Çalkantılı zamanları çerçevelemek
Jenny White, Müslüman Milliyetçiliği ve Yeni Türkler kitabında, Türk kimliğinin ve İslam algılarının geçirdiği değişime ilişkin dikkat çekici argümanlar ileri sürüyor

Asım Öz/ Dünya Bülteni - Kültür Servisi
Türkiye’deki hakim kutuplaşmanın anlaşıldığı şekliyle dine karşı laiklik veya tersi olmadığı üzerine çokça yazı yazıldı, incelemeler ve araştırmalar yapıldı. Hâlen İslâmî olanın ne olduğu ve siyasal kimliğin hangi çerçevede kurulacağına dair yapılan tartışmalar günden güne farklılaşarak sürdürülmektedir. Köşe yazılarından kitaplara uzan farklı güzergâhlarda dile getirilenler önümüzdeki yıllarda toplumu bir arada tutan/tutması gereken şeyin mahiyetine ilişkindir aslında. Söz konusu temel meselenin ne kadar hayati olduğu düşünüldüğünde, gerek Müslümanlar cihetinden gerekse ahlakla alakalı mevzuları felsefi boyutlarıyla ele alma gayretinde olanların bu konularla yeterince ilgilenmemesi şaşırtıcı bir durumdur.
Kimi zaman bahsettiğim bu mefhuma da odaklanan Jenny White tarafından kaleme alınan Müslüman Milliyetçiliği ve Yeni Türkler kitabını bütünüyle ele alıp irdelemek değil amacım. Zira genelde hedef aldığı okur kitlesinden kaynaklanan değişik boyutları var kitabın. Gezi romantizmi, İslâmcı kadınlara ‘yeni Türkiye’nin kuruluş sürecinde çok büyük önem atfetme fakat bu kadınların herhangi bir metnine atıf yapmama yahut bireyselleşme konusunda bıktırırcasına Soli Özel göndermeleri yapmak gibi. Buna karşın ayrımında olduğu önemli hususların da bulunduğunu bilmek gerekir. O yüzden kitapta aktüel meselelere ve geleceğe dair yapılan değerlendirmelerden birkaçına dikkat çekmek niyetindeyim. Kitap, Türkiye’deki mevcut çatışmanın güçlü kurucu unsurlar olmasına karşın, laiklik ve İslâm arasındaki çatışmaya indirgemeden yeni olanın ne olduğunu ve toplumda farklı konumlarda bulunan insanların kendilerini nasıl algıladıklarını anlamaya katkı sunma iddiasında.
MÜSLÜMAN MİLLİYETÇİLİĞİ NEDİR?
Kitabın ana hatlarıyla günümüzde devam eden siyasal mücadelenin örtüşen ve rekabet halinde olan Türklük kültürlerinin ve diğer ulusal öznellik biçimlerinin taslaklarını sunan bir çalışma olduğu söylenebilir. Önce yazardan söz edelim kısaca: White, 1975 yılından beri Türkiye üzerine çalışıyor. 1990’larda, Türkiye’deki İslâmcı hareketin aile bağlarını model alan, karşılıklı sorumluluğa vurgu yapan komşuluk çerçevesi dairesinde siyasi ilişkiler kurarak, insanları bir siyasal partiyi desteklemek için harekete geçme süreçlerini analiz etmişti. Müslüman Milliyetçiliği ve Yeni Türkler kitabı ise, büyük ölçüde 2008 yılında yürüttüğü araştırmalara dayanıyor: “Son 20 yılda benim adına Müslüman milliyetçilik dediğim yeni bir Türk kimliği oluştu. Kimlikleri ve geleceğe bakışları 1923 yılı üzerinden şekillenen, Kemalist gelenek yerine görkemli Osmanlı geçmişinden etkilenen dindar Müslüman Türkler. Ancak bu yeni kimlik, cumhuriyetçi devlet iskeletiyle de örtüşüyor. Yeni Türkler, dindar bir Müslüman’ın demokratik, laik bir devlet yapısını yönetmesini tezat görmüyor” Bununla birlikte, özel olarak 1980’den bu yana olan toplumsal ve siyasal gelişmelere kuşbakışı bir biçimde de olsa temas ederek, bir siyasal hareket olarak İslâmcılığın yükselişi ve düşüşüne dikkat çekiyor. Dindar modernistlerden etkilenen siyasilerin(“seküler Müslümanların), İslâmcıların yerini alması neticesinde ortaya çıktığını düşündüğü Müslüman milliyetçiliğine temas ediyor. Müslüman milliyetçiliği kavramı her ne kadar günümüzdeki tartışmalarda yaygın bir biçimde kullanılmıyorsa da kavramın yeni olmadığını hatırlatmak faydalı olacaktır. Mesela bu kavramı merkeze alan İslâmcılık konulu bir yazının yıllar evvel Tezkire dergisinde Mücahit Bilici imzasıyla yayımlandığını belirtmek durumundayız.
White, Müslüman kimliğini ve kültürünü ırkının önüne koyan, ekonomik ve siyasi hayatta kök salarak her geçen gün güçlenen, kendine güvenli İslâmî ağlardan yükselen yeni heteredoks milliyetçilik biçimlerinin Kemalist milli kimliğe meydan okuduğu düşüncesinde. Bunun örnekleri olarak Alperen Ocakları gibi yapıları değil, bazı yerlerde “imam” bazı yerlerde ise “vaiz” olarak andığı Fethullah Gülen’in taraftarlarını, AKP destekçilerini, Müslüman işadamlarını ve modern hayat tarzını deneyimleyen genç insanları zikrediyor. Yazar, Türk toplumunda meydana gelen değişmeleri ana akım Müslümanlar olarak gördüğü bu çevreler üzerinden anlamaya çalışmanın yararlı olduğu düşüncesinde. Ana akım yapıların, 2002’den sonra İslâmî ilişkiler ağı ile gençlere başarılı olmak için ihtiyaç duydukları eğitim, beceri ve diğer sosyal ilişkileri kazanmayı vaat ettiklerini de ekliyor.
Uzunca sayılabilecek bir zaman diliminde Türkiye hakkında araştırmalar yapan yazar kitabında kişisel gözlemleri yanında yaşadıklarından da söz ediyor. Zaman gazetesinde başörtüsüyle ilgili bir makale yayımladığı için otuz yıllık bir arkadaşını kaybetmiş. Sıkı bir Kemalist olan arkadaşı White’ın Zaman gazetesinde yazmakla İslâmcıları desteklediğini ifade etmekten çekinmemiş ve o günden sonra kendisiyle konuşmuyormuş.
Türkiye’nin 1980 sonrasında üçüncü cumhuriyet olarak adlandırılabilecek devrimsel bir süreç yaşadığının altını çizen yazar, bu yıllarda İslâmî fikirlerin tartışılmasına yönelik kısmı özgürlüklerin İslâmî kimlikli siyasal ve ekonomik elitlerin yükselişini beraberinde getirdiğini ifade ediyor. Hayli iddialı bir biçimde kısmi zenginleşmenin moda, yaşam tarzı, serbest zaman faaliyetleri, medya ve müzik alanlarında Müslümanların kültürel rönesansını başlattığını söylüyor.
Onun tasvirine göre, tüketim çerçevesinde Müslüman olmak, Cumhuriyet devrinde ilk defa şehirli olmak ve yukarı doğru hareketlilik olarak karşımıza çıkıyordu. Bu sadece ekonomi ve kültürel sahada kalmamış, siyasete de bir biçimde yansımış, 1990’lar boyunca İslâmcı politikacılar önemli kazanımlar elde etmişlerdir. White, AKP’nin dindar olduğunu gizlemeyen daha çok Türkiye’nin geniş ve farklı seçim bölgelerine hitap eden merkez sağda konumlandırılabilecek muhafazakâr bir parti olduğu kanaatinde.
POST-KEMALİZM VE POST-İSLÂMCILIK KAVRAMLARI
Türkiye’deki siyasal kimliğin yeni biçimlerini ortaya koyan araştırmalardan da yararlanan çalışma yer yer tasviri bir çalışma olmayı başarsa da, aparat olarak okunmaya müsait bolca yorum içeriyor. Post-Kemalizm kavramını kullanmamış olsa da Kemalizm’in oluşturduğu kimliğin varoluşsal düzlemde ciddi bir kriz içinde olduğu tespitini yapan White, AKP özelinde, Türkiye’nin mevcut sınırları içinde gündeme gelen kimliğin “Müslüman milliyetçiliği” olarak adlandırılabileceği düşüncesinde:
“Benim ‘Müslüman milliyetçiliği’ diye adlandırdığım bu yeni Türk kimliği, Kemalist devlet projesinden kopmuş, Cumhuriyet devletinin çerçevesinde yerleştirilen ve Osmanlı’nın emperyal geçmişinin şekillendirdiği bir gelecek vizyonuna ve öznelliğine sahip dindar bir Müslüman Türklüktür. Başka bir deyişle, yaşam tarzından kamusallığa ve dış politikaya kadar her şey, zorunlu olarak İslâmi ilkelere veya daha az bir oranda İslami hukuka(…) göre değil(…) ayrıksı bir şekilde Türk’ün imparatorluk-sonrası hassasiyeti açısından yeniden yorumlanıyor.”
White, kavramsal çerçeve olarak Müslüman milliyetçiliğinin milletin sınırları konusunda tutucu olmayan bir yorum yapmasının toplumsal/siyasal gerilim noktalarını anlamak daha da önemlisi AKP’nin iç ve dış politikalarını analiz edebilmek için gerekli olduğu kanısında. AKP ve İslâm ilişkisi konusunda şunları dile getiriyor yazar:
“Bazı düşünürler, bunu hükümetin İslam’a yönelik sempatisi yüzünden, Türkiye’nin Batı’dan Doğu’ya doğru eksen kayması olarak yorumlama hatasına düşüyorlar. Bu düşünürler, yeni Türkleri Müslüman Ortadoğu’nun ötesine uzanma konusunda İslam’ın değil, tam tersine İmparatorluk sonrası siyasal ve ekonomik hırsların motive ettiğini anlayamıyorlar.”
Buna karşın, AKP ile özdeş gördüğü Müslüman milliyetçiliğinin Kemalizm ile aynı geleneği paylaştığını düşünüyor. AKP’li yıllarda şehrin kıyılarında yaygınlaşan orta sınıf sitelerin sınır çizgilerinin melezliğe izin vermediğine dikkat çekiyor. Endişeli modernlerin ikamet ettiği sitelerle dindarların oturduğu siteler arasındaki en önemli ayrım yazara göre birinde alkol tüketiminin, diğerinde başörtüsünün olması: “Dindar sitelerin, orta sınıf laiklerin oluşturduğu kapalı cemaatlerden hiçbir farkı bulunmuyor. Çünkü her ikisi de şehrin karma yapısından kaçar, insanların kimlik özelliklerini eleştirir ve iyi, gerekli davranış ve değerlerin ne olduğunun altını çizer.
İslâmcı ve Kemalist temellere rağmen, pratikte dindar ve laik sitelerin her ikisi de Batılı tarz ve değerleri birleştiren ve şöhret için tüketimi önemseyen benzer bir modernite ve medeniyet vizyonunu açığa vurur.” Bundan dolayı da, militarizm, otoriterlik, bir kesimin kendi kurallarını topluma empoze etmesi şeklindeki demokrasi algısı ve sosyal mühendisliğe bağlılık açısından önceki dönemlerden büyük bir farklılaşmanın yaşanamadığını dillendiriyor. Aslında bu indirgemeci tasvir memlekette İslâmcılığa dair yapılan analizlerin önemli bir kısmının beslendiği düşünsel kaynakları fark etmek için önemli bir imkan. Öte yandan AKP’li yılların otokrasi ve otoriterliğin zirvesinde olduğuna inananların hafızasının oldukça zayıf olduğuna da işaret etmeden geçemiyor.
Osmanlı geçmişinin kimlik kurucu bir öge olarak tekrar gündeme getirilmesini tasvir eden yazar bundan duyduğu hoşnutsuzluğu da açıklıyor. Yazar AKP’li siyasetçilerin azınlıklara el uzatırken sıklıkla Osmanlı millet sitemine atıf yapmalarını doğru bulmuyor. Ona göre, Osmanlı’nın millet sistemi içerisinde Müslüman olmayan dini cemaatlere yarı özerk bir şekilde yaşama izni verilmiş anacak konumları hiçbir zaman Müslüman öznelerle eşit olmamıştır. Müslümanların potansiyel üstünlüğünden bahsetmeden Osmanlı millet sisteminden söz etmek meseleyi anlaşılmaz kılmaktadır. Sadece başka dinden olan cemaatler için değil, Kürtler ve Aleviler için de Osmanlı millet sistemi bir çözüm sunmaktan uzaktır. Osmanlı devleti potansiyel olarak asi gördüğü Kürtler ve Aleviler için bir dizi tedbir almış fakat bunlar çoğu zaman başarısız olmuştur. Müslüman milliyetçilerin Kemalizm’in dar kalıplarını aşma sürecine inkarı mümkün olmayan önemli bir katkı yaptıklarını fakat kurucu bir fikir ileri süremediklerini ifade ediyor. Yazarın buradan çıkardığı sonuç üzerinde tartışılmaya değer:
“(…) bugünün Müslüman milliyetçilerinin bu grupları milletle bütünleştirecek bir ideolojik çerçeveden yoksun olması şaşılacak bir şey değil. Bu yönelim yoksunluğu, tutarsız politikalar ve yanlış sonuçlara neden oluyor.”
Buna karşın yazar, 1980 sonrasında ortaya çıkan İslâmcı elitin geleneksel laik elitlere meydan okuması yanında, Osmanlı sonrası bir modele dayanan bir millet ve milli özne tanımı geliştirdiğini söylüyor. Ne var ki, yazarın bu özneliği büyük ölçüde kültürel Türkçülüğe dayandığı iddiası tartışmalı bir yaklaşım.
SINIRLARIN BELİRSİZLEŞMESİ
Türkiye’de geçerli olan bildik yaklaşımı sorgulamaya doğru evrildiği kısımlar da yok değil kitabın. Türkiye’deki farklılaşmanın sekülarizmi, modernleşmeyi, Batılılaşmayı savunanlarla bunlara karşı çıkarak İslâmî değerleri yerleştirmeye gayret eden İslâmcılar arasında olduğuna ilişkin varsayıma kuşkuyla yaklaşılması gerektiğini kanaatinde. Zira birbirinden farklı gibi duran laik ve İslâmî kategorilerin ima ettiği toplumsal ve siyasal pozisyonlar her zaman sanıldığı kadar saf halde karşımıza çıkmazlar. Denilebilir ki, laik Kemalizm, Mustafa Kemal’in resimleri üzerinden oluşturduğu mistik görüntülerle farkında olmaksızın dinsel bir biçim haline gelmiştir. Öte yandan, 1980 sonrasında Müslüman elitlerin oluşturduğu serbest zamanlara dönük faaliyetler, Müslümanlara dönük bir piyasa geliştirerek, İslâm’ı kişiselleştirmiş ve dini olan hususları belli oranda ticarileştirmiştir. Kültürel Müslümanlık olarak kavramlaştırdığı olgunun siyasal İslâmcılığın yerini aldığını, bunun ise milletin dolayısıyla Türklüğün ne anlama geldiğini sorgulamayı beraberinde getirdiği düşüncesinde.
Laik ve Müslüman kesimler arasındaki ateşli savaşın bariz olduğu vasatta kaleme alınan çalışma haliyle, Müslüman kesimler arasındaki rekabetten söz etmiyor, fakat bunun ipuçlarını sunuyor. Sözgelimi Fethullah Gülen hareketinin bağış ve yatırımlarını küresel düzeyde nasıl organize edildiğinin anlatıldığı sayfalar dikkat çekici. Gülen’in öğretilerini takip edenler için kullanılan ifadelerden birinin “modernist Müslüman” olması sorunlu olsa da şu cümleler hareketi anlamak ve aktüel bazı mevzuları düşünmek açısından dikkate değer. Konuya ilişkin vurgusu bu aşamada hatırlanabilir:
“Gülenci vakıflar pek çok yönden, bir zamanlar Masonların yaptığı şeylerin benzerini yapıyorlar: Dinî olmayan ama dinsel referanslara sahip yarı bağımsız ritüeller düzenliyorlar;(…) üyelerinin ahlaki doğruluğu şart koşuyorlar; hayırseverlik etkinliklerini gerçekleştiriyorlar; politikada ve iş alanında iş bağlamak için genellikle gizli biçimde çalışan yerel ve uluslararası düzeyde yardımlaşma birlikleri kuruyorlar. Aralarındaki en önemli fark, Masonların tanımsız bir Doğaüstü Güce inanmalarına karşılık, Gülencilerin açık biçimde Müslüman olmaları ve okul inşa etmeye büyük önem vermeleridir. Her halükârda Masonluk gibi Gülenci hareket de, birbirlerine dinî ritüellerden ziyade yaşam tarzı ve başarıyla bağlanmış üyelerinin politik ve ekonomik isteklerini destekleyecek geniş ağlar yaratmıştır.”
Nasıl Müslüman olunacağına ilişkin tercihlerin günden güne değişiklik arz ettiğine dair yaklaşım dine ilişkin bireyselleşmenin artmış olmasının bir sonucu. Zira bireyselleşme Giddens’ın deyişiyle bireyin davranışlarına yön vermenin başlıca ilkesi olarak bireyin projelerini öne çıkaran bir kültürel eğilimdir. White, Kemalizm’in kutsallığından arınma sürecinin aynı şekilde İslâmcılık için de söz konusu edilebileceğini düşüncesinde. Günümüzde seküler ve İslâmî kategorilerin gençlik arasında sanıldığı ölçüde geçerli olmadığını, gençliğin kimi zaman birbirine zıt/ters kimlikleri eşzamanlı olarak sahiplenebildiğini gençlik üzerine yapılan araştırma bulgularına dayandırarak farklı bir okuma yapmayı deniyor ve durumun mahiyetini şu ifadelerle betimliyor:
“Kemalistler, gençleri Kemalist projeye bağlama yeteneğini nasıl kaybettiyse, İslâmcılar da piyasadaki, medyadaki ve tercihe dayalı bir deneyimle şekillenen İslam üzerindeki kontrolünü kaybetti. İslâmcılık, popülaritesini, disiplin odaklı ve kitabi olmaktan ziyade hizmet temelli ve karizmatik bir lidere sahip Gülen hareketi gibi dayanışma gruplarına kaptırdı. Birey, sadece tekil olarak değil, değişimin kolektif öznesi olarak da yeni bir önem kazanmış durumda.”
Bu eğilimler dikkate alındığında gelmekte olanın oldukça sorunlu bir hal olduğu düşünülebilir. Kimlikler arasında kesin çizgiler çizmenin giderek zorlaştığı vasatta, seküler çevrelerin kendilerine dönük bir tebliği içermediği yahut bireyin kamusal alanda ne yapacağını tanımlamayan kişisel bir tercih olarak kaldığı sürece dindarlaşmada mahzur görmediklerinin aktarılmış olması önemli. Yazar meseleye dair argümanlarını şöyle sürdürüyor. Artık İslâmcılık ve Kemalizm’in ötesine geçeceği varsayılan tutumlar ‘ortak haklar’ ‘farklılıklara karşı hoşgörü’ gibi meselelere odaklanmaya başladı. Dolayısıyla, çalışma yeni kimliklerin İslâmcılık ve Kemalizm gibi hazır kalıplardan giderek uzaklaşma eğiliminde olduğunu da göstermeyi amaçlıyor. Laik-İslâmcı şeklindeki bölünmenin çökmüş olduğunu iddia eden yazar, bunun göstergelerinden biri olarak kimliğin melez hâle gelmiş olmasına işaret ediyor. Kimliklerden yola çıkarak siyasi konumların tahmin edilemediği zamanlarda, harmanlama özgürlüğü olarak liberalizmin güçlendiğini ileri sürer.
Yakınsamalar kadar ıraksamaların da söz konusu olduğu araştırma üzerine yapmış olduğumuz bu kısa gezintiden sonra hangi sonuçlara varabiliriz? Şüphesiz, başta da belirttiğimiz gibi kitabı bütünüyle ‘tanıtmak’ değildi muradımız. Buna karşın görebildiğimiz kadarıyla İslâmî mevcudiyetin dönüşüm sürecinin önümüzdeki yıllarda daha ciddi bir mesele teşkil edeceği apaçıktır. Bu sürecin taşıdığı risklerin farkında olduğumuzu söylemekten çok uzağız henüz.
Son olarak 1990’lı yıllardan bu yana İslâmcılar üzerine çalışan bir akademisyenin Sultanahmet’te düzenlenen kitap fuarı( gerçi o festival diyor ama!) özelinde aktardıkları düşündürücü geldi bana. Yazar, başörtülü kadınların da bulunduğu kitap sergilerinde, Büyük İslam İlmihali ile Dostoyevski, Gogol, Steinbeck, George Orwell, Turgenyev ve Jack London’ın kitaplarının yan yana durmasını şaşırtıcı bulduğunu söylüyor. Anlaşılan o ki yazar araştırmalarına konu ettiği İslâmcıları hâlâ tanıyamamış, belki de tanıyamayacak!
Jenny White, Müslüman Milliyetçiliği ve Yeni Türkler,İletişim Yayınları, 2013, 332 sayfa.