Bandırmalı Nâzım Yüzbaşı Efendi
Bandırmalı Nazım Yüzbaşı Efendi ağabeyimiz de bu rivâyette adı geçen ümmî ve samimî Mahmud amca gibi ihlaslı bir zât idi. Aynı zamanda çok cömert olan Nâzım Efendi, hizmetlerini daha düzenli yürütebilmek için Bandırma Hacı Ali Rızâ Efendi Vakfı’nı kurmuştu.

Prof. Dr. Necdet Tosun
Bandırma’nın gönül ehli ve hizmet âşığı insanlarından biriydi Nâzım Yüzbaşı Efendi ağabeyimiz. 1930 senesinde Uşak’ın Karahallı ilçesi Bekiköy’ünde dünyaya geldi. Dedesi Mehmet Efendi, Karahallı’nın Karbasan köyünde medrese ilimleri tahsil etmiş, sonra Yemen’e asker olarak gitmiş, savaşların olduğu o dönemde kaldığı yedi sene içinde hac da yapmış, sonra Denizli’nin Çal ilçesinde yüzbaşı ve askerî şube başkanı olarak görev yapmış, emekli olduktan sonra Uşak’ın Bekiköy’üne dönüp yerleşmiştir. Bu köyde tarım ile meşgul olan dedesi, soyadı kanunu çıkınca Yüzbaşı soyadını almıştır. Nâzım Efendi’nin babası Kâmil Efendi de bu köyde büyümüştür. Gençliğinde çiftçilik ve hayvancılıkla meşgul olan Kâmil Efendi gâyet güzel Kur’ân-ı Kerîm okuduğuna göre, dedesi Hacı Mehmed Efendi’den bir miktar dinî eğitim almış olmalıdır. İşte bu köyde dünyaya gelen Nâzım Efendi’nin gençliği, dinî eğitimin yasaklı olduğu 1930-1950 yılları arasına rastlamıştır.
Onsekiz yaşında iken ağır bir hastalık geçiren ve yatağa düşen Nâzım Efendi için babası Kâmil Efendi Karahallı ilçesinden bir doktor getirir. Doktor: “Bu gencin iyileşmesi için her gün ilaç olarak bir kadeh rakı içmesi lazım”, der. Kâmil Efendi ise: “Yaşaması onu içmeye bağlı ise, şimdiden ölsün. Haram olan bir şeyi oğlum nasıl içebilir?” diyerek buna izin vermez. Başka ilaçlar kullanan Nâzım Efendi kısa sürede sağlığına kavuşur. Yüzbaşılar denen bu âile köyde dindarlığı, takvâsı ve dürüstlüğü ile meşhur olur.
Babası Kâmil Efendi, köydeki öğretmenin iğneleyici bir sözü üzerine hayvancılığı bırakıp esnaf ve tüccar olmaya karar verir. Dört oğlu vardır: Rüştü, İbrahim, Hüseyin ve Nâzım. Kâmil Efendi ticarete başlar, onsekiz yaşında olan oğlu Nâzım Yüzbaşı ağabeyimiz de ona yardım eder. Köyden kasabaya bir şeyler götürüp satmaya başlarlar. Sonra İzmir, Manisa, Akhisar, Bandırma, Bursa civarına çarşaf, kumaş vs. getirip satmaya başlar Nâzım Efendi. Ankara ve İstanbul’daki askerlik vazifesinden sonra da bu ticarete devam eder. O dönemde evlenmiştir. 1953’te yirmiüç yaşındayken Bandırma’nın ticaret için daha elverişli olduğunu fark edip buraya yerleşir. Halı ticaretine de başlar. 1968 yılında Manyas’ın Darıca köyünde ikâmet eden ve İstanbul’daki Nakşbendî şeyhi Ali Haydar Efendi’nin (ö. 1960) halifesi olan Kadir Efendi’ye intisap edip müridi olur.
Ancak Kadir Efendi’ye bağlanması uzun ve zor bir aşamadan sonra olur. Kadir Efendi’ye ilk gideceği zaman Bandırma’da bir adam Kadir Efendi’yi uzun uzun eleştirir, kötüler. Nâzım Efendi ise bu sözlere bakmayıp üç arkadaşıyla birlikte Kadir Efendi’nin köyü Darıca’ya giderler. Sohbete oturdukları zaman Kadir Efendi’nin ilk sözü şu olur: “Çocuklar! Uzun yıllar ibâdet ile alamadığımız yolu, bizi kötüleyip gıybetimizi yapanlar sayesinde alıyoruz. Hiç cevap vermeyin”. Akşam iftardan sonra Vâlide Câmii’nin imamı Hüseyin Efendi, Kadir Efendi’ye: “Efendim, bu iki arkadaşı sizden mânevî ders (evrâd) almaları için getirdim” der. Kadir Efendi ise: “Şimdi yatalım, sabah ola, hayr ola!” der. Sabah olunca: “Çocuklar! Siz ikiniz ders almak istiyorsunuz, ama biriniz: İşlerimiz yoğun, bu evradı nasıl yapacağız? diye düşünüyor” der, çanta imalatıyla uğraşanı kastederek ama isim vermez ve ekler: “Şimdilik namazlardan sonra 15 defa istiğfar ve salavât okuyun”. Sonra tenha bir yerde Nâzım Efendi’ye: Çanta işiyle uğraşan arkadaşın kendi kendine: “Ben İmâm-ı Gazâlî ve İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin eserlerini okuyorum, bunlar bana yeter” diye düşünüyor. Halbuki yetmez. Ama bu düşüncesi sebebiyle bu maneviyat yoluna gelemeyecek, der.
Bir süre sonra Kadir Efendi Bandırma’ya gelir. Nâzım Efendi ondan evrâd almak ister. Ancak Kadir Efendi: “Evlad! Biz emir kuluyuz. Ders ver derler, veririz, verme derler, vermeyiz. Üzerinizde anne baba rızası meselesi görülüyor. Bu sebepten sizi kabul etmiyorlar, o meseleyi halledin” der. Nâzım Efendi konuyu araştırır. O dönemde amcası, kızını Nâzım Efendi’nin oğlu ile evlendirmek istermiş, ancak Marmara ve Ege bölgesinin örfü gereği akrabadan evlenmek pek makbul sayılmadığı için, bu iş gerçekleşmemiş, amcasının gönlü biraz kırılmış, amcasının kardeşi ve Nâzım Efendi’nin babası olan Kâmil Efendi de bu sebepten biraz kırgın imiş. Amcasının ve babasının gönlünü alır Nâzım Efendi ve tekrar Kadir Efendi’nin yolunu tutar. Ancak bu sefer de: “Evlad! Üzerinizde kul hakkı görüldüğü için kabul etmiyorlar” der. Konu araştırılınca, yıllar önce Nâzım Efendi memleketten (köyden) pazara giderken komşu bir kadının birkaç metre kumaş veya çarşaf için cüz’î bir para verdiği, Nâzım Efendi’nin kumaş almayı unuttuğu, kadının da az bir para olduğu için hatırlatmadığı anlaşılır. Kadına parası verilir, helallik alınır. Tekrar Kadir Efendi’nin yanına giden Nâzım Efendi, bu sefer de: “Üzerinizde helâl lokma ve faiz meselesi görüldüğü için kabul etmiyorlar” cevabını alır. “Efendim, bizim faizle işimiz olmaz” diye karşılık verir. Ancak o günlerde ticarî bir ortağı vardır. Ortağı, Nâzım Efendi’den habersiz kredi, faiz işine bulaşmıştır. Bunu öğrenince derhal ortaklığı iptal eder Nâzım Efendi. Yedi aylık bu süreden sonra Kadir Efendi Nâzım Efendi’yi müridliğe kabul eder. Kadir Efendi’nin sıkça tekrarladığı sözlerinden biri şudur: “29 sene bir mürşide râm oldum, bana iki şey öğretti: Rasûl-i Ekrem (a.s) efendimizin yaptıklarını yap, yapmadıklarını yapma! Bende bununla yetiniyorum”.
5000 zikirle başlatır Kadir Efendi, sonra sayılar artar, 60.000’e ulaşır. Nâzım Efendi aşk ve şevk ile devam eder evrâdına. Alnından terler damlar âdetâ. Ancak üç beş ay gibi kısa bir süre sonra Kadir Efendi vefat eder. Arkasında halife de bırakmaz. Çok üzülür Nâzım Efendi. Sonra Bandırmalı Tatlıcı Ali Öztaylan Efendi’ye durumu anlatır. O da Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Efendi’nin o dönem Bursa vazifelisi olan zâta yönlendirir. Bu zât önceki zikirlerin Nâzım Efendi’yi fazla etkilediğini görüp onları bıraktırır ve daha az sayıda bir zikir telkin ederek: “Bizim yolumuz teveccüh yoludur, yükü mürşid çeker. Başka bazı yollarda ise zikir yükü müride yüklenir” der. Nâzım Yüzbaşı Efendi artık Sâmi Efendi’nin talebesidir. Bandırmalı Tatlıcı Ali Öztaylan Efendi de Sâmi Efendi’nin müridi olduğu için Nâzım Efendi’nin en yakın dostudur, sohbet arkadaşıdır.
1973 yılında Sâmi Efendi’nin emri, halifesi Mûsâ Topbaş Efendi’nin tebliği ile Balıkesir ve ilçelerinde sohbet ve irşada vazifeli olur Nâzım Efendi. 1982 yılında Bandırma, Çanakkale ve Biga gibi şehirler vazife sahasına dâhil olur. Halka İslâmiyeti, tasavvufu ve mâneviyatı anlatmak için durup dinlenmeden koşar, çalışır. Ruhsatları değil, azîmeti ve takvâ yolunu tercih eder hep. Sözlerinden biri şöyledir: “Eğer üstadım bana: Bütün işini bırak, Van’da çoban ol dese, bir an bile düşünmem, giderim”.
Muhtemelen 1979 yılında Sami Efendi’nin de bulunduğu bir hac mevsiminde Arafat vakfesinde Sami Efendi yanındaki dostlarına: “Şimdi herkes kendisi ve ailesi için dua etsin”, der. O anda Nazım Efendi’ye manevî bir hal gelir. Onbeş gün boyunca kendini göremez. Bazen “bedenim burada mı?” diye kontrol için eliyle göğsüne vurur, tak diye ses gelince bedeninin var olduğuna anlar. Onbeş gün sonra bu hâl geçer.
Nâzım Yüzbaşı Efendi ağabeyimiz şöyle anlatırdı: İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nün tasavvuf hocası Mâhir İz hoca bir gün fakirin de bulunduğu bir dost meclisinde Sâmi Efendi’ye bağlanışını şöyle anlatmıştı:
Bir gece rüyamda Yunus Emre hazretlerini gördüm. Bana: “Mâhir Efendi! Tasavvuf dersi anlatıyorsunuz, anlattıklarınızı yaşama zamanı gelmedi mi? Mahmud Sâmi Efendi’ye gidip mürid olunuz” diye tenbihte bulundular. Sabah abdest alıp Sâmi Efendi’nin Erenköy’deki evine gittim. Kapıda beni Sâmi Efendi karşılayıp içeriye buyur ettiler. “Bir kahve alır mıyız?” buyurdular. “Olur Efendim” dedim. Kendi elleriyle iki kahve getirdiler. Birini bana ikram ettiler. Kahve içerken ben konuya asıl gireceğimi merak ediyordum. O sırada Sâmi Efendi: “Mâhir Efendi! Yoksa bu gece Yunus Emre hazretleri size de mi teşrif ettiler?” deyince elimdeki kahve fincanı yere düştü. Sâmi Efendi: “Zararı yok, akşam biz de Yunus Emre hazretleriyle beraberdir” deyip dökülen kahveyi bez ile sildiler ve bana manevî ders yani zikir-evrâd verdiler.
Bir defasında Bandırma’da Hicri Efendi adında bir Kâdirî şeyhi Nâzım Efendi’yi çağırıp kendisine icâzet vermek istemiş. Nâzım Efendi ise şöyle cevap verir: “Efendim! Ben şeyhliği değil, Sâmi Efendi’ye erliği (müridliği) tercih ederim”.
Manyaslı Erdinç Tecimen abimiz şöyle anlattı: “Bir ara Manyas’ta dükkândaydım. Telefon çaldı. Baktım, Bandırma’dan Nâzım Yüzbaşı abimiz arıyor. Bana şöyle dedi: Erdinç Efendi! Bu gece rüyamda Kadir Efendi’yi gördüm. Bana, “Darıca köyündeki falanca komşumuz maddî yönden zor durumda, ona biraz yardım ediniz”, dedi. Sen o köydeki bu âileyi araştırıp ilgileniver. Bunun üzerine Darıca’daki o aileyi bulduk, baraka gibi bir yerde yaşıyorlardı. Ekonomik durumları çok kötüydü. Yardımcı olduk, çocuklarını da okula yazdırdık”.
Nâzım Efendi ağabeyimiz İstanbul’da Mahmud Sâmi Efendi’nin evindeki bir sohbet meclisini şöyle anlatırdı: Sohbet için eve girdiğimde Bursa müftüsü, Kayseri’den Cemil amca isminde meczub bir zat gibi birkaç kişi daha oradaydı. Sami Efendi hazretleri sohbete başlamadan önce Kayserili Cemil amca Sâmi Efendi’ye: “Efendim, Kıbrıs harbi nasıl oldu, anlatıverseniz, bizim zâhirî kuvvetlerimiz bu Kıbrıs harbini kazanabilir miydi?” dedi. Sâmi Efendi sükût edip konuşmadılar, sohbete başlamak istiyorlardı. Cemil amca tekrar: Efendim, mânevî âlemden yardım gelmese bizim zâhirî kuvvetlerimiz bu savaşı kazanabilir miydi?” dedi. Sâmi Efendi yine sükût edip bu konuda bir şey söylemeyince Cemil amca: Efendim, Allah aşkına söyleyin, bu savaşta mâneviyat erleri destek vermedi mi, onlara bütün emirler de sizden çıkmadı mı, mânen komutan siz değil miydiniz, söyleyin de bu kardeşler biliversin” deyince, Sâmi Efendi mahcûbiyetinden kızardı, oradaki hâfıza: “Bir aşır okuyalım” buyurdu ve sohbeti başlamadan bitirmiş oldu.
Nâzım Yüzbaşı Efendi ağabeyimiz şöyle anlatmıştı:
Musa Topbaş Efendi üstâdımız bir ara Bandırma Aşağıyapıcı köyündeki bizim bahçeye gelmişti. Orada fakire: “Siz de bir şeyler anlatın” buyurdular. Fakir şöyle dedim: “Efendim, ilk intisap ettiğim zât olan Kadir Efendi şöyle derdi: “29 sene bir mürşide râm oldum, bana iki şey öğrettiler. Hz. Peygamber (a.s)’ın yaptıklarını yap, yapmadıklarını yapma. Ben de onunla yetiniyorum.” Fakir de bu söz üzere olmaya çalıyorum ve otururken sünnete ve edebe aykırı olur diye ayak ayak üstüne atamıyorum, dedim. Bunun üzerine Musa Efendi hazretleri: “Nâzım Efendi, ben de 38 sene önce Sâmi Efendi hazretlerine intisab ettim, abdest için çorabımı çıkarırken bile ayak ayak üstüne atamıyorum” buyurdular.
Nazım Yüzbaşı amcamız şöyle anlatırdı:
Mahmud Sâmi Efendi birgün damadı Ömer Kirazoğlu’na: Ömer Efendi! İstanbul Fâtih-Koska civarında ikamet eden Maraşlı Ahmed Tâhir Efendi sâlih bir zattır. Görüşüp istifade etseniz iyi olur, demiş. Ömer Kirazoğlu Koska Caddesine gitmiş, Tahir Efendi’yi sormuş, bir kahvehaneyi gösterip: Çoğunlukla orada bulunur, demişler. Ömer Kirazoğlu bey kahvehaneye gelince zar atıp oynayan Tâhir Efendi’yi görmüş. Önce bu durumu garipsemiş. Sâmi Efendi hazretleri beni bu adama mı gönderdi? diye düşünürken Tâhir Efendi dönüp ona bakmış ve: “Gel bakalım Sâmi Efendi’nin damadı”, demiş. İlk defa gördüğü bu zâttan böyle bir hitap almasına şaşıran Ömer Kirazoğlu bir sandalye çekip masaya oturmuş. Bir süre sonra yan masadaki fotörlü kravatlı bir adam: “Allah” deyip yere yığılmış. Tâhir Efendi adamı yerden kaldırmış, cebinden çıkardığı bir hapı vermiş, adamı evine gönderirken de ailesine haber salmış: “Küçük bir kalp krizi geçirdi, hapını verdik, telaş etmeyin, biraz istirahat etsin”, demiş. Sonra Ömer Kirazoğlu beye dönüp: “Sami Efendi kâmil insan yetiştirir. Biz de kahvehane köşelerinde bunlarla meşgul oluyoruz. Kalp krizi geçiren bu adam yüksek mühendisti, inşallah memlekete hayırlı hizmetler yapacak”, demiş.
Nâzım Efendi ağabeyimiz Mahmud Sâmi Efendi’nin damadı Ömer Kirazoğlu beyden dinlediği şu hâdiseyi sohbetlerinde zaman zaman anlatırdı: Kayseri’den yaklaşık 40 kişilik bir grup hacca gitmişler. Haccı bitirip vedâ tavafını da yaptıktan sonra gruptan birkaç kişi muziplik olsun diye aralarındaki saf gönüllü ve okuma yazması olmayan Mahmut amcaya bir şaka yapmak istemişler. Birkaç kağıda bir şeyler karalayıp kaldıkları oteldeki Mahmut amcaya göstererek: “Biz vedâ tavafından sonra Cenab-ı Hak’tan haccımızın kabul edilip günahlarımızın bağışlandığına dair beraat belgesi aldık. Bak işte bu kağıtlardır. Sen beraatını almadın mı?” demişler. Mahmut amca: “Hayır, bana beraat kağıdı verilmedi”, deyip telaşla Kabe’ye koşmuş. İki rekat namazdan sonra ellerini açıp: “Ya Rabbi, arkadaşlarım beraatlarını almış, beni mahcup etme, benim beraatımı da ver”, diye gözyaşıyla dua etmeye başlamış. O anda gökten bir kağıt düşmüş. Üzerinde haccının makbul, günahlarının afv olduğuna dair beraat yazıyormuş. Sevinerek kağıdı alan Mahmut amca otele dönüp arkadaşlarına: “Allah sizden razı olsun, hatırlatmasaydınız beraatımı alamadan gidecektim, şimdi ben de aldım”, deyip kağıdı arkadaşlarına göstermiş. Kendi kağıtları sahte olan ve şaka olsun diye bunu söyleyen arkadaşları ise Mahmut amcanın gerçek beraat evrakını görünce hayretler içinde kalmışlar.
Bandırmalı Nazım Yüzbaşı Efendi ağabeyimiz de bu rivâyette adı geçen ümmî ve samimî Mahmud amca gibi ihlaslı bir zât idi. Aynı zamanda çok cömert olan Nâzım Efendi, hizmetlerini daha düzenli yürütebilmek için Bandırma Hacı Ali Rızâ Efendi Vakfı’nı kurmuştu. Fakir-fukarâ ve talebe hizmetlerine devam eden, sohbetler yaparak halkı irşada ömrünü adayan bu gönül eri, 5 Haziran 2017 tarihinde aramızdan ayrılıp Hakk’a yürüdü. 6 Haziran günü Bandırma Haydar Çavuş Câmii’nde kılınan cenaze namazından sonra Edincik Mezarlığı’ndaki ebedî istirâhatgâhına emanet edildi. 87 yıllık ömrünü İslam ve maneviyat yolunda hizmet ile geçiren bu Allah dostunu rahmetle anar, şefaatine kavuşmayı umarız. Rûhu için el-Fâtiha.