Bu görüntünün hesabını vermeden deizmin önüne geçmek mümkün mü?

Deizm, sınırları belli olan net bir tanım ile açıklanabilecek düşünce sistemi değildir. Ortak tanım olarak evrenin bir yaratıcı tarafından yaratılıp daha sonra bu yaratıcının insanı kendi başına bıraktığını kabul eden inanç biçimi olduğu söylenebilir.

İslam 11.06.2020, 12:27
Bu görüntünün hesabını vermeden deizmin önüne geçmek mümkün mü?

Selçuk Kütük’ün “Deizm” kitabı bu kavramı birçok yönüyle ele almasından ve deizmin yaygınlaşmanın sebeplerini derinlikli bir şekilde tahlil etmesinden dolayı okunmayı hak ediyor. Kerim Alptekin yazdı.

Basında deizme yönelişin arttığını sansasyonel bir şekilde dile getiren bir dönemi geride bıraktık. Fakat konu özellikle gençlik söz konusu olduğunda zaman zaman dile getirilmesiyle güncelliğini koruyor. Deizme yönelişin arttığına dair alanda yeterli derecede bir araştırmanın ve bilimsel çalışmanın olmaması ve eldeki verilerin çelişkiler barındırması yapılan değerlendirmeleri tartışmalı hale getiriyor. Ancak deist akımın var olup olmaması bir yana gündelik hayatında din ile mesafesini uzaklaştıranların varlığı bir gerçek. Bunu sadece belli yaş grupları üzerinden okumanın da doğru olmadığı kanaatindeyim. 

Deizm, sınırları belli olan net bir tanım ile açıklanabilecek düşünce sistemi değildir. Ortak tanım olarak evrenin bir yaratıcı tarafından yaratılıp daha sonra bu yaratıcının insanı kendi başına bıraktığını kabul eden inanç biçimi olduğu söylenebilir. Başka bir ifadeyle modern dönemde vahye dayalı bilginin yerine felsefi fikirlerin dinileştirilmesi de diyebiliriz. Bu fikirlerin temel ölçüsü kuralların akıl tarafından belirlendiği, bilimsel bilginin esas olduğu doğal din anlayışıdır. Deistler Newton’un “mekanik evren” modelini esas alarak görüşlerini temellendirmeye çalışıyorlar. Yani Tanrı, ilk neden olarak evreni yaratmış, sonrasında ise onu kendi haline bırakmıştır. Bir saatçinin saati imal edip kurduktan sonra saatle ilişkisinin bitmesi gibi evren ile işi bitmiştir. Bu anlayışta Tanrı, evreni dışarıdan izleyen gözlemci statüsüne indirgenmiştir.

Deistlere göre dinler, hem kendi aralarında hem de dini dışlayanlarla şiddet ve savaş halindeler. Dolayısıyla din huzur ve adalet yerine şiddeti körüklemektedir. Dinler, özgürlükleri daraltarak uzun bir süreçte ilerleme gösteren insanlığı yönetecek seviyeye gelen akla yer vermemektedir. Özellikle Tevrat kökenli bazı örnekler üzerinden de peygamberlik anlayışına karşı çıkmaktadırlar.

Selçuk Kütük’ün Bir Yayıncılık tarafından yayınlanan “Deizm” kitabı bu kavramı birçok yönüyle ele almasından dolayı okunmayı hak ediyor. Kitap iki bölümden oluşuyor. Birinci bölümde deizmin teorik anlamda açıklamasının yanında ortaya çıkış sebepleri irdelenmiş. Deizm akıl, deizm bilim, İslam ve deizm ilişkileri, sorunları, deistlerin dinlere eleştirileri ve deizme karşı düşünceler ele alınan konular. İkinci bölümde ise deizme giden yolda tartışma konusu edilen seçme sorulara akıl ve mantık çerçevesinde çok yönlü bakış açılarıyla tutarlı cevaplar verilmiş. Bu sorular çok önemli. Çünkü keskin nişancı mantığı ve genellemeler yoluyla karmaşık sorulardaki varsayımlarla, aldatmacalarla deizme giden yolun taşları döşenmeye çalışılıyor. Her birine titizlikle akli, bilimsel ve mantıki delillere dayanan açıklamalar ile cevap verilmesi kitabın niteliğinin göstergesi.

Cevabı verilen sorulara birkaç örnek: Evrenin yaratılış sebebi nedir? Tanrı’nın insanlardan ibadet etmesini istemesinin nedenleri. Başka ülkelerde doğan veya farklı dinlere bağlı olan insanların durumunun ne olacağı, Tanrı beni yaratırken bana sormadı ki! O halde neden sorumlu tutuluyorum? Evrim teorisi tamamen geçersiz midir? Tanrı inancı olmadığı halde insanlığa önemli katkıları olmuş insanların durumu ne olacak? Tanrı, insanları yoldan çıkaran şeytanı niye yaratmıştır? Peygamberlere ve kutsal kitaplara neden ihtiyaç var?

Kitapta sorular üzerinden hakikat açıklanmaya çalışılmış. Çünkü mantık ile düşünme insana bir inanç ve hükmü, hangi şartlara bağlı olarak doğru kabul edebileceğini gösterir. Düşünmeden ne olduğunu bilmeden başkalarının yaptığını yapmak, kalabalığa uymak sürü psikolojisi ile açıklanır. Sürü psikolojisi, aldatılmaya, sömürülmeye açık hale gelmektir. Oysa insan düşünebilen bir varlıktır.

Buradan hareketle özellikle gençler üzerinden izaha muhtaç soruyu soralım. Bir genç inandığı dini hakkında alt yapısı sağlam yeterli bilgiye sahip olduktan sonra akıl yürütme ile felsefi sorgulamalar yaparak mı deizme yöneliyor? Mesela Nietzsche okuyarak mı? Yoksa insana hiç bir çıkar yol göstermeyen ruhsuz postmodern kültürden mi besleniyor? Yaygın kabule göre yeni nesiller hayatlarına müdahale eden kurumsal bir din anlayışından uzak duruyorlar. Dinlerin öğrettiği Tanrı yerine kendileri için daha fonksiyonel olan bir Tanrı inancını benimsiyorlar. Bu anlayışa göre; “zor durumlarda göreve çağrılan ama normal zamanlarda bireyden bir istemde bulunmayan sorumluluk yüklemeyen bir Tanrı anlayışı. Çünkü böyle bir Tanrı, kişinin yalnızlığının ilacı olma ve iç dünyasındaki derin boşluğu doldurma bağlamında oldukça fonksiyoneldir. İşler yolunda giderken kapı dışında bekletilen fakat sıkıntılı hallerde panik butonuna basılarak çağrılan bir Tanrı algısı bireyselleşmiş ve bencil insan tipolojisi için idealdir”

Tarihi süreç içinde deizm

Kitapta deizmin 17. yüzyıldan itibaren Avrupa’da, Christianity Not Mysterious (1696) ve “deistlerin mukaddes kitabı” olarak anılan Christianity as Old as the Creation (1730) gibi eserlerin etkisiyle özellikle İngiltere’de yayılmaya başladığını öğreniyoruz. Kitapların içeriğinde İncil metinlerinin doğruluğu tartışmaya açılmış. Din adamlarının toplum ve inanç üzerindeki otoritelerinin kabul edilmemesi, mucizelerin reddi, aklın ahlak kuralları dahi koyabileceği ve akıl yoluyla Tanrı’ya ulaşılabileceği fikirleri merkezinde deizmin tohumları atılmış.

Batı’da ilk kez Edward Herbert tarafından savunulan deizm; Newton, Voltaire, Jean-Jacgues Rousseau ve Tmhomas Paine gibi isimler tarafından temsil edilmiş. Yazarın Newton ve bazı teorisyenlerin Tanrı’yı bilimsel teorilerinde boşluk doldurucu unsur olarak kullanmalarını yani Tanrı’nın bilimsel olarak açıklanamayan gerçekleri izah etmeye yarayacak bir hipotez olarak yardıma çağrılmasını ardından da her öğrenilen yeni bilgi sonrasında Tanrı’nın işgal ettiği alanlardan çekilmesini değerlendirdiği bölüm aydınlanma sürecinde teorisyenler tarafından Tanrı’ya yüklenen anlamı net bir şekilde ifade ediyor.  Çünkü her bilimsel gelişme Tanrı’ya açılan alanı daraltarak sınırlandırıyor.

Rönesans devrimiyle sanat ve bilimde alınan mesafeler neticesinde akıl, kurumsallaşmış din anlayışının yanlışları karşısında maneviyat ve inanç sahasında da hâkimiyetini ilan etmiştir. Mutlak bilgiye ulaşmanın yolu vahiy ve peygamberlikten geçmez amentüsü insan her şeyin ölçüsüdür prensibinin görünür hale gelmesini somutlaştırmıştır.

Deizmin Batı’da ortaya çıkış sürecine baktığımızda kilisenin temsil ettiği dogmatik akidelerin din diye dayatılmasına karşı bir protest hareket olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Devamında bilim ve dinin çatışmaya başlaması da başka bir başat unsurdur. Bununla beraber kilise ve feodal düzenin baskısı karşısında daha özgür bir sosyal yapının kurulmasını isteyen zihniyetin ortaya çıkardığı liberal düşüncenin etkisi de göz ardı edilmemelidir. Çünkü bireysel özgürlüğün, hümanist anlayışın tetiklediği ekonomik ve siyasi düşünce anlamında serbest hareket etme isteği dini düşüncede de kendini göstermiş, dinden bağımsız bir yaşam tercihi ortaya çıkmıştır. Liberalizmin öncülleri olan John Locke’nin İngiltere’de, İmmanuel Kant ve Thomas Paine’nin Almanya’da dini alandaki düşüncelerinden dolayı aynı zamanda deizmin önde gelen kişileri olmaları liberal düşünce ile deist düşünce arasındaki felsefi ilişkinin kanıtı gibidir.

Burada bir realiteyi kıyas ile ifade etme gerekliliğine inanıyorum. Batı’da olduğu gibi İslam için din bilim çatışması üzerinden birini dışlayarak diğerini öne çıkarmanın hiçbir tarihsel gerçekliği ve iyi niyeti yoktur. Dinin çok boyutluluğu ve renkliliği göz ardı edilerek bilim ve analiz gücünden yoksun boş inanç gibi gösterilmesi ne kadar yanlış ise bilimsel bilgiyi tek referans kabul edip din haline getirmek de son derece yanlıştır. İnsan sadece akıldan ibaret varlık değildir. Hakikati, ilahi olanı reddederek seküler bilgi temelli aklın bakışıyla tanımlamak bütüne parçadan bakmak ile sizi sınırlandırır. Oysa ontolojik bilgi, ilahi vahiy ve araç olan akıl ile bütünleştiğinde hakikat tam anlamıyla keşfedilmiş olur.

Deizmin ortaya çıkış sebepleri

Deizme giden yolu tek bir gerekçe ile açıklamak farklı yolların oluşmasının sebeplerini görmemizi engeller. Dolayısıyla bu gerçek çok yönlü olarak yazar tarafından sosyolojik ve teolojik etkenler ana başlığı altında alt başlıklar içinde izah edilmiş. Sosyolojik etkenler; medya etkisi, ailenin fonksiyon kaybına uğraması, açıklama kolaylığı, gençlik sendromu ve yeni kuşaklar, şehirleşme ile kapitalizm olarak açıklanmış. Dini etkenler ise; dinin gerçek amacından uzaklaştırılması ve kötüye kullanımı, gerçek bir örneklik gösterememe, kızgın Tanrı algısı, din ve mitoloji bağlantısı problemi, din bilim karşıtlığı sorunu, teodise, yabancılaşma başlıklarıyla ele alınmış.

Bu başlıklar altında açıklanmaya çalışılan nedenleri şöyle sıralayabiliriz:

Dini değerlerin doğru bir şekilde temsil edilememesi, güzel örneklerin yerini sadece söylemin alması.

Dinin emrettiği ahlakın bazı dindarlar tarafından kolayca ihmal edilmesi.

Dini anlatımlarda hayata değmeyen mevzulardan, derinliği olmayan fikirlere ve yüzeysel ifadelere yer verilmesi.

Sebep ve hikmetleri izah edilmeden dinin emirlerinin yaptırılmaya zorlanılması.

Belirli düşünce ve davranış formlarının sosyal baskı unsuru haline getirilmesi.

Özellikle gençlerin akıllarına takılan felsefi sorulara cevap verirken onların algılarına uygun bir dil kullanmaktan uzak cevap verilmesi.

Biz anlatalım isteyen inansın istemeyen inanmasın anlayışının benimsenmesi.

Film ve müzik endüstrileri ile medya sektörünün dünyaya nihilist ve deist bir kültürü aşılamak için ellerinden geleni yapmaları.

Özgürlük adı altında sorumluluğu yok eden bireysellik anlayışının çıkması.

Yeni teknolojilerin egemenliği, aile ve mahremiyetin dönüşümü ve medya yoluyla haz kültürünün yayılması, toplumda yerleşmiş değerleri tanımamayı entelektüellik gibi gösterme faaliyetleri, iletişim araçları üzerinden inançlar hakkında sürekli olarak sorgulayıcı düşüncelerle karşılaşan ve yerleşik değerlerin kesintisiz saldırılara maruz kaldığı bir ortamda akılların karıştırılması… vs.

Bu değerlendirmelerde deizme giden yolda faturanın bir kısmının dindarlara çıkartılmış olması şaşırtıcı gelebilir. Dindarların pratikteki hatalarına, çelişkilerine yaslanarak deist sayısı artıyor çığırtkanlığıyla ahkâm kesmek kolaycılıktır, hatta haksızlıktır da denilebilir. Ama kötü örneklerin piyasada dolaşımda olması iyi ve doğru olana yönlenmede kişilerin ürkek davranmasına sebep olduğu da gözden ırak değil. Ne de olsa serbest piyasanın cari olduğu bir dünyada yaşıyoruz.

Rahmetli Ömer Lütfü Mete kışkırtıcı başlıklı “Allah’sız Müslümanlık” kitabında Müslüman kişinin Allah’a inanmasına ve dini etkinlikler yapmasına rağmen Allah ile olan ilişkisini canlı tutup geliştiremediği İslami yaşayış biçimini anlatıyordu. Böyle sahnelenen dinin ötekiler tarafından derin bir saygı ile karşılanması ve hatta imrenilmesinin mümkün olmadığını zekâsıyla, çözümlemeleriyle sorguluyordu.  

Bugün olan popülist bir moda veya konjöktürel bir tepki olarak okunabilir. Belki de inancını kültür olarak yaşayanlar kendilerini deist parantezine alıyor olabilirler. Neticede bilinçli veya bilinçsiz bu akıma kapılanların olduğu hakikati önümüzde duruyor. Bu durumda bize düşen akıntıya katılımın daha fazla olmasını engellemek için kendi dini anlayışımızı, hayatımızı, derinlemesine gözden geçirmek, suçlamak ve topu başka yerlere atmak yerine kendimizle, ortaya koyduklarımızla, yaşadığımız çelişkilerle yüzleşmek diye düşünüyorum. Zira din adına yaptığımız her bir cürüm dolaylı olarak gençliği bu akımlara giden yollara yönlendiriyor.   

Dinlere ve inananlara saldırarak mantık yanlışlarıyla taraftar toplamaya çalışan deist anlayışa karşı tüm yönleriyle doyurucu açıklamaların yapıldığı kitap okurlarını bekliyor.

Kaynak: Dünya Bizim / Kerim Alptekin

Yorumlar (1)
salih 3 yıl önce
Çok faydalı bir analiz istifade ettim.Allah razı olsun
Günün Anketi Tümü
Türkiye İsveç'in NATO üyeliğine onay vermeli mi?