Hira'dan hecelerle
Küresel dünyanın hakikat telakisi yok. Saygıya değer bir üst değer tanımayan anlayışta merkezi izafiyet işgal ediyor ve bu durumda ortaya tahakkümün ve zevkin yıkıcı gücü açığa çıkıyor. Doğruyu ve iyiyi “bilen özne”ye teslim eden aydınlanma, insanı bütün bağlarından koparıp menfaatine köle yaptı.
Üstelik insan, gönüllü ve yalnız. İpleri soyut olduğundan ve kendi üretimi sonucu oluştuğundan tespiti gayri mümkün. Diğer yandan bireye yarı tanrı özelliği verildiği için yakınmaya, yalnızlığından şikayete hakkı yok.
Bu durumda intihar veya unutma gibi, iki sakıncalı seçeneği olmasına rağmen, halini vitrinleyip ihraç etmeyi ve farklı değerle kurulan ilişkileri eleştirmeyi ihmal etmemeye özen gösteriyor. Karşı olmanın bütünleyici reaksiyoner direnciyle varlığını sürdürüyor.
Polisin etki alanından çıkan mekanlarda güvenliğin esamesinin okunmamasının ve kısa elektrik kesintilerinde dahi yağmanın kendiliğinden, doğal hal olarak devreye girmesi, anlık durumla veya bölgesel gerekçelerle izah edilemeyecek kadar köklü soruna işaret ediyor.
Gelişmiş telakki edilen ülkelerin büyük şehirlerinde bile tehlike kol geziyor. Kimi banliyölere girmek için cesaret bile yeterli değil, kendiliğinden sokağa çıkma yasağı ortaya çıkıyor.
Ayrıntıdan bütüne veya bütünden ayrıntıya zihni yolculuğa çıkarmış olalım, durum değişmez. Savaş ve sömürü ile geliştirilecek konfor oranının, aynı zamanda bir tuzak olarak, insana döndüğü ve insanı kuşattığı anlaşılır hale geldi.
İnsanın fiziki alanla tatmin olamayacağını anlamak meseleyi çözmüyor. Baskıladığı coğrafyaların değerlerini keşfetme de kendini “üstün insan” gören bir bakış için, imkan dahilinde olamayınca kaos teorisinin açılımından, tekdüze olmayan deviniminden medet ummaktan başka çare bulunamıyor.
“Tarihin Sonu” tezinin böylesi aceleci ve tıknefes ortaya atılması, yolların bütün ihtimallere kapalı olduğunun tez elden seslendirilmesi tesadüfi değil.
Potansiyel söylem olarak, sömürü tarlası haline gelen İslam coğrafyasında iki hal gözlemleniyor. İlki iradesizlik olarak, varlığını teknolojinin parlak devinimine kaptırmış, aklı kamaşmış tasavvurunu kaybetmiş kesim.
Her ülkede oluşturulmaya çalışılan batılı elit sınıfın işlevi, yerli halk üzerinde yeni hazları keşfettirmede kılavuzluk etme. Sonradan görme bu taşıyıcı sınıfın varlığı, dünyeviliğin öncülüğünü söyleme yüklemeden ortaya koyuyor olmalarında saklı. Batı ile hiç bir konuda çatışmayan, laik ve seküler tarzda işlevsel olarak Protestan kalıbı doldurmaları, aynı zamanda, küresel güçlerin elçileri ve güvenceleri olmalarını sağlıyor.
Nehirden/dünyadan doyasıya içenler ve aldıkları lezzetle başka bir şey düşünemeyenlerin durumu Kitap ile çarpıcı bir anlatımla sunuluyor. Bakara suresinde karşı kıyıya geçmekte olan Talut’un ordusuna, nehirden bir avuç dışında su içmemeleri söylenir. Ne yazık ki, pek çoğu, emre muhalif olarak doyasıya içer. Karşıya geçip Calut’un ordusuyla karşılaşınca, nehirden bir avuçtan fazla içenler, savaşacak güçleri olmadığını söylerler.
Dünya kendine doyasıya sarılanı kolları altına alır ve ona geri dönüşü olmayan tutuklayıcı zevkler verir ve artık başka bir değer adına savaşacak güç bırakmaz. Nehir kesintisiz akıyor ve hepimiz bu nehirden avuç avuç içtiğimizden, kendimize olan güvenin farkına ve fevkine varma durumunun uzağında kalıyoruz.
İslam coğrafyasının ikinci profili, sömürgeci gücün ateşi altında uyanışa geçti. Eli silahlı adamlara karşı koymak için elinde silahı buldu. Alfabesi silah, harfleri kurşunlar olan genç bir nesil vatanını kurtarırken ve kimi bölgeleri, halkının inancına bakmadan elde ederken, silahını vazgeçilmez gördü ve markasına bakmadı. Büyük hesapların içindeki konumunu düşünemez halde, denklemlerin hanesinde yerini aldı.
Düşmana kalkan, kardeşine cellat kesilen ateşli kalkışın konumu, algı planlamasında büyük verimlilikle kullanılmaya yatkın bir imkan oluşturdu. Sonuçta, vahşi küreselleşmenin iki besleyici gücü olarak ortaya çıkmak, anlaşılabilir, kabul edilebilir bir durum değil.
Müslüman için zalime destek olmak, kaldırması gereken bir eyleme destek vermesi anlamına gelir ki, izahtan vareste bir duruma işaret eder.
İnsanı nesne gören, yayılmacı sömürgeci gücün gönüllüsü olmak veya onun hesabına savaşmak, zulmün ta kendisidir.
İnsanın elinden tutma, onu düştüğü yerden kaldırmak, zamanın acil beklentisidir.
İnsanın elinden tutarak aydınlanmanın caddesinden geçenin olacaktır gelecek.
Var olanla hesaplaşmak kolay olmasa da, emek artıkça düş güne girer.
Alın teri parladıkça, altını sırtlayan rakamların mahcubiyeti artar.
Ama önce, reaksiyonsuz, bir “oku”maya ihtiyaç var.
Hira’dan hecelerle...