'Kardeşim İçin Der'a'dakiler Kurgu mu Gerçek mi?

Geçtiğimiz günlerde galası yapılan "Kardeşim için Der'a" filmi Suriye'de iç savaşın başladığı ilk günleri hatırlamamız için çok iyi oldu

Kültür Sanat 27.04.2018, 15:58 27.04.2018, 15:58
'Kardeşim İçin Der'a'dakiler Kurgu mu Gerçek mi?

Yusuf Sami Kamadan

TRT'nin desteği ile çekilen ve geçtiğimiz günlerde yapılan galası ile oldukça beğeni toplayan "Kardeşim İçin Der'a" filmine ilgi devam ediyor. Suriye’deki olayların başlangıcını ve devamındaki gelişmeleri ele alan film ne kadar gerçek, ne kadar kurgu?

2011 yılında başlayan Suriye olaylarının üzerinden uzun sayılabilecek bir zaman geçti; geçen zaman zarfında onca şey yaşandı ki meselelerin nasıl başladığı unutulur hale geldi. Tabi Suriye’deki hareketin nasıl başlandığı konuşulmayınca devreye giren propaganda güçleri bunu istedikleri tarafa çekmeye çalıştılar. Bunda açıkçası kısmen başarılı da oldular. Her şeyden önce "Kardeşim İçin Der'a" bunun tekrar hatırlatılması için çok önemli bir çalışma oldu.

Suriye’de yaşananlar ilk olarak Dera’da başlar. Bahsettiğimiz tarih 2011.. Bu bilindiği gibi başka Arap ülkelerindeki bir takım ayaklanmaların da olduğu bir tarih. Fakat başka ülkelerdeki ayaklanma hareketlerinin Suriye’de de ayaklanma dürtüsünü etkilediğini söylemek mümkün değil. Sadece bir değişim ümidi vardır insanlarda. Beşşar Esed ile ilk görüşme yapan kişilerin bile halk tabanına daha yakın insanlar olduğu bilinen bir gerçek. Halk tabanının temsilcisi bu insanların birçoğunda Esed ile görüşmelerinin ardından “Esed bu ıslahatları yapacak” şeklinde bir kanaat meydana gelir. Esed ile görüşen heyetten Dr. Halil el-Esmer ve Teysir Müfid adlı İstanbul’da yaşayan iki kişi, kendileriyle yaptığım görüşmede bana bizzat bunları ifade etmişlerdi.

80’lerdeki Hama Katliamı’ndan sonra öyle bir süreç yaşanmıştı ki insanlar amcasının oğluna güvenemez bir hale gelmişti. Çünkü İhvan-ı Müslimin’e müntesip olma iddiası bile bir insanın sorgulanmadan tutuklanıp, senelerce öldü mü kaldı mı bilgisine sahip olunmadan içeride kalmasına sebep olabiliyordu. Suriyeliler üç beş kişi bir araya oturup da hususi bir şey konuşamazlardı.. Bu Suriye’de yaşayanların da bileceği bir gerçektir. Böyle bir ortamda ne şekilde bir organizenin yapılıp da ayaklanabileceği de zaten pek mümkün değildi. Ta ki insanlar buna zorlanıncaya kadar..

Suriye olaylarının başlaması Suriye istihbaratının ağına takılan bir telefon konuşmasıyla kıvılcımlanır. Bir kadın tarafından ifade edilen “Hüsnü Mübarek düştü, Zeynel Abidin düşmüş, darısı başımıza” cümlesi bu kadın ile birlikte o dönemde okullarının duvarına rejim aleyhine bir takım sloganlar yazan bir grup ortaokul talebesinin 26 Şubat 2011’de derdest edilmesiyle sonuçlanır. Kaynak: goo.gl/1aHDwe
Özellikle çocuk ve kadın tutuklananların serbest bırakılması hususunda tüm taleplerinin aşağılayıcı tavırlarla reddedilmesi aşiret toplumu olan Dera’da ciddi bir tepkiye yol açar. Olaylar ısınmaya başlıyordur artık yavaş yavaş.. Bunun üzerine 18 Mart 2011’de emniyet ve istihbaratın halkı aşağılayan uygulamalarına son vermesi vb. taleplerle ‘Özgürlük! Özgürlük!’ sloganlarıyla “Onur Cuması” adı altında ilk Cuma gösterisi düzenlenir. Bu gösterilerde Esed’in dayı oğlu olan para baronu Râmi Mahlûf vb. ülkeyi sömürenlere karşı ‘Haramiyye! Haramiyye! (Harâmîler! Harâmîler!) şeklinde sloganlar atılır. Tabi bu gösterilen başlangıçta on binlerce değil, 500 ila 1000 arası kişinin katıldığı bir durum arz eder.

İlk gün 4 şehit ve onlarca yaralı verilir.

Her geçen gün daha kanlı bir şekilde birkaç gün bu müdahale devam eder. Son olarak 23 Mart günü gösteri için biraraya gelinen Der’a’nın en kadim ve merkezi camilerinden Ömer Camii’ne emniyet güçlerinin baskın düzenleyip içerideki halka ateş açması üzerine çok sayıda şehit verilir. Camilerinin hürmetinin çiğnenmesi üzerine kuzey Der’a halkından binlerce kişi protesto ve tepki için Ömer Camii’ne akın ederler. Ömer Camii’ne gelen halka ateş açılmaya devam edilmesi üzerine o gün 51 şehit verilir ve o gün “Kanlı Perşembe” diye adlandırılır. Ertesi hafta Cuma günü halk göstericileri tarafından “Şehitler Cuması” diye isimlendirilir. Der’a’da halk öfkesinin hızla tırmanışa geçmesi üzerine Esed tabiri yerindeyse ortalığı teskin etmek kabilinden bu yapılan müdahalenin, akıtılan kanın bizim insiyatifimizle değil, tamamen Dera’daki yerel idarenin bizim inisiyatimizi aşarak yapmış olduğu bir eylemdir diyerek, gösterilerde tutuklananların serbest bırakıdıldığını ilan edip Der’a valisini görevden aldığını ve bir heyet göndereceğini ve bu heyetin de halkı razı etmek için, gönüllerini almak için aşiret liderleriyle görüşeceğini söyler.

Suriye'de yaşadığım 2007 yılında gerçekten de babasına nisbetle Esed'e karşı bir hüsnüniyet olduğuna şahit olmuştum. Esed, dünyaya açılmış, daha kültürlü biri olarak görülüyor, ıslah faaliyetlerinde bulunacak ama etrafındakiler müsaade etmiyor gibi halkta bir ümit mevcuttu. Tunus’ta, Libya’da, Mısır’da kendisi gibi kemikleşmiş, yarım asırlık ülkeler devrilince insanlar biz böyle bir talepte bulunursak benzer şeyler Suriye’de de yaşanmasın, tahtımız sarsılmasın endişesiyle bizim bir takım taleplerimize cevap verilir düşüncesinde bulundular.

Aşiret liderlerinin toplandığı bir çadırda rejimin önemli isimlerinin de heyeti buluşur. Ortamı teskin etmek için giden heyet orada tehditten başka bir şeyde bulunmaz. "Sesinizi keseceksiniz ya da Dera’yı haritadan sileriz" derler. Aşiret liderlerinin de bu tehdite karşılık tehditle karşılık verdikleri “Eğer gücünüz yetiyorsa Dera’yı silin haritadan” şeklinde cevap vermelerine yol açar.

Bunun hemen akabinde Dera 4000 kişilik “Dördüncü Tabur” birlikleriyle tamamen bütün yolları kesilir. Bu süreçte tabi göstericilerin sayısı da her silah sıkıldığında bu sayı artıyordu.

Tutuklanan çocukların teslim edilmesi şartların birincisi idi. Özellikle süreç daha buraya gelmeden tutuklanan çocukları almak için giden heyet ‘Siyasî İstihbârat Şubesi’nin başkanı Esed’in hala oğlu Âsıf Şevket tarafından aşağılayıcı ve tahrik edici bir uslupla “Siz o çocukları artık unutun. Eğer çocuk istiyorsanız siz bize kadınlarınızı gönderin, biz size yeni çocuk yaparız” cevabıyla karşılaşılır. Dera’da gerginlik bu şekilde adım adım yükselir.

Saidnaya Hapishanesi’ndeki (Daha sonra silahlı mücadelenin başlamasının hemen akabinde tüm halk tabanına yayılmış ortak ayaklanmayı ideolojileştirerek ayrıştırma ve devrimi baltalama amacıyla buradan cihâdî selefî akımdan ‘silahlı ayaklanma hazırlığı yapma’ töhmetiyle tutuklanan birçok siyasî suçlu bizzat rejim tarafından salınmış, buradan istenilen düzeyde netice elde edilemeyince Irak kapısı açılarak cihâdî selefi idelojiye sahip tekfirci kimi görüşteki ekiplerin Suriye’ye girmesi sağlanmış, rejim de terörle mücadele ediyorum propagandasında bunu ustalıkla kullanmıştı.) katliamın uygulayısıcı, kimi zaman yaptığı dengesiz uygulamalar dolayısıyla ev hapsine bile alınan Mahir Esed’in başında olduğu 4000 kişilik ‘4.Tabur’ kuvvetleriyle Dera kuşatılır. Dera’nın elektiriği kesilir, su kaynakları vurulur.

 

El-Cezire’ye o zaman Dera’dan katılan biri “su kaynaklarımızı vurdular, susuzluk krizi dolayısıyla sütü gelmeyen annelerin çocuklarından ölen var, 500 civarında insanı aileleriyle beraber çok zor şartlarda Ürdün’e geçirdik, bize inanmayanlar gitsinler Ürdün Hastanesi’ndeki bu kişilerle röportaj yapsınlar” şeklinde bir açıklamada bulunur. Çok manidardır ki tanklar, toplar ve ağır silahlarla yoğun bir taarruza uğrayan Dera’nın bölgeleri 1973 - 74 tarihinde Suriye ile İsrail arasında yapılan anlaşmaya göre Kunaytra şehriyle birlikte ağır silah bulundurulmaması üzerine ittifâk edilen bölgeye dâhildir. Buna rağmen İsrail tarafından birçok kez iğdiş edildiği halde Suriye’nin her dâim bağlı kaldığı anlaşmaya aykırı olan bu Der’a saldırısına İsrail hiç sesini çıkarmamıştır.

Dera’da umumi bir katliam sürecine girilince, zaten Şam Kırsalı, Banyas, Humus ve Hama’da başlamış olan gösteriler çoğalmaya ve gösterilere katılıp destek veren halk kitleleri katlanarak artmaya başlar. Birkaç ay sonunda Humus’ta neredeyse bütün halkın iştirak ettiği, 500 binlik 6 hafta devam eden gösteriler olur. Tabi bu ilk birkaç ay adalet, özgürlük, siyasi tutukluların salınması, 48 yıldır devam eden olağanüstü halin kaldırılması istekleri vardır. Sadece var olan bir takım sıkıntıların ıslah edilmesinde bulunulur. Çünkü yukarıda da bahsettiğimiz gibi Suriye’de mevcut bir muhalif teşkilatlanmadan bahsetmek bu tarihte pek mümkün değil. Ciddi bir rejim baskısı buna imkan vermemektedir

Olayların başlamasının artık 3 ay sonrasında, ölümler arttıkça kitlelerin sokağa dökülmesi neticesinde ıslahat olmayacak düşüncesi, genel bir ayaklanmaya, rejimi devirme niyetine dönüştü. Bu arada hiçbir yere bağlı olmaması dolayısıyla Özgür Suriye Ordusu diye isimlendirilen direniş çatısı altında insanlar kenetlenmişti. 2011 yazının sonlarında Halep’te bir askeri karakolda bir patlama gerçekleşti. Yine el-Cezire’ye katılan ÖSO’dan üst düzey bir isim “rejim kadın ve çocuk demeden katlediyor, bizler de artık bundan sonra müdafaada değil, saldırıda bulunacağız” demişti. Tabi Halep ve Humus’un ayaklanması Dera üzerindeki boğma hamlesini hafiflemiş, zamanla Suriye’nin neredeyse tamamına yayılan bir özellik arzetmişti.

Yorumlar (0)
Günün Anketi Tümü
Türkiye İsveç'in NATO üyeliğine onay vermeli mi?