banner39

M.Emin Saraç'ın kaleminden Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı Hocaefendi

Merhum M.Emin Saraç, vefatından önce kaleme aldığı yazıda Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı Hocaefendi'nin hayatına ışık tutmuştu. İşte o yazı:

Kim Kimdir 15.05.2023, 17:27 15.05.2023, 17:47
M.Emin Saraç'ın kaleminden Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı Hocaefendi

Merhûm Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı Hocaefendi’yi, İstanbul’a geldiğim 1943 senesinde tanıma imkânım oldu. Onun, daha ziyade gençlerin katıldığı haftalık bir sohbet yaptığını duymuştum. Ben de öyle meclislere meraklıydım. O sohbetlere katılmak gayesiyle Fatih-Karagümrük’teki Üç Baş Medresesinden kalkıyor, ta Tophane’de Kılıç Ali Paşa Camii’nin karşı tarafındaki bugün maalesef mevcut olmayan İlyas Çelebi Camii’ne kadar gidiyordum. Hocaefendi sohbetlerini camiinin meşruta kısmında yer alan odasında yapıyordu.

Gayet muhterem, son derece nezaket sahibi, temiz-tirendez, güzel giyimli, güzel sözlü bir zat olan hocaefendi bizi çok iyi karşılıyor, okşuyor, memnun edici sözlerle kalbimizi celbediyordu. O küçük odasında İslâmî mevzularla alakalı Arapça ve bilhassa Türkçe, Farsça şiirlerle süslediği güzel meclisler oluşturuyordu. Sohbetten sonra çaylarımızı da içiriyor ve öylece ayrılıyorduk.

Abdurrahman Şeref Bey’in bizi memnun edici o güzel hareketlerinde, hocaefendileri sevmeye, hoca meclislerini takip etmeye teşvik eden bir manzara vardı.

İşte Hocaefendi hazretlerini tanımam bu sohbet meclisleri vasıtasıyla oldu. Daha sonraları Bayezit Cami-i Şerifi’nde verdiği vaazlarıyla kendisini daha çok dinleme fırsatı elde ettik. Bu sohbetlerinde bir dönem, Ömer Rıza Doğrul’un İngilizce’den tercüme ettiği “Tanrı Buyruğu” isimli meâlini kendine mevzu seçmişti. Ondan ayetleri okuyor, ayetlerin üzerindeki izahları nasıl Kadıyânî zihniyetiyle tefsir ettiğini ele alıyordu. Gayet güzel bir şekilde, herkesin anlayacağı uslüpta, kitapta yer alan hatalı, dalâlete sevk edici noktalara temas ediyordu. O sohbetler bizim için hayranlığı mucib olmuştu. Zira Mehmet Akif beyin damadı olan Ömer Rıza Doğrul, Bab-ı Âli’nin şanlı şerefli, gayet bilgili muharriri olarak biliniyordu. Onun sözlerini reddeden bir kimsenin ortaya çıkması o zamanın havasında fevkalade bir hadiseydi.

1959 senesinde, tahsil için gittiğim, Mısır’dan döndüğümde Hocaefendi’yi yine aynı güzel siması ve güzel giyimiyle buldum. İstanbul’dan ayrılırken bıraktığım gibi hem imamlık vazifesine hem de Vefa Lisesi’nde edebiyat hocalığa devam ediyordu.

Vefa Lisesi’nin hemen yakınında yer alan Damat İbrahim Paşa Cami-i Şerifi’nin imamı, sulehadan ve meşayıhtan, çokça sevilen bir zat-ı muhterem olan Hasib Efendi’nin bendegânından olduğu da biliniyordu. Bu da ona ayrı bir şeref kazandırıyordu. Hocaefendi, aynı zamanda Hasib Efendi Hazretleri tarafından tertib edilen erbaîn sulûkuna iştirak eden üç zattan da biridir. Erbaîne iştirak eden zatlardan diğer ikisi ise, Merhûm Sebahattin Zaim Bey’in dedesi ile Üç Baş Medresesi’nde kalan bekâr ulemadan Erzurumlu Yakub Efendidir. Abdurrahman Şeref Bey, erbaînden ehliyet ve hilafet makamına layık görülerek ayrılmıştır. Kulaktan kulağa duyulan bu vasfı da ona ayrı bir şöhret kazandırmıştı.

Abdurrahman Şeref Bey, kayınpederim Merhûm Ali Yekta Efendi’nin de çok azîz bir dostuydu. Zaman zaman ziyaretleşirlerdi. Hatta kayınpederimden şu sözleri dinlemişimdir:

Abdurrahman Şeref Bey’e diyorum ki; inşaallah Ayasofya Camii açılır. Açıldığı zaman da sen minberde ben de mihrapta o caminin açılış merasimini yaparız.” Böyle samimi bir muhabbetleri vardı.

Hocaefendi ile unutulmaz hatıralar yaşamışızdır. 1965 senesinde beraber yaptığımız hac yolculuğumuz bunların başında zikredilebilir. Şam-ı Şerif’e, Kuds-i Şerif’e, oradan Medine-i Münevvere’ye geçtik. Medine’de aynı yerde kaldık. Mekke’de de beraber olduk. Hac erkânını hep birlikte yapmışızdır. Çok güzel günlerimiz olmuştur onunla Elhamdülillah.

Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii imamı, çok muhterem, fazilet timsali bir âlim olan abisi Abdullah Efendi de bizimle beraberdi. O zatta ibadet zevki çok ileriydi. Mihrimah Sultan Camii’nin medreselerinden birini kendisine daimi meclis edinmişti. Sabah gelir akşama kadar oradan ayrılmaz, devamlı surette ders okuturdu. Çok da cesur hitabelerde bulunurdu. Abdullah Efendi Ramazanları mihrabını başkasına terk eder, kendisi İskenderpaşa Camii’ne giderdi. Hatimle namaz kılmak için orayı tercih ederdi.

Abisi de böyle muhterem bir zattı hocaefendinin yani. Zaten işittiğime göre ailesi “eben an ceddin” tabir ederler, babadan dedeye uzun tarihlerden beri, galiba sekiz kuşaktır, mihrab ehli, medrese hocalığı yapmış olan bir ailenin devamı.

Birlikte yaptığımız seyahetlerden biri de Riyad’a olmuştur. Birlikte. Fıkıh toplantısına katılmıştık Hocaefendiyle. On gün sürmüştü toplantı. Bütün İslâm dünyasından insanlar çağırılmıştı. Çok güzel tebliğler verilmişti. Abdurrahman Şeref Bey’in de İçtihad mevzuunda bir tebliği vardı.

Hocaefendinin Fatih Cami-i Şerifi minberindeki hutbelerini de çok şevkle, iştiyakla takip ederdim. Her hafta karşısında otururdum. Eski usul “biniş” denilen, hatiplere mahsus geniş cübbesiyle yukarı çıkar ve güzel hutbesini irad ederdi. Arapça kısmını kâmilen ezbere irad eder, Türkçesini beyan ederdi. Namazdan sonra da “Hadi gidelim bir tatlı yiyelim şurda.” derdi. Onu da ihmal etmezdi hiç. Çok latif, kerim insandı merhûm.

Hep böyle güzel meclislerde şahid olduğum Abdurrahman Şeref Bey nihayet İstanbul Müftülüğü vazifesinde iken 1978 senesinde dünyaya veda etti. Vefatı hakikaten çok üzüntüyü mucip olmuştu.

Ali Yakup (ÇENKÇİLER) Efendi’nin onun vefatı günü söylediği şu sözleri hiç unutmam:

“Eski usulde yetişmiş, çeşitli ve geniş malûmatı olan, ictimâî ve ilmî meseleleri ihatalı bir şekilde takip eden âlimlerimiz böylece sona ermiş oldu.”

Ali Yakup Efendi ki; Mısır’da kalmış, Mustafa Sabri Efendi’nin, Zahid Efendi’nin gözdesi olan bir zat. Onun bu şehadeti hakikaten çok ehemmiyetlidir.

Filvâki ben de çok esef etmiştim onun vefatına. Ve hala hatırladıkça çok derin bir üzüntü hissediyorum. Onların yerleri hep boş kalmıştır. Allah garîk-i rahmet eylesin. Cennet’te buluştursun inşallah.

Bu satırları ifade etmeme vesile olan bu hutbe kitabının tekrar basılmasını çok sevinçle karşılıyorum. Zira ifade etmeye çalıştığım gibi günümüzde, maalesef, hutbeleri bu şekilde tanzim edecek yetişmiş hocalarımızı görememekteyiz. Bu durumdan çok mahzun ve müteessifim. Mübalağa değil. İçim kan ağlıyor. Bu günkü insanlarımız, gençlerimiz bir Kürsî Şeyhi göremeden geçip gidiyorlar. Kürsi Şeyhi denildiği zaman pek çok evsafa sahip hocaefendiler gelir zihinlere. Onlar Sultânî vaaz ederlerdi. Güzel, yerinde okudukları şiirlerle; ayet-i kerimeleri, hadis-i şerifleri beyan edecek o insanlardan mahrum bu beldeler. Öyle insanlar yetiştiremedik maalesef.

Cenâb-ı Hak’tan niyazım bu mübarek diyarımızda o hocaefendilerin emsali, onların yolunu devam ettirecek âlimlerimizin yeniden yetişmesidir.

ABDURRAHMAN ŞEREF GÜZELYAZICI

(1904-1978)

Abdurrahman Şeref GÜZELYAZICI, 6 Mayıs 1904’te Selânik’in Petriç kasabasında dünyaya geldi. Babası Petriç müderrisi İbrahim Edhem Efendi, annesi müderris ve hattat Hacı Ali Siyâmi Efendi’nin kerîmesi Latife Hanım’dır. (“Güzelyazıcı” soyadını kullanmaları bu sebeptendir.) Dört yaşında babasının, dokuz yaşında annesinin vefatıyla hem öksüz hem yetim kalan Abdurrahman Şeref GÜZELYAZICI ağabeyi Abdullah Hulûsî Efendi’nin himayesinde büyür.

Hoca Halil Efendi’den besmele çekerek, ilahilerle başladığı ilk tahsilinin bir kısmını doğduğu yer olan Petriç’te ikmâl eden Hocaefendi, 1912 senesinde Balkan harbi felâketiyle yurdunu bırakıp hicret yoluna girmesi sebebiyle tahsilinin geri kalan kısmını önce Amasya’da Pendelli İlkokulunda ardından da iskan edildikleri (Tekirdağ) Vize Saray kasabasında bulunan Ayazpaşa mektebinde tamamlar.

Abisi Abdullah Hulûsi Efendi ile İstanbul’a yerleşen Abdurrahman Şeref Bey orada Tıbbiyeye kaydolur fakat maddî imkânsızlıklar sebebiyle tahsilini yarıda bırakır ve İstanbul Dâru’l-Hilâfe Medreselerinin açtığı imtihana girerek orada okumaya hak kazanır. Abdurrahman Şeref GÜZELYAZICI tahsiline medreselerin kapatılmasına dek (1924) burada devam eder. Eski usûlde âli kısım olan Sahn Medreselerine girmeye hak kazandığından, o zaman açılan Darulfunûn İlahiyat Fakültesine imtihansız olarak girer ve buradan mezun olur (1927).

Tahsili sırasında Elmalılı Hamdi Efendi (1878-1942) gibi pek çok kıymetli hocaefendiden de husûsî dersler alan Abdurrahman Şeref Bey, Süleymaniye Kütüphanesi’nde açılan kütüphanecilik kursuna da katılır ve buradan a’lâ derecede ehliyetnâme alır.

1927 senesinde Millet Kütüphanesi dâhilindeki Pertev Paşa Kütüphanesinde memuriyet hayatına ilk adımını atan hocaefendi hayatı boyunca müezzinlik, imamet, muallimlik, kütüphane memurluğu, İstanbul Müftülüğünde vaizlik ve hademe-i hayrât murakıplığı gibi vazifelerin yanı sıra Vefa Lisesi gibi bazı resmî ve husûsî okullarda da ders vermiştir.

Abdurrahman Şeref Bey, 1948 yılında İmam Hatip okullarının kurulması ve programlarının belirlenmesi için Celâl ÖKTEN (1882-1961) Hoca ile birlikte çalışır ve İstanbul İmam Hatip okulunda tefsir, usûl-i fıkıh, hadis, usûl-i hadis dersleri verir.      

1950 yılında İstanbul İl Müftülüğü murakıplığına tayin edilen Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı, Şehzadebaşı, Valide, Bayezit ve Fatih Camilerinde vaizlik, 1963-68 yılları arasında da Fatih Camii’nde fahrî hatiplik görevinde bulunur. 1972’de İstanbul Müftülüğü’ne getirilen ve vefat ettiği 15 Mayıs 1978 tarihine kadar bu vazifesini sürdüren hocaefendinin kabri, Edirnekapı Şehitliği’nde, manevî terbiyesinde bulunduğu ve halefi olduğu, Gümüşhânevî Tekkesi’nin son postnîşini Tekirdağlı Mustafa Feyzî Efendi’nin hulefâsından Serezli Hacı Hasîb (Yardımcı) Efendi’nin hemen yanı başındadır.

Eserleri:

Eylül Yaprakları (1938), şiir kitabı.

Gönül Yolcuları (1944), şiir kitabı.

Ehl-i Sünnet İnanışının Değişmez Metinleri ( 1947).

Din Dersleri (1956).

Fatih Minberinden Mü’minlere Hutbeler (1966). 

Yayınlanmayan Eserleri:

Hakikat Çiçekleri/Meclisleri

Kırk Defa Kırk Hadis

Yasin Tefsiri

Ayete’l-Kürsî Tefsiri

Usûl-i Hadis Kitabı

Hac Kitabı

Bahar Damlaları (Şiir)

Mezar (Şiir)

Fâni Gölgeler (Şiir)

Ayrılık Çiğdemleri (Şiir)

Gönül Şafakları (Şiir)

Divan-ı Şeref (Şiir)

          

Yorumlar (0)
Günün Anketi Tümü
Türkiye İsveç'in NATO üyeliğine onay vermeli mi?