İdlib Krizi ve Uluslararası İlişkilerde Değişen Dengeler: Türkiye’nin Alternatif İttifakları
İdlib krizinin de gösterdiği gibi, Ankara için tek yol, milli kapasitelerini, teknoloji ve savunma imkanlarını arttırmaktan geçiyor. Türkiye gibi uluslararası ilişkilerde orta güç ve bölgesel bir aktör, özgün dış politika takip etmek ve belli bölgelerde nüfuzunu arttırarak, uluslararası barış ve dengelere katkıda bulabilme potansiyeli bulunmaktadır.

Riad Domazeti - İNSAMER Ortadoğu Araştırmacısı
İdlib krizi hem Türkiye kontekstinde hem de uluslararası devletler camiasında dengelerin yeniden değerlendirilmesine yol açıyor. Rusya Federasyonun kararlı bir şekilde Beşşar Esed rejimini desteklemesi, karadaki ilerleyişini Rus hava kuvvetlerin sağladığı hava bombardımanı sayesinde, Türkiye’nin hem insani hem de stratejik olarak endişelendiriyor. Başta Halep civarında olmak üzere Suriye’de konuşlu 150 bine yakın İran yanlısı Şii milisler, Esed rejimi militanları ve Rusya’ya bağlı askeri birlikler, Türkiye’nin Güneydoğu sınırlarının ciddi bir ulusal güvenlik riski ile karşı karşıya bırakıyor. Bu durum Moskova’nın başta Soçi olmak üzere Astana ve Cenevre anlaşmalarına riayet etmemesi, uluslararası anlaşmalarına bağlı kalmaması Türkiye’nin Rusya ile son dönemde kurduğu ilişkilerin gözden geçirmesine yol açtı. Rusya ve Esed rejimin İdlib gerginliği azaltma bölgesi üzerindeki acımasız saldırıları, Türkiye sınırlarına doğru 1 milyon civarında mültecinin hareket etmesine yol açıyor. Bu durum hem Türkiye’ye yeni zorluklar hem de Avrupa ülkeleri için yeni mükellefiyetler getiriyor.
Ankara için diplomatik çözüm arayışlarına zaman tanımasına rağmen, Moskova bunu oyalama ve zaman kazanmak olarak görüyor. Soçi’yi hiçe sayan Rusya’nın bu son yaklaşımı, Ankara için alarm zillerin tekrar çalmasına yol açtı ve uluslararası desteğini sunan ABD başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinin sembolik bir dayanışmanın dışında kayda değer bir tepki söz konusu olmadı.
Dünya siyasi gelişmeleri derinden etkileyen İdlib krizi, Ortadoğu’daki Libya, Akdeniz, Yemen ve Körfez gibi kriz alanları ile paralel bir şekilde, Avrupa ülkeleri, Rusya, Çin ve ABD gibi küresel aktörler arasındaki dengelerin yeniden şekillenmesinde yol açıyor. Küresel ve bölgesel gelişmeler olağanüstü bir tabiata sahip ve bu tür şartlar yüzyıllık fırsatlar olarak görülüyor.
Rusya, sadece Suriye değil, Adriyatik’ten Ortadoğu’ya ve Afrika’nı içlerine kadar hiç olmadığı kadar etkinliğini arttırıyor. Moskova’nın bu öne çıkma durumu Avrupa’da da görmek mümkündür. İtalya’da aşırı sağı desteklediği, Fransa’da hükümet karşıtı gösterilere yön verdiği iddiaları ve Le Pen ile ilişkiler Fransa’daki iktidarını bariz bir şekilde etkilediğini gösteriyor. Benzer şekilde Almanya ile yakınlaşma ve enerji projeleri, İngiltere dışında Avrupa’nın başlıca ülkelerin Rusya’ya olan yaklaşımında ciddi değişiklikler gözlemlenmektedir.
Öte yandan etkisizliği ve stratejik bakışını kaybeden Avrupalı ülkeler, birçok meseleye yalnız göç çerçevesinde bakmakta ve ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ mantığı ile Rusya’nın bu askeri ve siyasi nüfuzuna göz yumuyor.
Birçok aktör gibi Ankara da Rusya’nın bu yayılmacı ve hegemonik politikalarının farkında. Ankara, her fırsatta Rusya ile işbirliği olanaklarını aralaması ve işbirliği fırsatları sunması, muhtemelen Moskova açısından zafiyet olarak okunuyor. Zira Libya’dan Suriye kadar her alanda ayağını basmaya çalışan bir Moskova yönetimi söz konusu.
Değişen Uluslar arası Dengeler ve Türkiye-İngiltere Yakınlaşma Olasılığı
Bu noktada Türkiye’nin dış politika sürecini yeniden gözden geçirmesinde fayda var. Bu çerçevede bakıldığında Türkiye açısından AB’den ayrılan dış politikada alternatifleri çoğaltmak için İngiltere önemli bir alternatif ülke olabilir. Son dönemde Fransa gibi bazı AB ülkelerinin Ankara karşıtı tutumu ve Suriye, Libya gibi krizlerde Rusya ile ortak hareket etmesi, İngiltere’nin Rusya karşıtı geleneksel politikalarıyla çelişmektedir. Avrupa ülkeleri arasında Rusya ile ilgili farklı yaklaşımlar Brexit-in etkisi büyüktür. Fransa ve Almanya’nın Rusya ile yakınlaşması İngiltere karşıtı bir denge arayışın yansıması olarak okumak mümkündür. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un AB ve NATO karşıtı çıkışını, ortak bir Batı savunma ve kültürel varlığına artan endişeleri ile ilgili olduğu şeklinde okumak mümkündür.
Fransa ve Almanya’nın Rusya ile enerji işbirliği İngiltere’yi rahatsız etmektedir. Üstelik İngiltere’nin Ortadoğu’da eski nüfuz alanlarında, Rusya’nın konumlanması, Londra iile Ankara arasında yakınlaşmanın boyutları hızlandırabilir.
Diğer yandan Başkanlık seçimleriyle meşgul ABD’nin en büyük endişesi artan Çin’in ekonomik ve askeri gücünü dengelemektir. Bunun için Ortadoğu’da giderek askeri varlığını azaltan ABD’nin bu politikasını en iyi şekilde Rusya değerlendirmektedir. ABD’den oluşan bu boşluk alanlarını kullanmaya çalışan Rusya yalnız Suriye’de değil, Irak, Suudi Arabistan, Mısır ve Kuzey Afrika’da da askeri ve enerji alanlarda etkinliğini arttırdı. Moskova bu süreçte ABD’nin çıkarlarıyla çatışmamaya özen gösterdi ve özellikle boşlukları kullanmaya odaklandı.
Bu ilişkiler yummağı değerlendirildiğinde Ankara’nın son dönemde ciddi eleştiriler yönelttiği Washington ile hızlı bir restorasyon beklemek acele olur. Zira Ankara’nın ABD ile ilişkilerinin zemini Rusya karşıtlığı üzerinde oturtulması mümkün değil. Bunun birkaç sebebi olmakla birlikte en önemlisi Washington’da Trump yönetimin Rus karşıtı bir politikaya girişmemesidir. Hatta ABD seçimler arifesinde Trump hem Rusya’nın ABD’de etki ettiği çıkar gruplarından hem de olası bir teknolojik desteğinden mahrum olmak istemeyecektir. Daha açık bir şekilde önceki seçimlerde yaşanan tartışmalar ışığında değerlendirdildiğinde Moskova’nın ABD’deki seçmenler üzerinde sosyal medyadan etki yaptığını, bunun için de Trump’ın azil sürecine kadar gittiğini malum.
Bunun yanında Washington’da başta İsrail ve Yunan lobisi olmak üzere PKK ve FETÖ’nün faaliyetleri de Ankara karşıtı söylemin önemli cihetlerini oluşturuyor. Üstelik ABD’nin PKK’nın Suriye kolu YPG ile karmaşık ilişkileri ve desteği Washington-Ankara ilişkilerini göz önünde bulundurulduğunda hızlı bir restorasyon beklemek zor.
Bu çerçevede ABD ile tekrar hızlı bir yakınlaşmanın mümkün görünmediği bu denklemde İngiltere, Türkiye açısından önemli uluslararası bir alternatifler arasında yer alabilir. Bu ilişkilerin boyutları finansal, savunma ve ortak çıkar ilkeler etrafında şekiienebilir.
Türk Dış Politikasında Alternatif Arayışları: Pakistan ve Malezya
Ankara’nın diplomatik arayışları çerçevesinde alternatifleri çeşitlendirmek adına son dönemde Pakistan, Malezya ve Endonezya gibi ülkelerle teknolojik, askeri ve siyasi yakınlaşmanın yaşandığını görmek mümkün. Denge arayışları ve alternatif dayanışmayı arttırmaya çalışan Ankara, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Pakistan ziyareti ve Malezya Zirvesi gibi girişimler, Türk dış politikanın çeşitlenmesi ve alternatiflerin çoğalması için önemli girişimler olarak kayda geçirmek gerekir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Pakistan'a 13-14 Şubat'ta yaptığı ziyaret, iki ülke arasında savunma sanayi, teknoloji, eğitim ve özellikle askeri anlamda işbirliğin geliştirilmesi noktasında öne çıktı. Pakistan, artık sadece Afganistan’ı kontrol etmek için bir üs işlevi gören, terörle boğuşan bir ülkeden, Çin’in ‘yeni ipek yolu projesi’ ile birlikte giderek merkezi bir rol alan bir aktöre dönüşmektedir. Bu da onun uluslararası konumun yükselmesine ve stratejik değerin artmasına yol açıyor. Bu süreçte Pakistan’ın istikrara ihtiyacı olmasından dolayı, Ankara’nın bu anlamda hem ekonomik hem de kültürel anlamda yanında olabileceği gibi, İslamabad, Ankara için ileri teknoloji savunma sanayisi için de önemli bir alternatifi oluşturuyor. Pakistan, Suudi Arabistan ile yakın bir ekonomik ilişkiye sahiptir, lakin Türkiye-Pakistan halklarının tarihe dayanan kardeşlik ve dostane bağları, ikili ilişkilerin gelişmesinde önemli bir motivasyonu oluşturuyor.
Geçen yılın Aralık ayının ortasında Malezya’nın başkenti Kuala Lampur’da gerçekleştirilen Kuala Lampur Zirvesi, Türkiye’nin dış politika alternatiflerini çoğaltmasında önemli bir adım olarak görmek mümkündür. Savunma, sanayi ve ileri teknoloji ve ticaret alanlarda iyi niyet anlaşmaları, Türkiye’nin tarihi ümmet dayanışma politikaları çerçevesinde görmek gerekir.
Bununla birlikte hem Pakistan hem de Malezya’nın ABD veya Çin gibi küresel ölçekte siyasi veya ekonomik güce sahip olmazsa da söz konusu ülkelerin askeri ve diplomatik destekleri önemli bir motivasyonu oluşturmaktadır.
**
Başta Suriye olmak üzere Libya ve Akdeniz politikalarında dinamik bir dış politikayı takip eden Ankara, Suriye sürecini ABD ile Rusya arasında pazarlıklarda bırakmaması gerekir. Her geçen gün uluslararası toplumun zayıflayan ortak kabiliyetinden hareketle, ulusal çıkarlarını maksimize etmesi gerekir. Bunun temel motivasyonu, yayılmacı bir politika isteğinden dolayı, artan rist ve tehditler karşısında bir zorunluluk olarak aatılıdığını söylenebilir. Gerek Rusya’nın kuşatma stratejisi, gerekse sınırlarda yükselen terör tehdidi, Ankara’yı askeri seçeneklerini kullanmada mecbur bırakıyor. Zira Türkiye için bölgesel statükoyu korumak gibi seçeneklerin giderek anlamsızlaşıyor.
Uluslararası dengelerin ve sistemin ciddi bir dönüşüm ve yeniden yapılandırılmasının yaşandığı bu günlerde, Ankara’nın kararlılığı ve hızlı hareket kapasitesini sonuna kadar zorlaması gerekir. Hala Türkiye’yi 1. Dünya Savaşı şartları ve Soğuk Savaşı konumu ile değerlendirmeye çalışan kimi uluslararası bazı aktörlerin, tüm bu değişimden farkında olmaları gerekir. Zira artık ne bu şartlar mevcut ne de ulusal çıkarlarını korumaktan çekinen siyasi bir irade mevcut.
İdlib krizinin de gösterdiği gibi, Ankara için tek yol, milli kapasitelerini, teknoloji ve savunma imkanlarını arttırmaktan geçiyor. Türkiye gibi uluslararası ilişkilerde orta güç ve bölgesel bir aktör, özgün dış politika takip etmek ve belli bölgelerde nüfuzunu arttırarak, uluslararası barış ve dengelere katkıda bulabilme potansiyeli bulunmaktadır.