü mecburi. O yapıldı fakat bize hiçbir savunma şansı verilmedi. Hiç konuşmadık. Savunma konuşması talebimiz reddedildi, hatta duruşmalara dahi bir kez girebildik ve diğer duruşmalar yokluğumuzda yapıldı.”

Doğru dürüst savunma hakkı dahi kullandırılmamıştı ve tutuklandıktan tam 1 yıl sonra cezaya (indirimlerle beraber 2 yıl civarı) mahkûm edilmişlerdi. Akıl almaz bir tutukluk süreci sonunda benim de şaşkın bakışlarla birkaç ay önce Kahire’de görüştüğüm dostumu hapse uğurladığım bir yaz günüydü. Devamında da onu ziyaret edebilenlerden süreci takip etmeye çalıştık. Dostumuz nadir de olsa bize mektuplar yolluyordu. Hayat neşesini tüm zorluklara ve haksızlıklara rağmen yitirmemiş olması bizim için dokunaklıydı. Ancak haksızlık ne kadar büyük olursa olsun 1 yıldan fazla süre geçmişti ve biz de alışmıştık. Cezasını doldurup çıkmasını bekliyorduk. Ben de bir yandan periyodik olarak yaptığım Kahire ziyaretlerinin hangisinde onu tekrar görebileceğimi merak ediyordum. Çok önemli ailevi bir mesele için yapacağım bir ziyaret öncesinde sürpriz şekilde dostumun salıverildiğini öğrendim, yakın zamandaki ziyaretimde onu görebilecektim. Nitekim bu yazıyı yazmamı sağlayan sohbeti de o görüşmede yaptım. Nasıl çıktığı sorusunu da o görüşmeye sakladım.

Dostumun temyiz mahkemesince kararın bozulması ile salıverildiğini düşünüyordum. “Bak, kararın bozulması gibi bir durum yok. Temyiz talebi yapmıştık ama tüm temyiz taleplerimiz reddedildi. Kimse hâlâ masum olduğuma karar vermiş değil. Sadece infazın 3’te 2’si hapishanede yerine getirildiği ve benim iyi hâlli olduğuma kâni oldukları için şartlı salıverilme koşullarının da mevcut olduğuna karar verdiler. Önümüzdeki Temmuz’a kadar cezamın infazı sürüyor ancak denetim altında olacağım.”

Hukuki garabet geç de olsa düzelmemişti yani… Başka kötü sonuçlar da vardı. Dostumuzun seyahat hakkı hâlâ kısıtlı olacaktı ve bir süre yurtdışı yasağı olacaktı. Ayrıca sicili dolu bir vatandaş olarak zorunlu askerlik hizmeti 3 yıla çıkarılmıştı. Bir de not ediyordu: “Aslında hâlâ hapiste olan arkadaşlarım benden daha da iyi hâllilerdi ama oradalar. Benden daha fazla burada olmayı hak ediyorlar. Ama yine de elhamdülillah, Allah en iyisini biliyor.”

Serbest kalmasına dair umduğum cevapları alamasam en nihayetinde artık serbestti ve ben de onunla tekrar görüşmenin, dostumun tükenmek bilmeyen enerjisine ayak uydurmaya çalışmanın keyfini sürdüm.

Ne de olsa gerçekten Mısır’da ciddi şekilde insan hakları, savunma hakları ihlal edilen binlerce insan arasında –tüm çektiği acılara rağmen- şanslı bile sayılırdı hâlâ…

Arkadaşımın hikâyesi ile Mısır’ın iyice çarpıklaşan adalet sistemini gözler önüne sermekti bu yazının amacı, Arap Baharı’na dair bir sohbet değil. Ancak yine de bu zulüm çemberinin içinden geçmiş bir genç olarak tüm olan bitenlerin akabinde devrime dair ne düşünüyor diye sordum kendisine. Cevabını buraya da aktarmak isterim:

“Kimileri askerin Mübarek’in planları ile arasının iyi olmamasından ve oğul Mübarek’in bir sivil olarak iktidarın yeni sahibi olarak yol almasından ötürü ordunun sokaklara benzin döküp sonucunu izlediğini söylüyor. Bu mantıksız değil, bizim nasılsa 60 yıldır her gün yüzlerce Khalid Said’imiz oldu. Ancak resmin ordudan daha büyük olduğunu düşünüyorum, devrim aynı anda birçok yerde oldu. Rejim şu an ise birçok şeyden korkuyor, mevcut durumu iyi değil. İkinci bir devrimin ilki gibi olacağını düşünmüyorum. Tarih tekerrür eder derler, evet ama 5-10 yılda tekerrür edeceğini sanmıyorum. Ancak bir dahaki rejim değişimi halkın talebiyle olacak, bir grubun ve kliğin ajandasıyla değil. Ve inanıyorum ki o devrim de 25 Ocak Devrimi kadar ani ve tatlı olacak.

Ve tabi ki hiçbir şeyden pişman değilim! Neden olayım? Olanlar kimin planı olursa olsun oldukça olumlu bir şey ortaya çıktı ve yapabileceğimiz kanıtladık! Şu an ne kadar kötü günler geçirirsek geçirelim, ruhumuz ne kadar azalmış olursa olsun bir kez yaptık ve yine yapabiliriz. Kimse ne zaman, nasıl olacağını söyleyemez ancak herkes bir sonraki vakti bekliyor. Bu seferki çok daha iyi olacak! Şu an sadece gençlerin beli rüzgârdan biraz bükülüyor.”

Yorumlar (0)
Günün Anketi Tümü
Türkiye İsveç'in NATO üyeliğine onay vermeli mi?