NATO, Suriye'ye müdahale ediyor!
Suriye olaylarının başında NATO Genel Sekreteri Rasmussen açıklama üzerine açıklama yaparak NATO olarak Suriye’de yaşananlara karşı herhangi bir müdahaleye niyetlerinin olmadığını söylemişti. Lakin buna ikna olmayan bazı İslami kesimler ve ulusalcılar NATO müdahalesinin eli kulağında olduğuna inanıyor ya da kendilerini inandırmak istiyorlardı. Şahsen bu algının yanlışlığını söylemekten dilimde tüy bitmişti. Ama bu algı sahiplerini ikna edememiştik. Şimdi 'NATO Suriye’ye müdahale edecek' dediğimizde bu ancak hayret uyandırır ya da gülüp geçilir. Çoklarına şaka gibi gelecektir. Lakin bu tez ve iddia ilk günlerde histerik bir algı operasyonuydu. Algı yönetmesi ve yönlendirmesi idi. Suriye rejimi de bunun üzerinden psikolojik harp yürüterek savunma duvarlarını tahkim etti. Dışarıya karşı bir savunma savaşı veriyormuş havasını yaydı ve izlemini uyandırdı. Zaten ilk günlerden itibaren küresel bir komplodan bahsediyor ve dünyanın Suriye rejimi karşısına topyekün dikildiğini ve seferber olduğunu iddia ediyordu. Halk da kendiliğinden harekete geçmemiş bilakis Bender Bin Sultan ve ABD devreye girerek halkı ayartmış ve kışkırtmıştı. Bugünden geriye baktığımızda bu tezin kimi aydınlar tarafından servis edildiğini ve seslendirildiğini görüyoruz. Muhaliflerin kimyasal silahlar kullanması gibi. Veya cihat nikahı gibi. Sanki kala kala fantezi niyetine üretilmemiş tek husus cephede cihat nikahı fantazisi kalmıştı. Ölüm tarlaları birilerinin fantezi dünyaları haline gelmişti. Biz de inanıyorduk. Bu olsa olsa bir aydın sefaleti olabilir. Bu da gösteriyor ki, aydınlar güdülmekte de halktan önce geliyorlar. Üstünlükleri varsa, iğfale edilme sırasındaki önceliklerinden olmalı. Tabii saf değillerse! Bunu başkalarının namına yaptılarsa, o da ayrı bir .
*
Mısırlı yazar Fehmi Huveydi de bir İran ziyareti dönüşünde oradan bir demet komplo teorisiyle dönmüş ve Tacik lideri İmamali Rahmanov’dan bir komplo teorisi aktarmıştı. Rahmanu Tacikistan ( Rahmanu’l Yemen deyiminden uyarlama) Suriye de dahil Arap Baharını Condoleezza Rice’ın yaratıcı kaos teorisine bağlıyor. İran’da bu tür tezlerin bini bir para olduğundan onun kulağına kadar çalınmış.
Lakin son yazılarında Fehmi Huveydi Arap Baharının bir iftira kurbanı olduğunu ve iftira kampanyasına ve sağanağına maruz kaldığını yazmıştır. Dolayısıyla Arap Baharı üzerinden ‘istemezük nidalarıyla’ güya egemenlere karşı çıkarken gerçekte onun ekmeğine yağ çalmış olduk.
Star yazarı Mustafa Akyol Tahran dönüşü İranlıların Suriye konusunda vicdanen intibaha gelme ve kendilerini muhasebe etme ve gözden geçirme yerine komplo teorileriyle avunduklarını müşahede etmiş. Bu teoriler tedavülde oldukça hamak istemez. Vicdanların huzuru bozulmaz.
Mustafa Akyol, Tahran izlenimlerinde şunları yazıyor :” Kendi şehir efsanelerini de üretmişler. Konuştuğum birisi, “Türkiye’nin Suriye’yi tarumar etmek istediğini, çünkü Halep’teki tekstil tezgahlarının parçalanmasının Türk tekstiline yaradığını” öne sürdü, ciddi ciddi. Anladım ki, bölgemizde her siyasi aktör gibi, onların da kendilerinin mutlak haklılığını ve rakiplerinin mutlak kötülüğünü vurgulayan komplo teorileri var…”
Bizde eskiden bir tabir vardı. ‘Büyük devletlerle ilişki kurmak ayıyla yatağa girmek gibidir’ diye. Minareyi çalan kılıfını hazırlar misali Ali Hamaney de neden ABD ile siyasi flört halinde olduklarını Tahran’daki genel mantıktan uzak olmayan bir yaklaşımla izah ediyor: ”Şerrinden korunmak için şeytanla pazarlığa oturduk (http://www.elaph.com/Web/news/2014/1/865883.html ).” Buna, tevil etme, kılıf bulma da diyebilirsiniz. Şeytan dişi karakterli veya muhannes olduğundan hem fail hem de mef’üldür. Üste çıkmanız onu yenmeniz anlamına gelmez. Ensenizden mi paçanızdan mı yakalayacağı pek belli olmaz. Bu mantığa göre, demek ki şeytandan uzakken şerrinden emin olunamıyor. Yakın çekim içine girmek gerekiyor. Demek ki İran şeytanın aldatmalarına dayanamadıysa cümbür cemaat hepimizin aynı şeyi yapması gerekiyor. Biz ne de olsa şeytana karşı onun kadar güçlü değiliz.
*
Eskiler ‘şerri, şerden kaçınmak için tahsil ettim’ derler. Huzeyfe İbnü’l Yeman da, şerden kaçınmak için Peygamberimizden hep şerleri sorar ve araştırırmış. Herhalde şeytanla müzakere ve mukaveleyi kastetmiş olamaz! Meşrulaştırma zihinde başlar uzuvlara sirayet eder.
Arap Baharına yönelik iftira kampanyasının bir benzerini İttihatçılar Sultan İkinci Abdulhamid’e karşı yürütmüşlerdir. Mithat Paşa yüzünden Osmanlı –Rus savaşına maruz kaldığımız halde İttihatçılar vatanı böldürecek diye Abdulhamid Han aleyhine kampanyalar yürütmüşler ama Sykes-Picot üzerinden asıl vatanı kendileri böldürtmüşlerdir. Bölünme kendi dönemlerine nasip olmuştu. İttihatçıların o dönem yaptıklarını günümüzde de fazlasıyla Ulusalcı tayfa yapmaktadır. İngiltere Kralı VII. Edward ile Rusya Çarı II. Nikola’nın Rusya’nın Reval Limanı’nında buluşmaları Osmanlı’nın taksimi olarak takdim edilmiştir. İttihatçılar, bu buluşmada İngiltere ile Rusya’nın Osmanlı’yı taksim etmeyi planladıklarını uçurmuşlar ve yaymışlardı (Osmanlıya Veda, Yılmaz Öztuna, S: 247, Yakın Plan).
Reval buluşmasının zabıtları yayınlanmasına ve bu zabıtlarda Osmanlı’nın taksimine dair tek bir satır olmamasına karşın hevalarına iman etmiş kimileri bugün de aynı nakaratı tekrarlıyor.
AKP hükümeti karşısında da önce Arap Baharı anaforunda Batı’nın Truva Atı ve taşeronu olduğunu söylüyorlardı ardından da açıkta kaldığını iddia etmişlerdir. Çelişkiye düştüklerini itiraf yerine ‘çevir kazı yanmasın’ havasındalar. Çünkü insaflı değiller. İkinci hükümleri doğru olmakla birlikte birincisi hiçbir zaman doğru olmamıştır. Sadece üfürmüşlerdir. Bunun bir faturası ve bedeli yok mudur?
Kara propagandacılara bir şey olmuyor ama doğru politika izlemek isteyenler yanlış yönlendirilmiş kitleler ve kamuoyu engeliyle karşılaşıyorlar. Sağlıklı bir kamuoyu sorumlu ve donanımlı bir aydın zümresinden geçer. Talihsizliğimizin büyüğü burada. Her seviyede kaht-ı ricalle karşı karşıyayız.