Libya'da iç savaşın ayak sesleri
Libya’da hiçbir siyasi ve sosyal grup ülkeyi tek başına yönetebilecek güçte değil ve bütün güçler birbirlerine muhtaç durumda...

Levent Baştürk
Kaddafi sonrası dönemde Libya’nın karşı karşıya olduğu en büyük sorun istikrar ve güvenliğin sağlanamaması oldu. Ülke, diktatörlük sonrası dönemde büyük umut ve beklentiler içinde ilk serbest genel seçimleri 7 Temmuz 2012’de gerçekleştirmişti. Ancak meşruiyetini seçimden alan bir Meclis ve hükümetin görev yapıyor olması istikrarsızlığın derinleşerek devam etmesinin önüne geçemedi. İlk çıkışını Şubat 2014’de yapan ama asıl adımlarını Mayıs ayı içinde atmaya başlayan CIA bağlantılı, Mısır ve Körfez destekli eski general Halife Hafter istikrarsızlık içinde olan ülkeyi iç savaşa götüren gelişmelerin yolunu açtı.
2012 Seçimlerinin aksine, ne bu yılın Şubat ayında yapılan Anayasa Meclisi seçimleri ne de Haziran’da gerçekleştirilen Temsilciler Meclisi seçimleri ülkede yeni bir umudun kapısını açabildi. Aksine, gerek çok düşük katılım oranları ve gerekse ülkedeki var olan kamplaşmada, Hafter tarafına monte olmuş halleriyle bu yapılanmalar çözümsüzlüğe giden yolu kısaltan bir rol oynadılar. 25 Ağustos 2014 itibariyla, iki meclisli ve iki hükümetli bir Libya ortaya çıkmış durumda.
MISIR’DAN LİBYA’YA AKAN MÜSLÜMAN KARDEŞLER KARŞITI DALGA
Kaddafi sonrası dönemde, Kaddafi döneminin mirası olan devlet kurumlaşmasındaki yetersizlik en fazla etkisini güvenlik alanında gösterdi. Devletin zayıf güvenlik birimlerinden daha donanımlı olan milis güçlerin kendi arzuları dahilinde hareket etmeleri devletin zaafiyetini ve hatta acziyetini daha da derinleştirdi. Devlet güvenlik birimlerine katılmayı kabul etmiş milis güçler bile, devletin otoritesi altında çalışan bir birim gibi hareket etmek yerine, özerk ve kendi liderlerinin emri altında hareket etmeyi tercih ettiler. Milis kuvvetlerinin bu hal ve tavırları yanısıra, bölgeler, kabileler ve siyasi güçler arasındaki çekişmeler de devlet otoritesinin tesisini giderek zorlaştırdı.
Aslında 7 Temmuz 2012 seçimleri, 1969'dan önce sadece bir serbest seçim tecrübesi olan Libya için yeni bir sayfanın açılması açısından iyi bir başlangıç olabilirdi. Seçimler büyük bir ilgi görmüştü ve bir kaç münferit vaka sayılmazsa genelde sükûnet içinde geçen bir seçim olmuştu. Ancak seçim öncesinin yoğun siyasi, bölgesel, şehirlerarası ve kabileler arası çatışma ve çekişme ortamı seçim sonrasına da yansıdı.
Hiç bir gücün tek başına siyasi dengede üstünlüğü elde edemeyeceği bir ortamda, geçiş döneminde ortak menfaatler üzerinde birlikte hareket etme yerine, taraflar birbirleri üzerinde hakimiyet kurma rekabeti içine girdiler. Böylece seçimlerle birlikte gelen iyimserlik ortamı yerine giderek milislerin etkisinin ağırlaştığı karamsarlık ortamın her yönüyle hissedilmeye başlandı.
Ancak ülkeye hemen hemen her alanda hakim olan bu çözümsüzlük ortamında, yaşanan bütün olumsuzlukların faturasının Müslüman Kardeşler Hareketi (MKH) ve onun siyasi partisi Adalet ve İnşa Partisi'ne (AİP) çıkarılmak istendiği de ortada. Bu suçlu tablosunun ortaya çıkmasında, Batı medyasının da önemli bir katkısının olduğu da aşikar.
Libya’da, Batı basınının “liberal” ve “seküler” olarak nitelediği zümrenin asıl ayırt edici özelliği çok daha farklı bir nitelikten kaynaklanmakta. Bu zümrenin Kaddafi döneminde önemli makamlarda bulunmuş olma, içeride kuvvetli kabile bağları ve dışarıda kuvvetli bağlantılara sahip olmak bunların asıl tanımlayıcı vasfını oluşturmakta.Dolayısıyla bunlarla Kaddafi döneminin başka bir maske altında yeniden hortlayacağından korkan geniş bir kitle arasında devam eden bir mücadele var. Özelde MHK ve genelde İslamcılar bu mücadelede eski rejimin başka bir görüntü altında devam etmesini istemeyen daha “yerli” bir kesim içerisinde yer alıyor.
Ancak gerek Batı medyası gerekse de dış destekli sözde liberal ve seküler elitlerler genelde İslamcıları ve özelde ise MKH’yi şeytanlaştırmak suretiyle daha “yerli” olarak nitelendirilebilecek geniş bir yelpazeyi toptan gayrimeşrulaştırıcı bir çaba gösteriyorlar. Ülkeyi bütünleştirmek ve istikrara kavuşturmak iddiası ile başkaldıran Hafter, katılım oranı nispeten yüksek bir seçim sonucunda oluşmuş Milli Genel Konge’nin otoritesini tanımadığını ilan etmesinin ardından başta hava kuvvetleri olmak üzere ordunun önemli kısmının ve dış bağlantılı siyasi güçler ve müttefiklerinin desteğini aldı.
Mısır’da ülkenin seçilmiş başkanı Mursi’ye karşı gösterilerin yoğunlaştığı dönemde MKH karşıtı bir ortamın oluşması için Tunus ve Libya’da da girişimler kendisini göstermeye başlamıştı. İşte böyle bir ortamın ürünü olarak CIA bağlantılı Hafter, Mısır’daki darbe yönetimi, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile koordine halde ilk çıkışını Şubat 2014’de yapacak ve Mayıs ayında da eylem planını icraate dökecekti.
BATILI ÜLKELER DEVREDE
Libya’nın içine sürüklendiği kaotik ortamda her bir yeni gün yeni gelişmelere gebe. 24 Ağustos günü Libya'da bir kaç saat içinde üç önemli gelişme kendisini gösterdi. Birincisi, resmi makamlarca kime ait olduğunun bilinmediği söylenen savaş uçakları iki gün önce de olduğu gibi, Trablus'taki Fecr-i Libya Kuvvetleri (FLK) merkezini, iki defa farklı zamanlarda bombaladı. Can kaybına da yol açan Trablus üzerindeki hava saldırısı operasyonlarının Mısır ve BAE ortak yapımı olduğu da artık açığa çıkmış durumda.
Diğer bir gelişme ise Libya Devrimci Operasyonlar Odası öncülüğünde Fecr-i Libya Kuvvetleri adı altında birleşen Trablus ve Mısrata merkezli –Islamcı olan ve olmayan- grupların Trablus havaalanını Zintan milislerini püskürterek ele geçirdiklerini açıklamaları oldu. Ülkedeki en disiplinli ve donanımlı askeri güçlerden biri olduğu kabul edilen Zintanlı milislerin havaalanındaki hakimiyetinin kırılması başkentte Hafter yanlısı güçlerin etkisizleştirilmesi anlamına geliyordu.
Üçüncü olarak da, 2012'de Mahmud Cibril'in Milli Güçler İttifak'ından (MGI) Milli Genel Kongre'ye (MGK) seçilen ancak 2014 yılı içinde yollarını ayıran eski Kongre sözcüsü Ömer Hümeydan, yeni oluşturulan Temsilciler Meclisi'nin (TM) illegal olduğunu ve Kongre'nin Trablus`da tekrar açılacağını bildiren bir açıklama yaptı.
Uluslararası Trablus havalimanının Fecr-i Libya Kuvvetlerince ele geçirilmesi üzerine Haziran 2014 seçimlerinin ardından oluşturulan ve çalışmalarını doğuda Hafter kontrolü altındaki Tobruk`ta sürdüren TM, Trablus havaalanını ele geçiren FLK’yi ve onların Bingazi’deki müttefiki ve şehri büyük ölçüde konrolü altında bulunduran Bingazi Devrimciler Şurası’nı (BDŞ) terörist örgüt olarak kabul ettiğini açıkladı. Ve ardından Trablus üzerinde daha yoğun ve organize “gizemli” hava saldırıları düzenlendi.
Açıktır ki, Mayıs ayının ortasından beri başlamış olan iki kamp arasındaki sıcak çatışma, sonunda ülkenin iki başlı bir idareye kaymasını dayatmış bulunuyor. Ülkenin ikinci ve doğudaki Sirenayka bölgesinin en büyük şehri olan Bingazi’de Fecr-i Libya’nın müttefiki olan BDŞ’nın hakim olması şimdilik ülke içi güç dengesinin Hafter karşıtı unsurların lehinde olduğunu gösteriyor. Ancak bu durum iki farklı yerde, iki farklı meclis ve hükümetle kendisini gösteren fiili bir ayrılığı da doğuruyor. MGK’nin yeniden faaliyete geçeceğinin açıklanmasının ardından 25 Mayıs’ta açıklamayı yapan Ömer Hassi Trablus merkezli hükümetin başbakan adayı olarak ilan edilmiş durumda.
İşin ilginç olan tarafı şu ki, Trablus’ta yerli unsurlar hakimiyetlerini sağlayıp MGK’nın yeniden toplanması ve yeni hükümet kararı verene kadar harekete geç(e)meyen Batılı çevreler dün iki açıklama yaptılar. AB Sözcülüğü tarafından yapılan açıklamada Trablus üzerine düzenlenen “faili meçhul” uçak saldırıları ve Trablus ve Bingazi’deki çatışmalar kınanırken Tobruk’ta toplanan Temsilciler Meclisi’nin de meşruiyetini tanıdıklarını ilan ediyordu. Yeni hükümet çalışmalarının kapsayıcı bir biçimde yürütülmesi çağrısını yapan açıklamanın en önemli yeri ise BM Güvenlik Konseyi’nin Libya’yı gündemine almasının üzerine yapılan vurgu idi. Konsey, Libya’daki siyasi ve güvenlik durumunu ele alacak ve barış ve istikrarı bozulmasından sorumlu olanlara karşı alınacak tedbirleri tartışacaktı. AB tarafından yapılan açıklamayı, aynı nitelikte ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya tarafından yapılan açıklama izledi.
Hafter’in girişine darbe diyemeyenlerin ve hatta olumlayanların Trablus’da dengeler değişince anında harekete geçmesi bu açıdan gözden kaçırılmaması gereken bir durum. Aslında bu iki açıklama, çatışan iki tarafa da itidal tavsiye etmekle beraber, var olan çatışmada açık bir şekilde taraf alınmış olduğunu da gösteriyor. Bir önceki seçilmiş yasama organına karşı isyan etmiş olan Halife Hafter’in koruması altında toplanmış olmakla apaçık bir şekilde ülkedeki çatışmada taraf seçmiş olan, başkentte toplanmayan ve toplumun büyük çoğunluğunu temsil etmeyen bir Meclis’in meşruiyetini böylece tanınmış oluyor.
Bu durum ise kurulacak hükümette kapsayıcılık talep etmeyi anlamsız kılmaktadır. Açıklamanın bir diğer anlamsız tarafı da, günlerdir tekrarlanıyor olmasına rağmen Trablus’a saldıran uçakların menşeinin tesbit edilememiş olduğunun varsayılmasıdır. Bu şartlar altında Güvenlik Kurulu’nda yapılacak müzakereye verilen desteğin, daha çok dış bağlantılı eski rejim artıklarına karşı mücadele veren oluşumlara karşı olduğu açıktır.
LİBYA’DA ÇARPIŞAN TARAFLAR
Türkiye’de de Batı basınının etkisi altında kalarak Libya’daki çatışmaları İslamcı-İslamcılık karşıtlığı dikotomisi üzerinden okumak hayli yaygın bir durum. Nitekim, Trablus havaalanının Zintan milislerince ele geçirilmesinin ardından başkentin İslamcıların kontrolü altına geçtiği iddia edildi. Oysa Fecr-i Libya operasyonunda birlikte mücadele eden grupların tümü İslamcılardan oluşmadığı gibi, zaten halkın büyük çoğunluğunun liberal ve seküler olma gibi bir kaygısı da yok. Bunun farkında olan Mahmud Cibril ısrarla kendisinin seküler ve liberal olduğuna dair rivayetleri yalanlamış ve kendisinin hiç bir zaman seküler ve liberal olduğuna dair açıklama yapmadığını belirtmişti. Libya’daki çatışmaları tek bir nedene indirgeyerek tartışmak fazla bir anlam taşımıyor. Bu çerçevede 7 Temmuz 2012 seçimlerinden sonra ziyaret ettiğimiz Mısrata kökenli Vatan İçin Birlik Partisi lideri Abdurrahman Süvehli ile olan görüşmemizi aktarmamız belki yerinde olacaktır.
Ancak Süvehli ile olan görüşmemizi aktarmadan önce Mısrata şehri üzerine kısa bir açıklama yapmak yerinde olacak. Libya’nın üçüncü büyük şehri olan Mısrata aynı zamanda bir liman şehri ve Libya’da ekonomik girişimciliğin kalbi. Sosyal değerler açısından oldukça muhafazakar olan Mısratalılar, çalışma ve iş hayatına yaklaşım tarzlarıyla Libya’nın genelinden ayrılıyorlar ve girişimci karakterleriyle ün yapmışlar. Bu bakımdan, Mısrata için Libya'nın Kayserisi desek pek de yanlış olmaz.
400 bin nüfuslu Mısrata halkının yaklaşık üçte ikisi kendilerinin Türk kökenli olduklarına inanmakta. Osmanlılar zamanında bölgeye yerleştirilen yeniçeriler ve Anadolu’dan gelen toplulukların torunları olmaları açısından bu doğru. Ve bununla da gurur duyuyorlar. Ömer Muhtar tabii ki, bütün Libya’da olduğu gibi, Mısrata’da da saygı duyulan biri; fakat onların bir de Ramazan el-Suvehli’si var. Şehir’de Ömer Muhtar posterlerinden ziyade, onun posterlerini görüyorsunuz.
Ramazan el-Suvehli, 1914’te Libya’ya geri dönen Osmanlı subayları ile birlikte hareket etmiş ve savaş sırasında İtalyanlar ve İngilizlere karşı savaşmış. Ancak 1918’de Osmanlı Devleti yenilgiyi kabul edip Osmanlı subayları Libya’dan ayrıldıktan sonra da mücadelesine devam etmiş. 1919’da ilan edilen Trablus Cumhuriyeti’nin kurucuları arasında yer alan el-Suvehli, İtalyanlarla işbirliği yapan Beni Velid bölgesindeki Varfalla kabilesi tarafından tuzağa düşürülerek hayatını kaybetmiştir. Bugünkü mücadelenin tarihi köklerini anlamak için bu olayın da başlı başına bir önemi var. Mahmud Cibril Varfalla kabilesine mensup olduğu gibi, bu kabile Kaddafi yönetimine en büyük desteği sağlayan kabilelerden birisi olmuştu. Kaddafi sonrası dönemde, özellikle Beni Velid ile Mısrata arasındaki çatışmalara göz atarken bu tarihi geçmişin de göz önünde bulundurulmasında fayda var.
2011 isyanı esnasında Kaddafi birlikleri ile en uzun süreli çarpışmalar Mısrata’da oldu ve Kaddafi güçlerince en fazla tahrip edilen şehir de Mısrata oldu. Şehir halkının büyük çoğunluğu Kaddafi’nin Mısrata operasyonunun aynı zamanda bir etnik temizlik girişimi olduğunu ve Mısrata’ya saldırı emri verirken bir daha yeşermeyecek şekilde Türklerin kökünün kazınmasını istediğini söylüyorlar. Kaddafi’ye karşı mücadelede en fazla acıyı çeken bir şehir olarak da Kaddafi sonrası süreçte en fazla hassasiyeti gösterenler Mısratalılar oldu. 7 Temmuz seçimlerinde yüzde 48 oy alabilmeyi başaran Cibril’in Milli Güçler İttifakı Mısrata’da en az oy alabilen partilerden arasındaydı.
7 Temmuz seçimlerinden sonra görüştüğümüz Abdurrahman Suvehli bizleri görünce ilk olarak Türk kökenli olduklarını ve bu nedenle Kaddafi rejiminin özel nefretinin muhatabı olduklarına değindi. Seçim sonuçlarından memnun değildi. Çok kısa süren seçim kampanyası esnasında bütün imkanların belli bir mihrak lehine kullanıldığını iddia eden Süvehli, devrimin hala tehlikede olduğunu söylemişti. Bu arada ısrarla da, şahsının ve Suvehli ailesinin dini amellerine çok önem veren kişiler olmalarına rağmen dinin siyasetten uzak tutulması gerektiğine inandığının altını çizerek Müslüman Kardeşler ile arasında net bir mesafe koymuştu. Suvehli seçim sonrası süreçte gelişmeleri dikkatle izleyeceklerini ve şartlar gerektirdiğinde 3 binden fazla can kaybı ve 14 bin yaralı vermiş olan Mısrata halkının silaha tekrar sarılmaktan çekinmeyeceğinin de altını çizmişti.
Mısrata milisleri deyince de tek bir askeri yapılanmadan söz edilmediğini belirtelim. Yaklaşık 230 civarinda milis kuvvetlerden oluşuyorlar. Bunlardan bir kısmı İslamcı olmakla beraber, hepsi değil. Mısrata, başkent Trablus'a göre çok muhafazakar bir yer; ama bu durum siyasal fikirleri şekillendiren bir faktör değil. 2012 seçimlerinde Suvehli’nin partisi Mısrata’da birinci olmuş, MKH’nin partisi Adalet ve İnşa’nin lideri Muhammed Sıvan’ın da Mısratalı olmasına rağmen seçim bölgesinde ikinci olabilmişti. Haziran 2014’de Mısrata’dan seçilen ve aralarında Suvehli’nin de olduğu tüm temsilciler Tobruk’ta toplanan Meclisi boykot ediyorlar.
Milislerin güvenliği sağlamaktan sorumlu olduğu Mısrata şehri Libya’nın göreceli olarak en güvenli şehri olma özelliğini korudu. Silahla gezmenin yasaklandığı şehir içinde, 230 civarında milis gücün varlığına rağmen orada bulunduğumuz dört gün boyunca silahla gezen tek bir kişiyle karşılaşmadık. Hatta sandıkları bekleyen güvenlik görevlilerinin üzerinde bile silah yoktu. Ellerinde yüzlerce tankın da bulunduğu Mısrata milisleri hem iyi silahlanmış durumdalar hem de oldukça organize ve disiplinli bir güç olma özelliğini taşıyorlar.
Kaddafi rejiminin devrilmesinden sonra dile getirdikleri görüşlerinden Mısratalılar hiç şaşmadılar. MKH, bu yılın başlarında Kaddafi döneminde etkili olan kişilerin temizlenmesini amaçlayan Siyasi Tecrit Yasası (STY) konusunda daha pragmatik bir tavır almaya başlamışken Suvehli ve Mısratalı güçler bu konuda tutum değiştirmedi. İşin ilginç yanı, Hafter ve onunla birlikte hareket eden Zintan milislerinin Mayıs ayında eyleme geçmesinden hemen önce Trablus’ta katıldığım STY ile ilgili bir diyalog toplantısında, MKH’nin oldukça esnek bir tavır içinde olduğunu gözlemleme imkanım oldu. İslamcı kanattan Selefilerin yasayı savunduğu ortamda, yasayı en şiddetle savunanlar İslamcı olmayan partilerin mensupları oldu. Hatta Arap milliyetçisi olduğu her halinden belli olan bir katılımcının MKH üyeleri dahil, yasaya karşı esnek tavır içinde olanlarla neredeyse kavga edecek şekilde tepki vermesi toplantının ilginç taraflarından birisiydi. Yasayı şiddetle savunanlar MKH’yi Cibril ile birlikte gizli uzlaşı görüşmeleri yapmakla suçladı. Toplantı dışında yaptığımız görüşmeler sırasında, suçlamanın pek de temelsiz olmadığını teyit etme imkanımız oldu. Ancak Hafter’in Mayıs ayı sonundaki darbe girişimi tekrar tarafları sıfır-toplam bir oyunun içine soktu.
Kaddafi’ye karşı birlikte mücadele eden bazı siyasi ve milis güçlerin yeni dönemde aralarında bir çatışma içine girmelerini büyük ölçüde eski döneme yüklenen anlam belirliyor. Mısratalılar dahil, bazı kesimlerde Kaddafi döneminden önemli figürlerin yönetimde etkili olmaya devam etmesi halinde, yeni görüntü altında eski düzenin devam edeceğine dair bir kanaat yaygın durumda.
Bu nedenle de STY, Cibril ve benzerlerini siyasi hayattan bir süre için men etmeyi amaçlamıştı. Misrata milislerince Trablus havaalanından cekilmeye zorlanan Zintan milisleri ise, Hafter’den önce eski başbakan Ali Zeydan ve MGI lideri Cİbril’e verdikleri destekle de biliniyorlar. Ayrıca, Zintan milis güçleri saflarinda ise pek çok Kaddafi donemi askerleri yer almakta. Bunun yanısıra, Zintanlı Kaka milislerinin lideri Osman Mlegta, Cibril'in partisinin liderlerinden ve mali kaynaklarından işadamı Abdulmecit Mlegta'nın kardeşi. İşadamı Mlegta ise Kaddafi döneminde rejim ile geliştirdiği yakın ilişkiler sayesinde zengin olmuş bir işadamı. Cibril ve yurtdışına çıkmadan önce Zeydan’ın korunmasını da Zintan milisleri üstlenmişti. Pittsburgh Üniversitesi’ne sunduğu doktora tezi Kaddafi'ye düzdüğü övgülerle dolu olan Mahmud Cibril, eski rejime karşı isyanın öncesinde Kaddafi’nin oğlu Seyfülislam'ın sağ kolu idi. İsyanda en fazla tahribata ve can kaybına uğrayan Mısratalıların neden Cibril ve Zintan konusunda tavizsiz olduğunu bu veriler ışığında değerlendirmek gerekmekte.
TRABLUS HAVAALANINA OPERASYON SEÇİM SONUÇLARINI KABUL ETMEMENİN SONUCU MU?
Bu sorunun cevabını sadece Temsilciler Meclisi seçimini başlangıç alarak vermek hatalı bir bakış açısı. Bu seçim öncesinde var olan seçilmiş yapıya savaş açmış bir isyancı figür ile onun yanında yer alarak seçilmiş yapıya saldırıya geçenleri görmeden son seçimi, olayların başlangıcı olarak almak açık bir şekilde olayları saptırma amacını taşımaktadır. Hafter’in nasıl bir misyonla ve kiminle işbirliği içinde yola çıktığı belli. Ve onun müttefiki olan bir milis güce karşı sıfır-toplam bir çatışma ortamında seyirci kalınamayacağı açıktır.
Ayrıca hem Anayasa Meclisi hem de Temsilciler Meclisi halkın ülkedeki genel duruma karşı artık tahammülünün iyice azaldığı bir ortamda gerçekleşmiş olup temsil niteliği var sayılamayacak katılım oranları ile gerçekleşmiş durumdadır. Hatta bazı yerlerde adaylar bin oy bile alamadan seçilmişlerdir. Bu durum sadece seçilen Meclis’in meşruiyetini sorgular kılmaz. Aslında ülkedeki tüm siyasi aktörlerin halkın geneli açısından bakınca, bir meşruiyet sorunu ile karşı karşıya olduklarını söylemek yanlış olmaz. Fakat son TM seçimleri öncesinde ülkede verilen propaganda savaşında Batı medyasının da desteğini almış olan çevrelerin daha etkili olmayı başardığını belirtmek gerekir.
Ayrıca Temsilciler Meclisi seçimleri siyasi blokların değil bağımsız adayların yarıştığı bir seçim olmuştur. Hal böyle iken, oldukça düşük katılımlı seçim anında “liberal ve sekülerlerin İslamcılar üzerinde zaferi” olarak ilan edilmiştir. Ayrıca Aday tespiti sırasında STY’nın ise hiç dikkate alınmadığının en büyük ispatı 200 üyeli Meclis’in yaklaşık 70’inin oyunu alarak seçilen şahıstır. Bu durum seçim öncesinde bazı kurumların üzerlerine düşeni yapmadan seçim sürecini götürdüklerini de göstermektedir.
Seçimlerin ardından, yeni Meclis’in Doğu’da Hafter’in sınırlı sayıda kontrol sağladığı yerlerden biri olan Tobruk’ta toplanmasının tercih edilmesi başlı başına bir siyasi tavırdır. Bir yerde aktif çatışmada taraf olan birine adeta Meclis’in rehine gibi teslim edilmesi gibi bir sonucu da beraberinde getirmektedir. Bu fikrin nereden ve kimden geldiği ise başlı başına üzerinde durmayı gerektiren bir durumdur. BAE’de yaşayan, Mısır’da da yatırımları olan ve Mısır ve Emirlik otoriteleriyle birlikte hareket eden Libyalı ve MKH düşmanı bir işadamı Hassan Tatanaki’nin önerisi ve mali desteğiyle Meclis’in Tobruk’ta toplanması kabul edilecektir.
SONUÇ
Trablus havaalanına karşı Fecr-i Libya Operasyonu’nu gerçekleştiren ittifak ve onu destekleyen kesimler açısından olaya bakıldığında, ülkenin tekrar Kaddafi dönemi elitlerinin hakimiyeti altına girmesini istemeyenler daha Temsilciler Meclisi seçimlerinin öncesinde bir karşı-devrim taarruzu ile karşı karşıya kalmışlardır. Bu karşı-devrim taarruzunda Kaddafi döneminin önde gelen isimleri ve müttefikleri işbirliği içinde hareket etmişlerdir. Bu bunu yaparken de Mısır darbesinde aktif rol oynayan unsurların da hem askeri hem de finansal desteklerini arkalarına almış durumdadırlar. Azınlıklar tarafından protesto edilen ve toplumun çok büyük bir kesiminin desteğini alamamış meclislerin varlığı söz konusudur. Ve bu meclislerden birinden güvenoyu alacak bir hükümet, arkasına almış olduğu despotik Mısır, Suud ve BAE rejimlerinin desteği ile zaten var olduğu şüpheli halk oyuna dayalı meşruiyetini de tamamıyla kaybetmiş durumdadır.
Kaddafi sonrası dönemin sergilemiş olduğu bütün bölünmüşlük ve çatışma ortamı ortaya şöyle bir tablo seriyor: Libya’da hiçbir siyasi ve sosyal grup ülkeyi tek başına yönetebilecek güçte değil ve bütün güçler birbirlerine muhtaçlar. Ülkenin siyasi elitleri arasında eski rejimle bağları olanların aynı zamanda güçlü dış irtibatları olması, ister istemez Kaddafi zulmünü yaşamış olan bir kitleyi temkinli olmaya itiyor. Bu durumda, olması gereken temkinli davrananların şeytanlaştırılması veya öcüleştirilmesi değildir. Her şeyden çok ihtiyaç duyulan eski rejimle çalışmış ve dış bağları da bulunan kesimlerin güven telkin edici adımlar atması gerektiğidir.