Mısır'da öldüren sessizlik
Rejimin Tahrir Meydanı'nı şer merkezi olarak değerlendirmesi ve hafızalarda bıraktığı pozitif manada ne varsa silmeyi istemesi toplumsal kuşatmayı artırıyor. Tahrir'in taşıdığı politik karakter devletin güvenlik nedenleriyle istediği birlik ruhuna gölge düşürüyor

Sinan Özdemir | Brüksel
Yer: Kahire. Tarih: 25 Ocak 2016. Giulio Regeni arkadaşıyla Tahrir Meydanı’nda buluşmak üzere akşam saatlerinde evinden ayrıldı. Güvenlik güçleri İhvan-ı Müslimin’in ve hürriyetperver grupların toplanmasını ve olası taşkınlıkları önlemek için meydanı kuşatma altında tutmakta idi. Mısırlılar son kez 2013’te meydanı doldurmuşlardı. Giulio’nun gecikmesi üzerine Gennaro arkadaşlarına haber verdi. Günlerce herhangi bir haber alınamadı. İtalya ve Mısır ancak 31 Ocak günü genç araştırmacının (Cambridge’te doktora öğrencisi) kaçırıldığını resmen kabul etti. Üç gün sonra Kahire’nin merkezine 40 kilometre mesafede, iki hapishanenin bulunduğu 6 Ekim mahallesinde, Giulio'nun cansız bedeni bulundu. Bedeni İtalya'ya teslim edildi. Otopsi raporunda işkence ile öldürüldüğü ifade edildi. İtalya Mısır'dan konunun aydınlatılması ve sorumlularının bir an önce yakalanmasını talep etti. Mısır iki aydan bu yana yürüttüğü soruşturmanın sonunda geçen hafta yaptığı açıklamada bir "çete" tarafından kaçırıldığı ve gerçekleştirilen operasyonda bütün üyelerinin "öldürüldüğünü" duyurdu. Verilen bilgiler Roma'da şaşkınlıkla karşılandı ve fakat kimseleri ikna etmedi!
İkna etmedi; çünkü Regeni gibi kaçırılan, işkence gören ve/ya öldürülen/idam edilen Mısırlıların sayısı son üç yılda binlerle ifade ediliyor. İki ay önce, kapatılan Nadim Merkezi'nin verdiği bilgilere bakılırsa 2015'de Mısır'da 700 işkence vakası yaşandı. Rutinleşen ve sadizmin izlerini taşıyan kaçırmaların ardında iddia edildiği gibi çetelerin değil güvenlik güçlerinin yani devletin olduğu düşünülüyor. Polisin orantısız güç kullanımı kadar pozisyonunun sağladığı dokunulmazlıktan da yararlanarak devlet terörü estirmeye devam ediyor. Son olarak 28 Şubat günü bir güvenlik görevlisinin eşyalarını taşıması için yardımına başvurduğu ancak ücretini ödemeyi reddettiği taksi şoförü Muhammed İsmail'i başından vurarak öldürmesi, beş ay önce El-Uksur'da bir polisle tartıştıktan sonra gözaltına alınan, tartaklandıktan sonra karakolda ölü bulunan Talat el-Raşidi veya tedavi için geldikleri hastanede hakaret ettikten sonra doktorları döven polisler örnek gösterilebilir. Medya otoriter rejimlerde olduğu gibi mağdurları suçlayan bir dille konuya yaklaşmayı tercih etti. Doktorlar suçlandı. Sağlık politikalarında söz hakkı varmış gibi hastanenin sağlık karnesi tartışmaya açıldı. Doktorlar haksızlığın giderilmesi için sokağa inme kararı aldıklarında bu defa inmemeleri konusunda "uyarıldılar".
Yeni yönetim eski rejimin izlerini taşımakla birlikte herhangi bir eleştiriye müsaade etmeyeceğini her fırsatta göstermekten çekinmiyor. Özellikle her 25 Ocak öncesi (Mübarek rejimini karşı 2011'de halkın sokaklara indiği gün) ve sonrası tutuklanan veya öldürülenlere bakıldığında küçük ölçekte de olsa bir fikir edinilebilir. 25 Ocak'ın dış destekli bir komplo olduğu, destek verenlerin vatan haini olduğu, amacının Mısır'ı yıkmak olduğu ifade ediliyor. 25 Ocak ruhunun hafızalardan silinmesi için hiçbir şeyden kaçınılmıyor. Medya oynaması gereken rolü bu doğrultuda oynuyor. Sistemi hedefe alan herhangi bir eleştiriye müsaade edilmiyor. Bu minvalde Regeni'nin doktora çalışma çerçevesinde 2011 hadiselerinde yer alan işçi hareketlerini araştırma arzusu rahatsızlık sebebi olabileceğini düşünmek mümkün.
Rejimin Tahrir Meydanı'nı şer merkezi olarak değerlendirmesi ve hafızalarda bıraktığı pozitif manada ne varsa silmeyi istemesi toplumsal kuşatmayı artırıyor. Tahrir'in taşıdığı politik karakter devletin güvenlik nedenleriyle istediği birlik ruhuna gölge düşürüyor. Son üç yılda yalnızca İhvanı Müslimin'den değil İslami olmayan muhalefetten de önemli isimleri tutuklandı. Tutuklanmayanlar bir yıl önce 24 Ocak günü Tahrir'de sırtından vurularak öldürülen Şaima el-Sabbag gibi ortadan kaldırıldılar. Yeni rejimin günah galerisinde yer alan birkaç katliam: 14 Ağustos 2013'te Rabaa'da bin kişinin öldürülmesi, dört gün sonra 37 tutuklunun bulunduğu aracın ateşe verilmesi, Gazze tünellerinin su altında bırakılması... Bu gün hapishanelerde daha hangi suçtan yargılandığını bilmeyen binlerce tutuklu bulunuyor. Mahmud Ahmed Hüsseyin bunlardan biri, tişörtünde "işkencesiz ulus" yazısı sebebiyle 800 günden bu yana gözaltında tutuluyor. İhvanı Müslimin'e karşı uygulanan baskı ve şiddette sınır tanımıyor. Bu süreçte binlerce İhvan mensubu tutuklandı. İdama mahkum edildi. Bir kısmı infaz edildi. Daha bir süre önce eski Adalet Bakanı Ahmed el-Zind'in "400 bin teröristin yeterli olmayacağına inanıyorum" açıklaması nasıl bir ruh hali ile yaklaştıklarını gösteriyor.
Ancak 2013'te verdikleri refah sözünü tutamayacaklarını anlamaları güvenlik vurgusunu artırmalarına sebep oluyor. Şaşalı gösterilerle açılan ikinci kanal veya şehir kurma istemi günceli değiştirmeye yetmiyor. Projeler sıralanıyor ve fakat orta veya uzun vadede gerçekleşecek olması güncel beklentileri karşılamaya yetmiyor. Dolar karşısında Mısır poundunun değer kaybetmesi enflasyonu artırıyor. Hayat pahalılığına su ve elektriğe getirilen zam gibi dolaylı vergilerin getirilmesi sosyal ve ekonomik gerçekliği derinden yaralıyor. Kahire'de yaşanan konut krizi milyonlarca Mısırlı için ayrı bir trajedi oluşturuyor. Mezarlıklarda yaşayan aşağı yukarı üç milyon Mısırlı kalacağı herhangi bir yeri olmayanlarla kıyaslandığında çok daha iyi durumda sayılıyor. Bu kara tablo karşısında Ocak ayında Tunus'ta baş gösteren sosyal ve ekonomik içerikli eylemlerin Mısır elitleri üzerinde nasıl bir etki bıraktığını tahmin etmek güç olmasa gerek. 25 Ocak öncesi alınan yüksek güvenlik önlemleri korkunun bertaraf edilemediğinin göstergesi. Muhalefet (partiler, gazeteciler, aydınlar, sivil toplum kuruluşları, aktivistler...) sindirilse de mücadelenin siber dünyada (ör. 2013 darbesi sonrasında özel mahkemenin başında getirilen ve idam kararlarıyla meşhur Nagi Şihata'ya karşı yürütülen #StopShehata kampanyası) ve yer altında sürdürülmesi rejimi daha fazla güvenlik kartını oynamaya zorluyor.
Giulio Regeni cinayeti aslında uzun siyasi cinayetlerin son örneğini teşkil ediyor. İtalya'nın hesap sorması Mısır'ı zor durumda bıraktı. Polis yeni dönemde asıl belirleyici güç olmasa da itibarsızlaşmaktan çekinen askerin geri planda durması Mübarek döneminde olduğu gibi polisi dokunulmaz kılıyor. Mübarek dönemindeki "dengenin" yeni dönemde lağvedilmesi, doğan boşluğun milliyetçi / güvenlikçi yaklaşımlarla desteklenmesi, iç politikanın bölge politikasıyla birlikte ele alınması daha fazla güç kullanımına zorluyor. Dış dünyanın sessizliği bu minvalde rejimin elini güçlendiriyor. Son kertede, sessizlik öldürmeye devam ederken Giulio Regeni cinayeti gerçeğin kıskacında jeopolitik mülahazalarla geçiştirilen ve umursanmayan gerçekliğin dünya medyasında bir nebze de olsa yer bulmasını sağladı.