Türkiye'de İslâmcı Dergiler Sempozyumu üzerine bazı notlar
Vahdettin Işık, dergileri dört dönem altında çalışılmak üzere tasnif ettiklerini, bu dönemlerin 1908-1960, 1960-1980, 1980-2000 ve 2000 sonrası olduğunu, proje çalışmalarını ise “Kataloglama”, “Dijitalleştirme”, “Tasnif” ve “İnceleme” başlıkları altında yürüttüklerini belirtti

Asım Öz/ Dünya Bülteni - Kültür Servisi
İslâmcılığın Türkiye seyrini bihakkın değerlendirmek için dergilerin serüvenini ve dergilerin içinde oluştuğu ortamı her yönüyle ve geniş bir çerçevede dikkate almak gerekmektedir. Dergiler, İslâmcılığın imkânsız olduğunu, sonunun geldiğini hatta kendinden başka birçok şeyi vekil atadığı yıllarda İslâmcılıkla beraber daha sık konuşulmaya başlandı. Fakat bu konuşma biçiminin sorunlarla dolu olduğu da açıktır. Bir kere, İslâmcı dergi tanımının benzeri yayın faaliyetlerinden hangi noktalarda farklılaştığı belirgin kılınmalıdır. Bu açıdan İslâm’dan bahseden, İslâm’ı şu ya da bu ölçüde tebliğ eden dergilerin İslâmcılık çerçevesinde anılıp anılamayacağı konusu üzerinde mutlaka durulmalıdır.
Türkiye'de İslâmcılık düşüncesinin gelişim ve seyrini ortaya koymak amacıyla 13-14 Mart 2015 tarihlerinde İslâmcı Dergiler Sempozyumu ve Sergisi düzenlendi. İlmi Etüdler Derneği’nce (İLEM) Bağlarbaşı Kültür Merkezi'nde düzenlenen “Türkiye'de İslamcı Dergiler: 1960-1980” başlıklı sempozyumda “giriş” mahiyetinde pek çok tebliğ sunuldu. İlkin miras ve hafıza başlıklı sergiden söz edelim kısaca. Fikir ve sanat dergilerine, haber ve siyasi aktüalite dergilerine, kültür/edebiyat dergilerine bu sergi odağında bakıldığında şunu söylemek mümkün: Dergiler, Türkiye’nin “yeniden” İslâmlaşma sürecine hem katkı yapmış hem de bu süreçlerden ciddi ölçüde etkilenmiştir.
Sergide yer alan dergi kapakları, manşetler, yazılar, fotoğraflar, reklamlar ve gündeme dair yorumlar 1960-80 arasında olup bitenleri kuşbakışı da olsa anlamaya imkân tanıyor. Bu yılların fikrî olarak en gergin, aynı zamanda siyasî olanın son derece bulanık olduğu yıllar olması hasebiyle dergilerin çeşitli olaylar karşısında takındıkları tutum ve konu ağırlıkları yıldan yıla değişmiştir. Binlercesinin içinden oldukça azını temsil eden sergide “kurucu” yahut hâkim kanonik tasvirde en önde gelen Büyük Doğu, Hareket, Sebilürreşad dergilerinden herhangi bir kapak fotoğrafının seçilmemiş olması hafızanın hatırlanması açısından bir eksiklik. Çünkü 1939 Mayısında çıkan Hareket ile 1943 Eylülünde çıkan Büyük Doğu dergileri belli noktalarda (meseleleri ele alış biçimleri, üslupları, fikrî temayülleri ve vurguları açısından) sonraki dergileri ve yazarları alttan alta etkilemiştir ve hâlen de etkilemektedir. Diğer taraftan hâkim kanonik anlatının çeperinde bulunan Kriter(1976) ve Aylık Dergi(1978) kapaklarının bu sergide yer almamış olması da başka bir eksiklik. O yüzden bu tür faaliyetlerde sergi düşüncesi üzerinde de ayrıca düşünülmesi gerekmektedir. Nelerin görüldüğü nelerin görülmediği bu sergi üzerinden anlamlandırılmaya çalışıldığında birtakım sorunların varlığına dair birtakım çıkarımlarda bulunulabilecektir.
Şüphesiz bir süre sonra kitaplaşacak olan sempozyum tebliğleri İslâmcı dergiler üzerinden, İslamcılığın mirasını ve hafızasını anlama sürecine ciddi katkı yapacaktır. Sempozyumun tanıklıklar oturumunda ( İsmail Kazdal, Hasan Güneş, Beşir Eryarsoy, Turan Koç, Selahattin Eş tarafından) anlatılanlar dergilerin çıkış şartları, yazı kadroları, amaçları, nasıl dağıtıldıkları ve karşılaşılan sıkıntıları ortaya koyması bakımından son derece önemliydi. İsmail Kazdal ve Turan Koç’un dile getirdikleri kaynağa doğru bir yükseliş, yeniliğin sertçe inşası açısından iki farklı tecrübenin bugünden yapılan değerlendirmeleriydi. Otuz yılı aşkın bir zamandır Türkiye dışında bulunan Selahaddin Eş’in anlattıkları bir yönüyle “paramparça edilen dar patikalarda bir anlamın” çıkmış olduğunun işaretiydi. Bir yönüyle de gerçeğin kolay yakalanmadığı ve zaman içinde belirginlik kazanan birtakım değişkenlerdi. Beşir Eryarsoy’un anlattıklarından ortaya çıkan, 1970’li yıllarda dergi çıkaranların öne çıkardıkları hususun tebliğ olduğuydu. Hasan Güneş ise İslâmcı gençliğin dilinin farklılaşması açısından önemli hatırlatmalarda bulundu.
Tanıklıkların ortaya koyacağı çelişkili (ne yazık ki kimi zaman “tek adamcı”) anlatımlar bir yana, İslâmcılığın seyrini anlamak için dergileri çıkaran veya bu dergilerle gerek yazar gerekse okur olarak irtibat halinde olanların hatıralarının yayımlanması, 1960 sonrası gelişmelerin daha bütünlüklü bir şekilde idrak edilmesine önemli katkılar sunacaktır. Bu çerçevede Ercümend Özkan, İsmail Kazdal, Hayrettin Karaman, Ali Özek, Zübeyir Yetik, Süleyman Arslantaş gibi isimlerin kitaplarıyla Sezai Karakoç’un Diriliş’te yayımlanan ve Ömer Küçükağa’nın Medeniyet Bülteni’nde yayımlanmakta hatıralarını ortak tecrübenin ittifak ve ihtilaflarını kavramak için önemsemek gerekmektedir. Kanaatimce daha önce vuku bulmamış canlanmanın vuku bulduğu yılların şahidi olan Selahaddin Eş’in yazacağı bir otobiyografi, pek çok hususun ayırt edilmesi noktasında ufuk açıcı olacaktır.
İSLÂMCI DERGİLER PROJESİ
Sempozyumun açılışında konuşan İLEM Yönetim Kurulu Başkanı Lütfi Sunar, haklı olarak İslâmcılık düşüncesinin akademik ortamlarda yoğun bir şekilde fakat temelsiz tartışıldığını belirterek özetle şunları söyledi: “Şunu gördük ki bu tartışmaların çoğu söylemler üzerinden gerçekleşiyor. Bunun bir bilgi zemininin olmadığını görüyoruz. Fakat dergiler İslâmcılığın geliştiği yerler. İslâmcılık düşüncesinin yaşamasına yapabileceğimiz en büyük katkının bu dergilerin gün yüzüne çıkartılması olduğunu düşündük. İslâmcılık düşüncesine bu çalışma farklı bir yön ve farklı bir mahiyet verecek.”
İslâmcı Dergiler Projesi Koordinatörü Vahdettin Işık ise açılış konuşmasında hem proje hem de sempozyum hakkında detaylı bilgi verdi. Işık, amaçlarının, İslâmcı düşüncenin üretildiği, tartışıldığı ve bir anlamda kayıt altına alındığı dergileri incelemek olduğunu söyledi. Projenin 2013'te İLEM'de bir atölye çalışması olarak başladığını ve kapsamlı bir hal aldığını aktaran Işık, dergileri dört dönem altında çalışılmak üzere tasnif ettiklerini, bu dönemlerin 1908-1960, 1960-1980, 1980-2000 ve 2000 sonrası olduğunu, proje çalışmalarını ise “Kataloglama”, “Dijitalleştirme”, “Tasnif” ve “İnceleme” başlıkları altında yürüttüklerini belirtti. Projenin amacını ise şu şekilde özetledi: “İslâmcılık düşüncesini anlama çabalarına açılımlar getirmek. Düşüncenin gelişimini ve üretimini görünür hale getirerek, menfi ve müspet yaklaşımların etkisi altında kalmış İslâmcılık düşüncesini yeniden anlamak isteyenler için önemli bir fırsat doğurmak. İslâmcıların siyasî, iktisadî, sosyal ve kültürel kavram dağarcığını ve bu kavramların hangi bağlamda kullanıldıklarını ortaya çıkarmak. Ele alınan her bir dönemin iç siyasetinin ve İslâm dünyasında sömürge sonrası yaşanan uyanış ve gelişmelerin Türkiye'deki İslâmcılığın seyrine etkilerini ve bu etkilerin sonuçlarını ayrıntılı olarak ortaya çıkarmak.”
Esasen bugün tartıştığımız İslâmcılığın yönelimlerinin, alışkanlıklarının belirginleştiği bir tarihsel dönem olmasından dolayı ilk önce 1908-1960 arasını değil, 1960-1980 arasını mercek altına almak doğru bir yaklaşım olarak görülebilir. Ne var ki bu döneme tesir eden olgu ve olaylardan bir kısmını ele alabilmek için İslâmcı dergiciliğin Urvet’ul Vüska, Sırat-ı Müstakim, Sebilürreşad, Hareket ve Büyük Doğu faslının da bilgilenme araçlarının dönüşümü, matbuat modernizmi vb. genel çizgileriyle irdelenmesi icap ederdi. Zira 1960’lı yılları bihakkın değerlendirmek için öncelikle Türkiye’nin 1960’lı yıllarda içinde bulunduğu ortamı incelemek gerekir. Bu yılları anlamak içinse İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1960’lara gelene kadar Türkiye’de yaşanan gelişmelere kısaca göz atmak faydalı olurdu. Sempozyumun içeriği açısından bakıldığında en azından Nur Talebelerinin çıkardığı gazete(ler) üzerine birkaç tebliğe yer vermek yerine bu yıllarda yaşanan gelişmeleri İslâmî içerikli neşriyat açısından odaklanılabilirdi. Sözgelimi Alev Erkilet Zülfikar gazetesi yerine genel çerçeveyi ortaya koyan bir sunum yapmalıydı.
Hiç şüphesiz dergileri kataloglama ve dijitalleştirme çabası başlı başına önemli. Zira akademik dünyada yapılan pek çok çalışmada dergilerin hangi tarihte çıkmaya başladığı, kaç sayı yayımlandığı gibi çok temel hususlarda ciddi hatalar yapılıyor. Sözgelimi sempozyum sürecinde “ Ben de yazdım, ben de!” saikiyle “dipnot niyetine” attığı tweetle 2000’lerin başında yazdığı bir makaleyi hatırlatan akademisyenin metnine bakıldığında Dergâh dergisinin 1970’lerden itibaren yayımlandığı şeklinde bir cümleye rastlamak oldukça tuhaf. Çünkü bu dergi 1990’lardan itibaren yayımlanmaya başladı. Sadece bu dergiyle alakalı değil yanlışlıklar. Sözgelimi Selâmet ve İslâm mecmualarının yayımlandığı dönem ve yıllar konusunda da ciddi bilgi yanlışlıkları var. Mesela bir akademisyen bu dergilerden Selâmet’in 1947-49 yıllarında yayımlandığını sanıyor. Oysa dergilere bakıldığında bunun yanıltıcı olduğu görülecektir. Bildiğim kadarıyla derginin ikinci yayın dönemi 1962-1963 yıllarıdır ve bu dönemde dergi 16 sayı yayımlanmıştır. İslâm mecmuasının yayın tarihi konusunda da farklı yıllar telaffuz ediliyor; bazen 1955 bazen 1957 tarihleri anılıyor fakat dergi 1956 yılında yayımlanmaya başlanmıştır.
Daha da önemlisi Necip Fazıl ve Büyük Doğu dergisi konusunda yapılan doktora tezlerinde bile derginin kaç sayı çıkarıldığından bahsedilmiyor. Çünkü akademisyenler genellikle dergi koleksiyonunun tümüne bakmadan tezlerini yazıyorlar. Bu sadece tezler için geçerli değil makaleler için de geçerli. Büyük Doğu’nun kaç sayı çıktığı sorusunun cevabı sadedinde bazıları 512 bazıları 513 bazıları 390’larda bir sayıdan söz ediyor. Fakat Büyük Doğu Yayınları’ndan çıkan bibliyografya 555 rakamını telaffuz ediyor. Ama pek çok kimse bunun farkında değildir tabii ki. Dergileri tümüyle ele almadan tez yazma komedisi ancak Türkiye’de oluşabilecek trajikomik bir durumdur. Zaten Büyük Doğu, hakkında uydurulan imajların ötesinde herhangi ciddi bir çalışmaya konu olmamıştır. Bu açıdan bakıldığında bile proje kapsamında dergilerin bir araya getirilmesi akademik çalışmalar için ciddi bir veri tabanı oluşturacak ve araştırmalarda belli bir mesafe kaydedilebilecektir.
İSLÂMCI DERGİ NEDİR?
Sempozyumun bir ilk olduğunu unutmadan tasnif ve inceleme süreçlerinin daha sağlıklı yapılabilmesi için, birkaç hususa dikkat çekilmesinin yararlı olacağını düşünüyorum. Önce isimlendirmeden başlamak gerekir, sanırım: İslâmcı dergi nedir? Aslında bu sorunun cevabı büyük ölçüde İslâmcılığın nasıl tanımlandığı veya tanımlanacağıyla alakalıdır. İlk önce İslâmcılığı, dinle siyaset arasında özsel bir ilişki kurma çabası olarak ele almak gerekir, diye düşünüyorum. Siyaseti içinde bulundukları zor şartlardan dolayı şer olarak gören( Said Nursi vb.) veya dindar bir siyaseti insanın ruh dünyasındaki çatışmalı durumlardan dolayı mümkün görmeyen isimlerin veya onların düşüncelerine yakın olanların (haleflerin) çıkardıkları dergilerin, İslâmcı dergi olarak anılmasının mümkün olup olmadığını tartışmak gerektiği düşünülebilir. Ayrıca İslâmcılığın gelenek ve modernlik eleştirisini dikkate alırsak, bugün İslâmcı olarak anılan, anılmasa bile kolaylıkla bu kavram altında ele alınan dergilerin birçoğunun İslâmcı dergi vasfını taşımadığını söylemek mümkün olabilecektir. Elbette bunun çok sekter olduğu, fikrî bakımdan göze çarpar bir kibri içerdiği düşünülebilir. Belki daha da önemlisi bu noktada şu soru da mutlaka dikkate alınmalıdır. Müslümanların çıkardığı her dergi kategorik olarak İslâmcılık başlığı altında irdelenmeli midir? Bunu “İslâmcılığı geçelim Müslümanlığa bakalım” manasında yahut Platon’un sitesinden şairleri acıklı bir biçimde kovuşunu andırırcasına birilerini dışarıda bırakmak için değil, meseleyi kavramsallaştırmak için soruyorum. Sözgelimi Diyanet görevlilerinin çıkardığı Hak Ses İslâmcı dergi olarak ele alınabilir mi? Yahut İslâmî Araştırmalar türü akademik İslâmî içerikli dergiler İslâmcılar tarafından okunsa, istifade edilse hatta bu dergilerde İslâmcılar yazı yazsa bile İslâmcı tanımını hak eder mi? Solun dışarıdan bakışına yansıdığı gibi Sızıntı, Yeni Ümit ve Hira dergileri tartışmasız bir biçimde İslâmcı dergi olarak anılabilir mi?
Bu yüzden Müslümanların çıkardığı dergiler (gazeteler) çok fazla olabilir fakat İslâmcı dergilerin sayıları bir elin parmaklarını geçmez, yargısını yabana atmamak gerekir, kanaatindeyim. Gelgelelim bu ayrımların da son kertede bir boşluk bıraktığının farkındayım. Hangisi olursa olsun bu yayın faaliyetleri daima birlikte düşünülmeli tedvin faaliyetinin ardından ciddi bir tasnif faaliyeti yapılmalıdır. Şimdilik İslâmcılığı teşvik eden tanım ve yorumların bu tarz bir ayrımı anlamlı bulmayacaklarını buna mukabil İslâmcılığı önceliklerinden dolayı Müslümanlar içinde bir azlık olarak görenlerin ise bu ayrıma itibar edeceğini söylemekle yetinelim. Diğer taraftan İslâmcı dergi tanımı kişilerin ilişkileriyle da alakalı bir durum olarak karşımıza çıkabiliyor. Herkes varisi olduğu geleneği veya ismi İslâmcı olarak anıyor. Sözgelimi Düşünce dergisi Büyük Doğu’yu İslâmcı olarak anmazken Mavera dergisi Büyük Doğu’yu her şeyi İslâm zaviyesinden anlamlandıran bir dergi olarak gören bir tavır içerisindedir. Geçerken şunu hatırlamamak olmaz; İslâmcı olmayan çevrelerin söz gelimi Yalçın Küçük’ün Aydın ÜzerineTezler’de ortaya koyduğu Büyük Doğu değerlendirmeleri sonraki İslâmcı kuşakların bir kısmınca şu ya da bu ölçüde benimsenmiştir.Dolayısıyla bize düşen İslâmcı dergi nedir, sorusunu telaffuz etmek ve bu sorunun 1960’lardan beri nasıl yankılandığını kavramaktır.
Bir manada sona eren bir dönemin dikişlerinin sökülmesine dönük nesneleştirme çalışmalarının daima hatırda tutması gereken hususlar da yok değil. Türkiye’nin siyasî ve kültürel hayatında İslâmcı terimi kullanılmamış olsa bile İslâmcı olarak anılabilecek dergilerin tarihi oldukça eskidir. İkinci Meşrutiyet devrinden itibaren İslâmcı olarak sayılabilecek dergiler olmuştur. Cumhuriyet devrindeki sindirme politikalarının göreli olarak yumuşadığı 1940’lardan itibaren de İslâmcı dergiler yayımlanmıştır. Ama bunlar kendilerini 1970’lerin ortalarına kadar genel ve dışarıdan bir niteleme sayılabilecek “İslâmcı” vurgusuyla değil, ideolojik olarak daha sınırlı ve bugünden bakıldığında eklektik tanımları içeren ( millî, milliyetçi muhafazakâr, milliyetçi-mukaddesatçı, sağ gibi) başka adlarla, kendinden başka bir şeyi vekil tayin ederek adlandırmayı tercih etmişlerdir. Dönemin havasını kavramak için 1960’lardan 1970’lerin ortalarına kadar olan yılların ideolojik terimlerindeki dönüşümler göz ardı edilmemelidir. Şayet bu yapılmazsa haksız ve abartılı boyutlara varan değerlendirmelerden başka bir şey elde edilemeyecektir. Bundan dolayı bu yılları ele alırken, Türkçü, sağcı, muhafazakâr, mezhepçi, kadın düşmanı, faşist, darbeci vb. daha ziyade sonraki yılların bilinci ile yapılan anakronik tanımlama biçimlerinin sorgulanması gerekmektedir. Zamanda açılan yarık üzerine bir düşünme faaliyeti gerçekleştirilecekse yayınları koşullandıran hususların istikrarsızlığına da temas edilmelidir. Meselelere bugünden bakan İslâmcı gençlerin bile dönemin önceliklerini anlamaktan uzak olması hafıza ve miras konusundaki sıkıntının endişe verici boyutlarda olduğunun göstergelerinden biridir. Zira genç kuşaklar, ister İslâmcılığa ilişkin sorgulama yapsın, ister süreli yayınlara ilişkin her iki durumda da tabir caizse oldukça nihilisttir. Bu durum var olan tanıtma normlarının ne kadar tesirli olduğunun da ispatıdır aslında. Kanaatimce, dönemsel adları ihmal ederek bütünlüklü bir dergi serüveninden bahsetmek doğru bir yaklaşım olmayacaktır.
İslâmcılık ve dergileri irdelerken, bunları yayımlayanların yaşlarını, geldikleri sosyo-kültürel çevreyi, eğitim durumlarını ve dergilerin oluşturduğu kamuoyunu dolayısıyla ne kadar basıldıklarını da dikkate almak gerekir. Mesela Büyük Doğu, Necip Fazıl’ın anlatımıyla 15.000 adet basılmış ve sadece İstanbul’da 3.500 adet satılmıştır. Gene Hilâl dergisinin ortalama 5.000 civarında abonesi olduğu düşünülürse 1960’lı yıllarda dergilerin günümüz dünyasına göre çok farklı bir yerinin olduğu anlaşılacaktır. Bundan dolayı dergileri ele alırken, yayımlandıkları dönemin kültürel dünyasına kurucu katkılarını bütünlüklü olarak irdelemek gerekir. Dergi satış oranlarının oldukça düşük olduğu günümüzün aksine bu dergiler ortak okunmalarından dolayı, tirajlarının üç dört katı bir okur kitlesine ulaşmış ve ciddi bir kamuoyu oluşturmuştur. Bugün adlarının silinemeyecek derecede öne çıkmasının sebeplerinden biri budur zaten.
Şüphesiz günümüzde 1960-1980 arasına göre daha fazla dergi çıkıyor olsa da, Türkiye’de İslâmcı dergi vasfına layık olan pek fazla dergi yoktur. Siyasal olanın mahiyeti, gelenek ve modernlik eleştirileri daha da önemlisi hareket yöntemi konusundaki gelgitler meseleyi bulanıklaştırmış vaziyettedir. Buna mukabil şu tespiti yapabiliriz: İslâmcı dergi faaliyetleri başlamıştır; ama her devirde bu dergiler bir elin parmaklarının ötesine geçmez; bu yüzden İslâmcı dergilerin var olma tarzı süreksizliktir. Sempozyum vesilesiyle düşünülmesi gereken sorulardan biri de “istikrarsızlıklara dayanmak gerekir” diyen Paul Celan’ı hatırlayarak şu olmalıdır: İslâmcı dergilerin süreklilik sorunu yaşamasının sebebi nedir? Özellikle akademik içerikli sosyal bilim dergilerinin yaşadıkları devamlılık sorunu üzerinde mutlaka düşünülmelidir.
Her halükarda sempozyumun, İslâmcı dergilerin akademik dünyadaki İslâmcılık araştırmalarında hak ettiği şekilde ele alınmasına katkı sunacağını söyleyebiliriz. Elbette 1960’lardan 1980’lere uzanan yıllarda nelerin tartışıldığını öğrenmek isteyenler için İslâmcı dergiler kadar sol ve milliyetçi dergilerin en önemlisi de dönemin gelişmelerinin ve siyasal konjonktürünün genel olarak bilinmesinin zaruri olduğunu unutmadan.