Dadaylı Halid Bey, 99 yıl önce bugün Yunan Orduları Başkomutanı General Trikopis'i esir aldı
Yunan Başkumandanı General Nikolas Trikopis, 2 Eylül 1922’de Dadaylı Halid Bey olarak da bilinen Halid Akmansü isimli Türk albaya teslim oldu.

Yazar Mustafa Müftüoğlu, Gerçek Yayınları'ndan çıkan Yalan Söyleyen Tarih Utansın adlı kitabında Trikopis'in nasıl teslim olduğunu anlatıyor.
Dadaylı Halid Bey hakkında bilgilere de yer veren Müftüoğlu, kitabın "TRİKOPİS’İ ESİR EDEN TÜRK ALBAYI..." başlıklı bölümünde tarihi olayı şu şekilde anlatıyor:
İzmir’e çıktıkları gün yaptıkları zulüm bir “yüz karası” olarak tarihe geçen Yunan sürülerinin başkumandanı Hacı Anesti adında biridir. Anadolu’daki Yunan barbarlığının başında harbin son aylarına kadar bu adam bulunmuş, bilahare azledilen Hacı Anesti’nin yerine General Trikopis getirilmiş ve vahşi Yunan sürülerini asîl Mehmetçiğe teslim vazifesi bu General Trikopis’e düşmüştür.
Büyük Zafer’i müteakip kaçan ve kaçarken de cibilliyetini ortaya koyup her tarafı yakıp yıkan Yunan barbarları Başkumandanı Trikopis, 1922 yılının 2-3 Eylül Cumartesi-Pazar gecesi teslim olmuş ve bu başkumandanı esir etmek şerefi Halid Akmansü adında mütevazı bir albayımıza nasip olmuştur.
Halid Akmansü (Dadaylı Halid Bey), 1884 yılında Daday’ın Kelebek köyünde doğmuştur. Temiz ahlâkıyla temayüz eden bu zat, Millî Mücadele’deki hizmetleriyle de meşhurdur. Önce Üçüncü, bilahare Beşinci Kafkas Fırkaları kumandanı olan Halid Bey, mütarekede, On Üçüncü Kolordu Erkân-ı Harbiye reisliği yapmış, bir müddet Demiryolları Umum Müdürlüğü’nde bulunmuş, II. Büyük Millet Meclisi’ne Kastamonu Mebusu olarak girmişse de taviz vermeyen şahsiyeti ile politikadan ayrılmış ve türlü maddî mahrumiyetler içinde 10 Şubat 1953 tarihinde, altmış dokuz yaşında vefat etmiştir. Kabri, Karacaahmet Mezarlığı’ndadır. “Mevlâ rahmet eyleye...”
Dadaylı Halid Bey, Yunan Başkumandanı Trikopis’in teslim oluşunu şöyle anlatmaktadır:
“Akşama doğru Elmadağı üzerinden büyük bir beyaz filama sallandı. Aramızda iki kilometre kadar bir mesafe vardı. Fakat ilerideki süvarilerimiz bir kilometreden fazla uzakta değillerdi. Biraz sonra süvari bölüğüne gelen beyaz flamalı bir Yunan küçük zabitini yanıma getirdiler:
- Beni General Trikopis gönderdi. Teslim olacak. Teslim almanızı istiyor, dedi.
- Yanında kim var, ne kadar kuvvet mevcut, neredeler? diye sorduk.
- Yanında İkinci Kolordu Kumandanı General Diyonis, Tümen Kumandanı Miralay Vandelis, erkân-ı harpleri, yaverleri ve bir tümen asker var.
Liva Kumandanı Ali Rıza Bey’e gidip bunları teslim alması emrini verdim. O gün Yirmi Üçüncü Tümen’den emrime verilen bir alay da dâhil olmak üzere dört piyade alayı hâlindeki kuvvetlerimiz Elmadağı eteğindeki Göyem köyü civarında Yunanlıları teslim aldılar.
2-3 Eylül gecesi saat ona doğru Süvari Bölüğü Kumandanı Yüzbaşı Sivaslı Salih Efendi, iki general ile bir miralayı ve yaverlerini, bulunduğum Göyem köyü şimalindeki Bölmeliktepe’ye getirdi. Atla geldikleri hâlde yorgun, bitkin bir hâlde idiler. Bunların İzmir’e ilk çıkan On Üçüncü Yunan Tümeni olduğu anlaşıldı. Teslim olmadan evvel Elmadağı üzerinde bir harp meclisi kurmuşlar, Tümen kumandanı, ‘Edremit istikâmetinden çekilerek kurtulabiliriz, teslim olmayalım.’ demiş. General Trikopis, ‘Her ne kadar vazifemizi yapmış isek de(!) bu vaziyette Yunanistan’a dönmemiz bir felaket olur. Derdimizi kimseye anlatamayız. Halk galeyan içindedir. En iyisi teslim olmaktır.’ demiş ve böylece teslim olmuşlar. Fakat bize tesadüf etmeseler, pek yaklaştıkları Uşak’a varıp salimen kurtulacaklarını zannediyorlarmış.
Generaller ve maiyyetleri karşıma geldiler. Fakat General Trikopis, beni, levazımdan alınmış ve yollarda yıpranmış bir nefer elbisesi ve kaputu, gene öyle bir nefer çizmesi ve başımda kalpak gibi bir şeyle görünce bir kumandana filan benzetememiş olmalı ki gözlerini sağa sola çevirerek araştırıyordu. Hakkı da yok değildi... O anda cebimde bile topu topu bir liram vardı. Kendisi ise mükemmel bir Avrupalı kumandan kıyafetinde bulunuyordu. Bir zaman sesimi çıkarmadım. Nihayet karşısında benden başkasını göremeyince yüzüme bakıp Fransızca;
- Qu est le commendant? diyerek kendisini teslim alacak kumandanı aradı. Ben, ‘Yâ Rabbi, bu zalimleri benim gibi mütevazı bir adama teslim ettin.’ diye Allah’a şükrediyordum. Sonra kendisine bir adım daha yaklaşarak Fransızca:
- Kumandan benim... Hoş geldiniz, dedim. İnanamıyormuş gibi şaşkın şaşkın bakıp bir tereddüt devresi geçirdikten sonra böyle basit kılıklı birine teslim olmak talihsizliğine düştüğünü hissettiren bir iç çekişle boynunu büktü.
Tabancalarını alarak ‘Buyurun, oturalım.’ dedim. Karşı karşıya yere bağdaş kurup oturduk. Meyus ve mahzun bir hâlde idiler. Bilhassa Tümen Kumandanı Vandelis, hiçbir şey görmemek ister gibi gözlerini yummuş, düşünüyordu. Yanıma belki lazım olur diye Rumca bilen bir Giritli subay almıştım. Meğer Trikopis’in de Fransızcası benden farklı değilmiş. Güzelce anlaştık.
Karınlarının aç olduğunu anlayınca ‘Bir sofra çıkaralım, güzelce yesinler içsinler.’ dedim amma kendilerine haber gönderdiğim evleri hâlâ alev alev yanıp duran köylüler, bunları da gözleriyle gördükten sonra ‘Kumandanımıza canımız feda, ne’miz var ne’miz yoksa onun olsun amma bize yapmadıklarını bırakmayan düşmana, avuç dolusu altın da verseniz, alimallah bir lokma ekmek bile veremeyiz. Baksanıza hâlâ yanıyoruz.’ diye red cevabı verdiler. Ben de yanımda bulunan zeytin, peynir, ekmekle sıcak çay ikram ettim. Ortamıza bir de ateş yaktırdım. Onun çatırdaya çatırdaya yükselen alevi, esaretin acısını birkaç saatten beri çekmekte olan General Trikopis ile arkadaşlarının yüzlerine bir başka ıstırap ve hüzün veriyordu.”
Dadaylı Halid Bey, bilahare esir kumandanları bizzat isticvaba başlamış ve o geceyi karargâhta geçiren Trikopis’le maiyyeti, 3 Eylül sabahı Uşak’a gönderilmişler, daha sonra da Ankara’ya sevk olunmuşlardır.
Bu vesile ile şu hususu bilhassa kaydedelim ki yarım asır evvel Anadolu’da yaptıkları zulmü bugün bütün dünyanın gözleri önünde Kıbrıs’ta, Batı Trakya’da devam ettiren Yunan barbarları, bugün olduğu gibi o günlerde de Türk’ten insanca muamele görmüşlerdir. Dadaylı Halid Bey, Trikopis’in esir edildiği gecenin sabahında Yunan yaralılarını, halktan toplanan kağnılarla Uşak’taki hastaneye sevk etmiş, gerek esirlere gerek yaralılara Türk’ün asaletini göstermiş, Yunan barbarlarının bugün Kıbrıs’ta yaptığı gibi katliama girişmemiştir.
Hatırlamak lazımdır ki Türk kumandanı, esir Yunanlıları böyle insani bir davranışla Üserâ Kamplarına sevk eder ve yaralı Yunanlılar Sıhhiye Bölüğü’müzde ilk tedavileri yapılıp hastaneye gönderilirken kaçan diğer Yunan sürüleri ilerideki köy ve kasabalarımızı yakmakla meşguldüler.