Cizre yiğitlerini bekliyor!
Cizrelilerin insan olarak kucaklaşmaya, hâl hatır sorulmaya ihtiyacı var. Çocukların başlarının okşanması, yetimlerin yüzlerinin güldürülmesi gerekiyor. Bu cümleden olarak halkla kucaklaşmanın vakti geldi de geçiyor. Çünkü biz onlardan sorumluyuz. Sahici bir sahiplenmeyle sorumluyuz.

İbrahim Ethem Gören/Dünya Bülteni
Okuyacağınız yazı fikrî takip mahiyetini haiz bir mevkute olma hususiyetini haiz... Hamilik Okulu Vakfı, başlattığı yardım kampanyasıyla geçtiğimiz yıl büyük bir yıkıma sahne olan Cizre’ye, Cizre’deki ailelere ve özellikle de Cizre’deki Kur’an Kursu öğrencilerine hamilik etmeye başladı. Hamilik Okulu Vakfı geride kalan 3-4 aylık süreçte Cizre’de 10 aile ile kardeşleşti. 4 Nisan 2017 günü Hamilik Okulu Vakfı Başkanı Barbaros Ceylan ile Cizre hizmetleri özelinde Dünya Bülteni’nde hasbıhâl etmiştik.
Barbaros Ceylan ile yapılan Röportaj
Vakıf bu bağlamda, Kızılay ve Cizre Müftülüğüyle birlikte tesbit ettikleri, Cizre’nin Cudi Mahallesi’nde ikamet etmekte olan ve kelimenin tam manasıyla fakirlikten toprağa düşmüş vatandaşlarımızı; 10 aileyi sahiplenerek, iki ayda bir ziyaret ediyor, ihtiyaçlarını gideriyor, halleriyle hâlleniyor, hayatlarına dokunuyor, kira desteğinde bulunuyor, çocuklarıyla ilgileniyor, hastalarının tedavi süreçlerine yardımcı oluyor.
Vakıf, mezkur aileler arasında yer alan ve uzun zamandır tedaviye ihtiyaç duyan Cizreli Adak Ailesi’ni 10 günlüğüne İstanbul’a tedavi için getirmiş. Biz de Adak Ailesi’ni Ümraniye’de misafir olarak kalmakta bulundukları evde ziyaret ederek tanıma fırsatı bulduk. Birazdan, ailenin hâl-i pürmelâline; daha doğrusu kendi vurdumduymazlığımıza değineceğiz. Çünkü biz onlardan sorumluyuz ve dahi bu hususta hesaba çekileceğiz.
MEYDAN, YİĞİTLE MANA KAZANIR
Cizre, Hamilik Okulu Vakfı’nın “Yiğitlik Meydanları”ndan biri… Meydan, yiğitle anlamını bulur. Fedakârlıkla şenlenir. Uhuvvet ve tesanütle ulvi hakikatlere doğru kanat çırpar.
Cizre Yiğitlik Meydanı, Hamilik Okulu Vakfı’nın, Vefâ Yiğitlik Meydanı’nda insanlıklarını arama, geliştirme ve daha iyi bir keyfiyete yükseltme gibi endişeleri olan genç hamilerinin el ve gönül birliğiyle kurdukları bir meydan…
Yiğit ve meydan için iki paragraf açmakta fayda var.
YİĞİT, MUHATABINI DÜŞÜNÜR
Yiğit, kendisini değil, muhatabını, Ümmet-i Muhammed’i, kâinatı, eşyayı ve mevcudatı düşünen insandır... Misal mi? Hasan Harakani (ks)...
Yiğidi, Nur Suresi’nin 37’inci ayet-i kerimesi şöyle tarif ediyor: “Nice yiğitler vardır ki, onları ne ticaret ne bir (başka) kazanç kapısı Allah’ı anmaktan, namazı hakkını vererek eda etmekten ve arınmak için verilmesi gerekeni vermekten alıkoyabilir; onlar kalplerin ve gözlerin dehşetle döndüğü günden korkarlar.”
Yiğitliği, Kars’ın; bir adım öte, kadim Anadolu coğrafyasının mana büyüklerinden, fütüvvet kelimesi kendisi için vaz edilmiş ermişlerden Ebu’l-Hasan Harakani’nin (ks) irfanıyla telif edelim. Yiğit, onun kelâmıyla, “Arşın yükünü”, yani, ‘varolma’ hakikat ve sırrının bütün meselelerini sırtında omuzlayan; fizik ve metafizik anlamlarıyla sürekli değişen dünya ve hayat karşısında, kendi istek ve arzularından feragat ederek, cesaretle, O’nun rızasına göre yaşamaya ve yaşatmaya (varlığı aslî halleriyle muhafaza etmeye ve daha makbul bir hal ve makama ulaştırmaya) gayret eden kamil insan”ın adıdır.
MEYDAN, YİĞİDİN TASARRUFTA BUULUNDUĞU KÂİNATTIR
Meydan ise er meydanı, hakikat meydanı, yiğidin tevazu, vakar ve mütemadiyen sorumluluk bilinciyle şenlendirme gayretinde bulunduğu tüm kâinattır.
“Meydan”ı, Barbaros Ceylan Üstadımız, “Meydan, insan ve mevcudatın na-tamam hallerine dokunmak, bu hali daha makbul ve faydalı bir duruma dönüştürmek üzere hareket eden ‘yiğid’in, arz-ı endam ettiği bütün bir yeryüzü ve hatta kainattır. Özelde ise, bu eksiklik ve/veya noksanlığa ve/veya ‘tamamlanmamışlığa’ müdahale etmek gayesiyle, kabiliyet ve kapasitesiyle sınırlı olmak üzere, farkına vararak uzanabildiği, her mekândır… Bu kimi zaman İstanbul’da insanın yoksun ve yoksulluğunun zirve yaptığı Vefa bölgesi, kimi zaman Afrika’da açlıktan ölümlerin olduğu Siera Leone, kimi zaman Halep ve kimi zaman da Cizre, olabilmektedir…” cümleleriyle elini, eteğini modernitenin çarklarına kaptıran insanlarımıza tarif ve tavsif ediyor.
Hemen herkes meydanda olmalı, uyanık durmalı, ontolojik insanlık ve dahi hilafet vazifelerini yerine getirmenin telaşı içinde bulunmalıdır.
Meydanda yiğitliğini gösteren insanın hesabı olmaz. Yiğit zaten hesap adamı değildir. Mütemadiyen hesabının görüleceği saikiyle hareket edenler, sadece inana karşı değil; tüm mevcudata karşı sorumluluk hissi taşır. Bugünkünden daha güzel bir dünya ise şüphesiz böylesi bir hesapla kurulabilir.
CİZRE İNSANLIĞIN İKİNCİ KEZ NEŞV Ü NEVA BULDUĞU KADİM MEDENİYET
Böyle bir girişten sonra Cizre’ye değinelim.
Hakk Teâla, Hûd Sûresi’nin 44’üncü ayetinde “Nihâyet (vakti geldiğinde): 'Ey yer! Suyunu yut! Ve ey gök! (Sen de yağmurunu) tut!' denildi. Su çekildi, iş bitirildi, (gemi) Cûdî (dağının) üzerine oturdu ve: '(Allah’ın rahmetinden uzak olan) zâlimler topluluğu helâk olsun!' denildi.” buyuruyor.
Cizre, Şırnak’ın bir ilçesi. Tarihi, Nuh Aleyhisselâm’a uzanan bir medeniyet üssü. Mezopotamya bölgesinde insanlık soyu Nuh Aleyhisselâm’ın evlatları üzerinden Cizre’de neş’et etmiş.
Cizre, Cudi Dağı’nın eteklerinde ihlas ile inşa ve imar edilmiş bir şehir. Burası asırlar boyunca medreseleriyle İslâm medeniyetinin önemli merkezlerinden biri olmuş. İlim ve irfanın gönülden gönüle devşirildiği bir hikmet yuvası vazifesini ifa etmiş.
TERÖR ÖRGÜTÜ PKK CİZRE’YLE ÖZEL OLARAK İLGİLENİYOR!
Özelde Türkiye için, genelde tüm insanlık âlemi için oldukça önemli bir merkez olan Cizre, geçtiğimiz yıl hendek savaşlarına sahne oldu.
Terör örgütü PKK, Güneydoğu’yu yakan, insanlarımızı derin acılara gark eden, yüzlerce şehit verdiğimiz hadiseleri Cizre’den başlattı. Hain örgüt, Cizre’ye hususi bir önem atfediyor. Bunun içindir ki PKK en vahşi yüzünü evvelemirde Cizre’de göstererek şehrin yüzde otuzluk bir kısmının yıkılmasının zeminini hazırladı.
CİZRE’YE EL ATMAK İNSANLIK VAZİFESİ
Hendek Savaşları öncesinde 130 bin olan ilçenin nüfusu 90 bine kadar düştü. Kısa süreede güvenlik tesis edilmiş olsa da İstanbul’a, Mersin’e, Gaziantep’e göçen Cizrelilerin önemli bir kısmı doğup büyüdükleri şehre dönüş yapmadı.
Cizre ahalisi Hendek Savaşları sürecinde sokağa çıkma yasağına riayet ettiler. Cizreliler tüm ülke genelinde olduğu gibi Cizre’de de 15 Temmuz darbe girişimine geçit vermediler. Tankların batı illerine doğru yürümesine müsaade etmediler.
Hendek savaşlarında Cizre’de 2 bin bina yıkıldı. 2 bina da oturulamaz vaziyette yıkılıp yeniden inşa edilmeyi bekliyor. Bu kadar çok binanın yıkılmasında FETÖ’cü unsurların da dahli var. 15 Temmuz’dan sonra bölgede görev yapan komuta kademesindeki askerlerin tamamı tutuklanmış.
CİZRE NÜFUSUNUN YAŞ ORTALAMASI 16.
Cizre’nin oldukça genç ve dinamik bir demografisi var. İlçenin nüfus ortalaması 16. 0-14 yaş grubunda 50 bin kişinin yaşadığı kentte 1.500 yetim var.
Lakin ilçede çocuklar için park ve oyun alanları yok. HDP’li belediyeler halka hiçbir hizmet götürmemiş. Yanından Dicle nehri geçen şehirde içme suyu arıtma tesisi yok. Cumhuriyet döneminden bu güne kadar keyfiyet maalesef böyle. Vatandaşlarımız evlerinin çatısına koydukları su depolarıyla ihtiyaçlarını gideriyor, ancak haftada bir gün evlere su verilebiliyor. Yakın zamanda kayyum, Cizre Belediyesi’nde hizmeti devralınca konuyla ilgili alt yapı çalışmalarına başlanmış.
İlçede kütüphane neredeyse yok. Bir zamanların “Medreseler şehri”nde sadece iki Kur’an Kursu var. Aileler toplam 200 kişilik kapasitesi bulunan Kur’an Kurslarına çocuklarını yazdırmak için tabir yerindeyse kuyrukta bekliyor.
Kâinat gibi insanın ruhu da boşluk kabul etmiyor. Hakk ve hakikatle temas kuramayan gençler ve çocuklar dini değerlerden bîhaber yetişiyor, özellikle genç kızlar ebeveynlerine isyan ediyor.
MÜFTÜLÜK, YATILI KUR’AN KURSLARI AÇMIŞ
Cizre Müftülüğü açtığı Kur’an Kursları marifetiyle çocuklarımıza sahip çıkma ve onları aydınlık ufuklara hazırlama gayretinde bulunuyor.
Cizre’de şu anda biri 30 kişilik kız; diğeri 90 kişilik erkek olmak üzere 2 adet yatılı Kur’an-ı Kerim Kursu var. Kurslarda barınan öğrenciler aynı zamanda İmam Hatip Okullarında okumaya devam ediyor.
Cizre’de Kur’an Kurslarına oldukça yoğun bir rağbet söz konusu. 30 kişilik kapasitesi olan Kız Kur’an Kursu için bin 200 başvuru olmuş. Ancak 30’unu alabilmişler. Halk, evlatlarını korumak ve muhafaza etmek istiyor.
Cizre Müftülüğü kendi imkânlarıyla bir öğrencinin yıllık masrafının sadece yüzde 15’ini karşılayabiliyor. Geriye kalan masrafları, Cizre’nin esnaf ve hayırsever insanları karşılamaya çalışıyor. Ama bu imkânlar ile toplam 120 kişi kapasitelik Kur’an Kursu binaları ancak iki yılda yapılabilmiş. Oysaki çok daha fazlası olabilmeli diye düşünüyoruz. İhtiyaçların önemli bir bölümü karşılanmayı bekliyor. Yakın zaman önce FETÖ’den devredilen bir Kur’an Kursu binası ilave 200 öğrenci için umut olacak inşallah. Umutları Hamiliik Okuulu Vakfı yeşertiyor. Vakfa yahut bölgeye fisebilillah hizmet götüren sair müesseselere yardımcı olmak, bu hususta safları sıklaştırmak insanlık vazifesi. Vazifeni unutma, her daim insan kal, ey insan!
CİZRE’NİN ÖZLEMİNİ DUYDUĞU MEDENİYETE İHTİYACI VAR
Cizre’nin özlemini duyduğu medeniyete ihtiyacı var. Kadim şehrin acilen medeniyetimizin aslî unsurlarına kavuşması gerekiyor.
Cizrelilerin insan olarak kucaklaşmaya, hâl hatır sorulmaya ihtiyacı var, çocukların başlarının okşanması, yetimlerin yüzlerinin güldürülmesi gerekiyor. Bu cümleden olarak halkla kucaklaşmanın vakti geldi de geçiyor. Çünkü biz onlardan sorumluyuz. Sahici bir sahiplenmeyle sorumluyuz, üstenci bir yaklaşımla değil. Onlar ne kadar insansa biz de ancak o kadar insanız. Mezkûr kucaklaşma tevhidin ve ümmet olma bilincinin bir tezahürü olmalı. Kucaklaşma, insanca, Müslümanca olmalı…
ADAK AİLESİ’NDEN MESULÜZ
Adak Ailesi, Hamilik Okulu Vakfı'nın Cizre Yiğitlik Meydanı'nda kardeşleştiği 10 aileden biri. Aileyi, tedavi için getirildikleri İstanbul Ümraniye’de misafir kaldıkları evde ziyaret ettim.
Aile, babaanne, anne ve iki çocuktan müteşekkil. Ailenin reisliğini üstlenen babaannenin adı Bahar. Lakin ismiyle müsemma bir hayat sürememiş. Hiç bahar görmemiş. Cizre'nin dağlarında koyun otlatmış, gün gelmiş bir hafta boyunca yiyecek bir şey bulamamış. Eşi yıllar önce vefat etmiş. 25 yaşındaki oğlu Mehmet kan davasından mahpus damında.
Yetimlik, Anadolu topraklarında kadim bir gelenek olsa gerek! 5 yaşında annesini, 7 yaşında da babasını kaybetmiş. Anneden öksüz, babadan yetim kalmış böylelikle Bahar Hanım. Malum olduğu üzere kol kırılınca yen içerisinde kalır. Akrabaları ‘Küçük Bahar’a sahip çıkmış, evlat edinmiş. Gelinlik çağına gelince aile içinden Hasan isimli bir delikanlıyla evlendirilmiş. Eşi de kendi gibi dağlarda çobanlık yapmış. Lakin yiğidin ömrü kısa olur. ‘Hasan Emmi’nin ömrü çoluk çocuğuna fazlaca vefâ edememiş.
Aile, Cizre’nin Cudi Mahallesi’nde ikamet ediyor. Cudi, arz ettiğimiz üzere Nuh Aleyhisselâm’ın gemisinin sâhil-i selâmete ulaştığı, isminin Furkan-ı Hakîm’de sarahaten zikredildiği kutlu belde. Dolayısıyla aile, Nuh Aleyhisselâm’ın uzun yıllar tebliğ ve irşat faaliyetinde bulunduğu kadim toprakların şimdiki zamanının misafirleri... Hepimiz misafir; yolcu değil miyiz?
BAHAR HANIM AİLENİN DİREĞİ
Bahar Hanımefendi tansiyon hastası. Pek tedavi olamamış, gözünü kaybetme riskiyle karşı karşıya. Ayrıca guatr sorunuyla boğuşuyor. Tedaviye Hamilik Okulu’nun himayesinde İstanbul’a getirildiğinde başlanmış.
Bahar Hanım ailenin direği. Mahpus damındaki delikanlının annesi, geliini Zeynep Hanım’ın kayın validesi.
Bahar Hanım, “Çok sefalet gördüm evlat” diye söze başladı. O demde hafızama Ozan Arif’in;
“Ben, Anadolu'nun Güneydoğusu…
Ben, soğuk yellerin estiği yerim.
Dert derseniz, bende kucak dolusu…
Ben, kulun kedere küstüğü yerim” mısraları akın etti.
Bahar Hanımefendi, Cudi dağlarında çobanlık yapmış, davar gütmüş, yaz ve kış. Kışın ayazında, dağların heybetli tepelerini kar bürüdüğünde, kurtların, dağ başlarını mesken tuttuğunda kadın başına ağılda koyunlarının arasında sabahlamış. Çoban köpekleri yoldaşı olmuş. Yeri gelmiş 7 gün boyunca ağzına yemek koyamadığı olmuş.
Küçükbaş hayvancılığa ilişkin her şeyi yapmış, ahırları temizlemiş, koyunları, keçileri sağmış, koyunların doğumuna yardım etmiş. Çok soğuk günlerde, zemheride doğan kuzularla birlikte yatmış.
Bunları anlatırken dilini damağına dayadığında dişlerinin olmadığını fark ettim. Ağzında maalesef dişleri yok Bahar Hanım’ın, yaptırma imkânı da bulamamış. Fakirlik işte. “Fe tûbâ li’l-gureba/Gariplere müjdeler olsun” kelâm-ı kibarı Bahar Hanım’ı işaret ediyor.
Cizre’nin Cudi Mahallesi’nde artık korkmadıklarını, gece ve gündüz terör belasından çekinmeden sokağa çıkabildiklerini beyan ediyor. Ve Ekliyor: “Kapı gibi devletimiz ve askerimiz var, asker her daim sokakta.”
Adak ailesinin gelininin adının Zeynep olduğunu yazmıştık. Zeynep’in 7 yaşında Eda ve 5 yaşında Hamza isimli iki çocuğu var. Eda’nın, yaz manasına gelen bir ismi daha var: Havin. Eda, sara hastası, gelişimi geriden gidiyor. Yetersiz beslenmeden dolayı 4 yaşındaki bir çocuk kadar. Eda da ilk defa İstanbul’a gelince tedavi görmeye başlamış. Eda’nın kardeşi Hamza konik bronşit. Hamza’nın diğer ismi Dilovan. Mert/yiğit; cemiyette hasreti çekilen serdengeçti delikanlı demek Dilovan. Henüz 5 bahar gören Dilovan zatürree ile de mücadele ediyor.
İNSANLIK MEĞER ÖLMEMİŞ!
Hamza ve Eda’nın vadilerinden de bahis açalım. 15’inde evlenen Zeynep Hanım 21 yaşında ve dahi cinnet sınırında. Cizre’deki tek göz odası alttan ve üstten su alıyor. Çocuklar soğuk bir çamurun içinde hayat mücadelesi veriyor.
Heyhat! Kendi çocuğunuzu, eşinizi böyle bir yere koyar mısınız? Peki, Zeynep kardeşimizi ve çocuklarını nasıl orada tutabiliyorsunuz! Şimdi muhasebe ve murakabe zamanı. Gücümüz yettiği kadar yardımcı olma, feragatte bulunma, bedel ödeme zamanı... Bedel ödenmeden ahiret yurdu kazanılabilir mi?
Guatr hastalığının tedavisi için hamileri tarafından İstanbul’a getirilmiş olan Zeynep Hanım, bakışlarını ufka doğru kaydırarak: "İnsanlık meğer ölmemiş. Barbaros (Ceylan) ve Süleyman (Özdil) ağabeyleri çok seviyorum” diyor. Bahsettiğin büyüklerin de seni ve aileni çok seviyorlar Zeynep Hanım. Allah var; gam yok.
Zeynep Hanım’ın eşi Mehmet Bey mahpus damında. Kan davasından 20 yıl ceza almış. Cizre’nin kenar bir semtinde iki kişi oldukları halde tenhada yürürken üzerlerine 16 kişi birden saldırmış. Yanındaki akrabası bıçağı çekerek savunma yapmak istemiş. Lakin bıçağı çekmek değil, çekmemek mertlik. Keşke çekmez olsaymış. 16 yaşında bir fidan hayatını kaybetmiş. Hasılı, Cizreli Mehmet, elini kana bulamadığı halde görülen davanın sonunda 20 yıl hapis cezası almış. 4 yıldır içeride; 16 yıl mahpusluğu daha var. Allah ömür verirse hapisten çıktığında oğlu Hamza 21 yaşında olacak.
CİZRELİ BİR YETİMİN BAŞINI OKŞAYAMAYACAK MIYIZ?
Cizre’deki kardeşlerimiz için bir yardım seferberliği düzenleyemeyecek miyiz? Elimizi cebimize atamayacak mıyız? İstanbul’dan, Ankara’dan, İzmir’den, Edirne’den, Bursa’dan kalkıp Cizre’ye gidip bir masumun, bir mazlumun kederini gideremeyecek miyiz? Bir yetimin başını okşayamayacak mıyız?
Biz böyle halimiz üzerine merfû kaldıkça onlar orada sefaleti yaşamaya devam edecek, sorumluluğumuz mütemadiyen artacak. Heyhat! Ey ahali! Güneydoğulu gençlere bir şekilde gelecek sunmamız, el uzatmamız gerekiyor. En büyük hayır insanlara dokunup; gençlere sahip çıkmaktır.
Biz, bu toplum, şu cemiyet, Cizreli, Güneydoğulu gençlere bir gelecek sunamazsa, dağlar ve dağdaki hainler sahte bir gelecek önermesinde bulunacak.
Şimdi vakit, bu önermelere dur deme, Hamilik Okulu Vakfı’nın saflarında yer alma, harekete geçme, iyilik yapma, ihsana ve insanlığa râm olma zamanı...
Birlik içerisinde ilmimizin, malımızın, bedenimizin, kabiliyetlerimizin, mükellefiyetimizin; hâsılı, insanlığımızın ve hilafet şuurumuzun zekâtını bihakkın verebilirsek pek yakında güneş Cudi dağlarının gülümseyen ufuklarından vaadedildiği gibi doğacak.