banner39

Hangi Yaşta Ölürsek Ölelim Tamamlanmamış Cümlelerimiz Olacak

Hatice Kübra Karadeniz Ali Haydar Haksal'ın Aradan Geçen Uzun Yıllar kitabını yazdı

Kültür Sanat 03.07.2017, 15:00 03.08.2017, 23:02
Hangi Yaşta Ölürsek Ölelim Tamamlanmamış Cümlelerimiz Olacak

Dünya Bülteni/ Kültür Servisi

Hayaller, hayatlar geçiyor ömrümüzden bir bir. Bazen kısa bazen uzun. Önemli olan bu hayata neler kattığımız. Ne diyor Cihan Aktaş ‘Hangi yaşta ölürsek ölelim tamamlanmamış cümlelerimiz olacak.’ Tam da buna istinaen geçiyor ve gidiyor zaman, bir su misali. Olan sadece yarım kalmış cümlelere oluyor, hayatlara bile değil. Ali Haydar Haksal Aradan Geçen Uzun Yıllar isimli kitabında, öncelikle hayatından ve hayatlardan örneklere yer vererek hikayelerini kaleme almış. Tıpkı akıp giden zamana inat. Ayakta kalabilme uğruna. Toplam yirmi öyküyü içinde barındırmakta ve 159 sayfa. İz yayıncılıktan 2017 yılında çıkmış.

Sakince bir el tutuyor sanki gözlerinizi. Bir ninni geliyor kulağınıza eski zamanın dilinden. Etrafta manolya kokuları arkadan gelen araba egzozlarını duymasaydık iyiydi. Aradan Geçen Uzun Yıllarbütün tarih kitaplarına ve eskimiş hikayelere inat ayakta duran yurdum insanın hayatını/hayatlarını anlatıyor. Bazen taşlı bir bayır, bazen gıcır bir asfalt, bazen uçurumun köşesini dönen bir kavis. Fark etmez. Hepsi insanın ve hepsi insan için. Koşmak kadar düşmek de, gülmek kadar ağlamak da. Şehrin “Titrek” isimli hikayesinde şöyle bir cümle var; ‘Herkes kendi kaderini yaşar’ yaşadığı kadar anlar, anladığı kadarda ağlar. Ve sanıyorum ağladığı kadar ölür. Sahne cümlesi gibi değil mi? Ama doğruya doğru denir. Ve yola koyulur. Tıpkı Ali Haydar Haksal gibi.

‘Kentin kapıları var. Her kapının bir ruhu binlerce anısı bulunuyor. Bu kapı var oldukça yenileri ona ulanacak. Erzincan kapı kentin merkezinde şimdi. Kent büyüdü, Erzincan kapıyı da yuttu. Kapı kapı olmaktan çoktan çıkmış.’ Bu cümleler “Uzak Kentin Kapısı” isimli öyküden. Kente dair, değişen insana ve değişen zamana ışık tutuyor. Kentin içinde barındırdığı ve çoğu zaman görülmeyen kapılarından bahsediyor. Bu kapıların şehir için ve en önemlisi insan için ne kadar önem taşıdığını söylüyor. Ve ‘Seni hep kendimde saklı tuttum’ diyor, kitaba adını veren hikâyede, bütün gizleri sarıp sarmalıyor sanki. Aşikar olan bütün zamana inat, kayboluyor insan bir bir şu ilmek ilmek ördüğü dünya telaşında.

“Yol Beni Götürüyor” isimli hikâyede ise şöyle kısacık bir cümle var ki mekâna ve zamana atıfta bulunuyor; ‘Ben bir zamana ayarlı değilim. Zaman benim içimde akıp duruyor, mekân gibi.’ Zamanın ve insanın ne kadar bütünleştiğini ve bu bütünleşik hayatın ne insan nede zaman olduğunu ifade ediyor. İnsanın kendisini tanıması aynı zamanda yaratıcısını tanımasıyla ilişkilidir. Ne kadar kendisini tanırsa rabbiyle bağıda o kadar kuvvetli olur aslında. Belli bir süre sonra ise zamanın mekânın bir önemi ve ehemmiyeti kalmaz. Herkes sen ve her şey ben olur. Bir girdap misali içine çekip durur bütün yaşanılanları.

Aradan Geçen Uzun Yıllar başlı başına bir kavramı anlatıyor aslında. Zaman’ı. Bu zamanın baş rol oyuncusu ise insan. Anladığı anlayamadığı pek çok şeye inat dönüyor dünya zamanın kıskacında. Akrep ve yelkovan değil mesele. Anlama tahayyülümüzü daha da geniş bir perspektifle ortaya koyduğumuzda işin bütün rengi ortaya çıkmış oluyor. İnsan, mekân ve zaman. Parça ve bütün ilişkisindeki yerleri ve hepsinin ayrı ayrı var olma mücadeleleri. Hikayeler de bütün bunların hayatlardan yansımalarını görüyoruz. Her ne kadar parça parçada olsa da bu anlam bir bütünü oluşturuyor. Hayatın ta kendisi oluyor. ve aslında bütün hikayeler birbirine benziyor. Kendi olabilme uğruna.

Kitabın genel içeriği itibariyle farklı konulardan da bahsediyor. Ana kavram noktası zaman ve mekân olsa da bunu farklı kavramlarla süslemiş Ali Haydar Haksal. Mesele “Gökyüzü Tarlası” isimli hikâyede yolculuktan ve gökyüzünün Nasrettin hocasından bahsediyor. Gidiş o gidiş, “İlk Oruç”, “Onlar Gitti Ben Kaldım”, “Sabahın ilk Işıkları”, “Kırmızı Kravatlı Adam” bunlar hikayelerin başlıklarından bazı örnekler. Ana kavramların haricinde olayları ve dahi olguları farklı tarz ve üslupta ele alınmış.

Son olarak şu alıntıyla bitirmek istiyorum; ‘Her şeyin sonsuzluğu kendi içindedir. Bir niyetle yola çıkılır, gidilir ya bende öyle yaptım. Adım atılarak gidilmez, bir otobüsün koltuğuna gömülür insan. Giden kendi değildir. Olduğum yere yığılıp kalmışım. Başımı koltuğa yaslıyorum tutunamıyorum, …’ Öyle bir muammalık hali var ki insanda ve yaratılışta, her şey bunu bilmek istiyor. Yol, yolculuk, mekan ve zaman aslında hepsi bu yaratılışı bilmek için aynı yola baş koyar. Bazen bir bazen ayrı ama bütün mesele aynı. İnsan ve yaratıcı ilişkisi. Nasıl gittiğin, hangi yolu kullandığı bazı noktalarda çokta önemli değil. Önemli olan sadece Gitmen.

Hatice Kübra Karadeniz

Kaynak:Dünya Bizim

Yorumlar (0)
Günün Anketi Tümü
Türkiye İsveç'in NATO üyeliğine onay vermeli mi?