Müjdeler olsun Ayasofya hasret kaldığı ezan ve cemaate kavuşuyor - Osman Şahin

Osman Şahin
1950’de ezanın serbest bırakılmasından daha önemli bir tarihi olaydır Ayasofya’nın açılması. İstanbul’u fetheden komutan Fatih Sultan Mehmet Han’ı ve Ayasofya’yı tekrar mabet hüviyetine kazandıran Recep Tayyip Erdoğan’ı saygıyla selamlıyoruz.
Kararın açıklanmasında bütün İslam milleti olarak, ülke olarak kadın erkek büyük bir sevince hepimiz hazır olalım. Sevinç gözyaşlarımızı gözden gizli silelim ve şükür secdelerine kapanalım.
Fetihten sonra Ayasofya Camii
Ayasofyada Osmanlı Sultanları Türbeleri Ayasofya Muvakkithanesi (yıktırılmıştır) Ayasofya Medresesi (yıktırılmıştır) .
Ayasofya’nın kilise dönemi:
Ayasofya, İstanbul’da Sarayburnu tepesinde kain muhteşem mabettir. Ahşap bir kilise idi. 1695 yıl önce Miladi 325 senesinde Büyük Konstantin, ahşap olarak dikdörtgen biçiminde yaptırmıştır. Onu merkez seçip etrafında diğer kiliseler, bir üniversite, bir misafirhane ve bir hastane inşa etmiştir. Ayasofya, “Mukaddes hikmet” ve “Hikmet-i Sübhaniye” anlamındadır.
Bu kilise 404 tarihinde İmparator Arkadyus zamanında yandı. Kurtarılan kürsü ile patrik sandalyesi günümüzde Fener’de Patrikhane Kilisesinde mevcuttur. 415 tarihinde İmparator İkinci Teodoryus daha mükemmel fakat yine ahşap olarak inşa etti.
532 senesinde Birinci Jüstinyen zamanında meydana gelen, rivayete göre 35.000 kişinin telef olmasıyla bastırılan ve tarihte “Nika İhtilali” namıyla bilinen büyük ihtilal esnasında tekrar yandı. Bu yangın 532 senesi Ocak ayının 13’ünden 20’sine kadar (8 gün) devam edip Ayasofya ile beraber diğer binalar da yanmıştı.
537 tarihinde Jüstinyen Ayasofya’ı aşağıdaki tarzda kâgir olarak (taştan) inşa etmiştir.
Fetihten önce Ayasofya mabedi
“Nika İhtilali” hakikaten müthiş idi. Hırıstiyanlıkta Nika ve Aryus birbirlerine zıt iki mezheptir. Bunlar esasen iki papazdır. Nika Teslis’e, Aryus Tevhid’e inanırdı. Her birinin taraftarları vardı. Nika mensuplarına Ortodoks, Aryus mensuplarına Aryen derler. Bu dini farklar siyasi işlere de alet olunurdu. 532 senesi ihtilalini yapanlar bu eliti kullanmışlardı. Jüstinyen’in rakipleri evvelki İmparator Anastas’ın yeğenini imparator ilan etmek istiyorlardı.
İstanbul’da At cambazlarının yani Hipodrum yarışçılarının taraftar olarak teşkil etmiş oldukları “Maviler”ve “Yeşiller” “fırkalarını ayaklandırıp ayaklanmayı başlatmışlardı. Bunlar saray kapılarına hücum edince Jüstinyen şaşırdı, korktu, kaçmaya hazırlandı. Eşi Teodora sebat etti: “Kaçmaktan başka çare yoksa da ben kaçmayacağım. Saltanat tacını başlarına koyanlar o tacla beraber ölmelidirler. Sen kaçmak istiyorsan kaç. İşte gemiler hazırdır. Ben kalacağım. Benim elbisem bana kafidir” dedi. Bu sözler imparatoru ve maiyetini cesaretlendirdi ve kaçmaktan vazgeçtiler. İhtilalcilere karşı dayandılar. Meşhur kumandan Belizer 3000 askerle yetişip geldi.
5000 kişi telef oldu. 5 yıl yıl sonra 537 tarihinde Jüstinyen ihtilal acılarını ahaliye unutturmak ve hayatta kaldığına şükrane olmak için yanan Ayasofya kilisesini taştan tuğladan bedii bir surette yaptırmaya azmetti. Pek çok paralar sarf ederek, pek çok emekler vererek inşa edip 11 senede yani 548 senesinde tamamladı. Yalnız “Ambun” ve “Sülea” denilen mahfillerin inşası için Mısır’ın bir senelik varidatı sarf olundu.
İşte şimdiki Ayasofya o emsalsiz binadır. Bu nadir sanatın akılları hayrete düşüren mimarı meşhur matematikçilerden Trallesli Anthemius’tur. Ancak Anthemius bina inşaat işi tamamlanmadan önce vefat ettiğinden tamamlanması amcazadesi Miletli İzidor’a nasip oldu. O zamanlarda Hıristiyanlar kiliselerin temellerine hac şekli verirlerdi. Antemiyos hem bu şekli patriklerin mabedlerinde seçtikleri daire şeklinde olan şekli cem etmek istedi. Asıl duvarları hac şekline ve kubbeyi daire şekline uygun yapıp bu iki tarz mimariyi yekdiğerine o kadar mahirce mecz etti ki, binanın en mühim mimarlık sanatı bu cihet oldu. Anthemius ile İzidoros kubbeyi yarım küre şeklinde dairevi yapıp dört kemer üzerine durdurmuşlar ve kemerlerden her birinin haricinde dörtte bir küre (1/4 küre) şeklinde bir yarım kubbe yaparak mabede haç şekli vermişlerdi. Fakat bu kubbe 11 sene sonra yine Jüstinyen zamanında depremden yıkıldı. Mimar İzidoros’un yeğeni diğer İzidoros kubbeyi yeniden bina etti. Fakat dairevi yapmayıp beyzi (oval) yaptı. Sağlam yapmak için bunu 45’er adım yüksekliğinde granitten 8 sütun üzerine dayamış ve sütunları birer kemerle yekdiğerine bağlamıştır. Kemerin üzerinde çepeçevre kadınlara mahsus bir tabaka inşa edip tabakanın üzerine alttakilerden daha küçük 12 sütun dikerek bunlara üst tabakanın kubbelerini dayamıştır. Sanki semanın 12 burcunu taklit etmek istemiştir. İşte şimdiki kubbe İkinci İzidoros’un yapmış olduğu kubbedir. Kubbenin kaidesini teşkil eden kasnak üzerinde 40 pencere vardır. Gerek kubbede gerek pencerelerde kullanılan tuğlalar Rodos Adasında bulunan gayet hafif bir topraktan (sünger taşı) imal olunmuştur. Bu taşın 6 tanesi bir adi tuğla ağırlığındadır. Her tuğlanın üzerinde Yunanca “Cenabı Hak bu mabedin dahilindedir. Hiçbir vakit sarsılmayacaktır” cümleleri yazılıdır. Her 12 tuğla arasına azizlerin “relik” denilen yadigarlarından birer parça konulmuştur. Yapıda adi su yerine kaynatılmış arpa suyu kullanılmış ve kirec ve istiridye kabuğu ve kavak ağacı kabuğunun kalıplaşmışı gibi bir nevi harç kullanılmıştır. İnşaatta 10.000 kişi istihdam edilmiştir.
Mabet dahilinde büyük kubbeyi ve alt tabakayı tutmak için 40 büyük sütun ve bunların üstünde 60 sütun vardır. Bunlardan 10 sütun İzmir-Efes’teki (Ayasuluk-ı kadim) meşhur Debane Mabedinden alınmıştır. Altısı yeşil yeşimdendir. Dördü gayet beyaz mermerdendir. Yükseklikleri 42 ve çapları 4,5 adımdır. O sütunlardan 8 sütun da Roma’daki Apollon Mabedinden alınmıştır. Onlar kırmızı somakidir. Diğer sütunlar Tirva, Atina, Mısır vs mabedlerden getirilmiştir. Mabedin uzunluğu 269 eni 243 ve zeminden büyük kubbenin on katına kadar yüksekliği 188 adımdır. Mabedin zemini altında 17 kadem derinliğinde büyük bir sarnıç vardır. Batı cephesinde iki destek arasındadır.
Mabedin duvarları ve kubbesi içeriden mozaikle tezyin olunmuş ve dört köşesine Cebrail, Mikail, İsrafil, ve Azrail Aleyhimusselamın mevhum suretleri mozaik ile resmedilmiştir.
Şimdiki mihrabın yerinde 72 renkte pahalı taşlarla süslenmiş ve üzerine “Hamir-i Mukaddes” (kutsal hamur) konulmuş olan “altın sofra” nam-ı diğerle “Kürsi-i su” , halis altından 4 sütun üzerine sabitlenmiş ve bunun üstünde altın yaldızlı dört gümüş sütuna dayanan bir kubbenin üzerinde 38 kubbe ağırlığında bir altın küre ve bu kürenin üstünde 23 kubbe ağırlığında süslü altın hac konulmuş idi. Şark cihetinde gayet sanatlı ve cevahirle süslenmiş bir minber ve mabet içinde altın yaldızlı 3000 ve bir rivayette 6000 gümüş kandil var idi. Kandiller gece yanınca mozaiklere inikas ederek hasıl olan şaşaalı manzarayı görenler şaşkınlıklarını gizlemezlerdi. Şimdiki minberle hünkar mahfili arasında gümüş parmaklıkla ayrılmış bir yer vardı ki oraya rahiplerle İmparatordan başka kimse giremezdi.
Kapılar servi, abanoz, fildişinden, büyük kapı, yaldızlı gümüşten idi. Bizim “son cemaat mahalli” dediğimiz yere Bizanslılar “Narteks” derlerdi. Burası 10 metre eninde ve mabedin boyundadır. Buranın duvarları gayet güzel damarlı mermer ve somakilerle kaplıdır. Bu taşlar öyle kesilmiştir ki, aynı taştan çıkan iki parça yan yana konularak damarlarından bir takım eşkal-i munzama (munzam şekiller) peyda olmuştur.
Bir halde ki bazıları İsa AS’ın tasvirine benzer şekiller de bulmuşlardır. Narteks’in iki yanında birer büyük kapı ve sahana girmek için 9 kapı vardır. Onların orta yerindeki 3 kapının sökeleri tunç, diğerlerinin mermerdir. Tunç sökeli üç kapının ortasındaki en büyük kapıya “İmparator Kapısı” derlerdi. İmparatorlar buradan girerlerdi. “Narteks”in dış tarafında yine böyle fakat daha dar bir yer vardır ki buna “Exonartekes” yani “Dehlizler harici” derlerdi. Bu iki “Narteks” arasında kapılar olduğu gibi bu kısımdan avluya çıkmak için de 3 kapı vardır. “Narteks”in yan tarafındaki kalın isnat duvarları içinde merdivensiz olarak dolaşa dolaşa yukarı kata çıkacak yol vardır. Kadınlar tahtırevanlarla buradan yukarıdaki kadınlar mahalline çıkarlardı.
Avlunun eski şekli başka idi. Etrafında mermer direkler, direkler arasında kemerler vardı. Üstü örtülü idi. Orta yerde bir havuz vardı. Arslanlar ağzından su akardı. O zaman kiliseye girenlerin yıkanması, temizlenmesi adet olduğundan burada ellerini ayaklarını yıkarlardı. Mabedin dahilinde de küçük su teknesi vardı. Üzerinde Rumca “yalınız yüz ve gözü yıkamayınız, günahlarınızı da yıkayınız” ibaresi yazılı idi.
El mâu yağsilu mâ bissevbi min dernin ve leyse yağsilu kalbi’l müznibi mâi (Su elbiseyi kan lekelerinden temizler fakat kalblerin günahlarını temizlemez) ibaresinin Rumcası sanatlı olarak yazılı olup ters yönden dahi okunurdu.
İmparator Jüstinyen mabet tamamlanınca,1000 sığır,1000 koyun, 1000 domuz, 600 köpek ve 10.000 horoz ve tavuk kesip fukaraya pek çok buğday dağıttı.
Sonra 14 atlı bir zafer arabasına binerek bütün saray halkına ve devlet memurlarının büyüklerinden mürekkep bir debdebeli binek ile mabede gelip minbere çıktı. Büyük bir fahr ve gurur ile: “Ey Süleyman ben seni geçtim!” dedi. Mabedin büyük kubbesini tutan kemerlerden biri İmparator Makedonyalı Vasil zamanında zelzeleden çatlayarak düşmek derecesine gelmişken son derece maharetle sağlamlaştırıldı. İmparator İkinci Roman zamanında da diğer biri çatlayıp yenilendi.
975 senesi Kasım ayının 25’inde İmparator İkinci Vasil uhdesinde garp cihetindeki depremden çatlayıp buna istinat eden yarım kubbe ancak 6 senede tamir olunabildi. 1318 Miladi senesinde İmparator İkinci Androvnik zamanında mabedin kuzeydoğusu ciheti oturup kubbenin bir tarafı harap olunca, zevcesinden kalan büyük paraları sarf edip ,haricen bugün mevcut olan dirsekleri yaptırarak yıkılmaktan muhafaza ettirdiyse de M. 1345 senesinde 5’inci Jan Paleolog zamanında kemerlerden biri yıkılıp yarım kubbe düştüğünden birkaç sene uğraşılarak tamir edildi. İmparator Kantakuzen dahi bu mabedin tamirine ihtimam edenlerdendi.
Bu pek güzel mabet Latinlerin M.1204 tarihinde İstanbul’a hücumlarında öyle yağma ve tahrip olundu ki o hali gözü ile gören tarihçi Niketas’ın dediği gibi hiçbir mabet bu derece vahşiyane yağmalanmamıştır. Bütün hazineleri çalındı.
Ünlü Seyyah İbn-i Battuta Ayasofya’yı şöyle anlatıyor:
Ünlü Seyyah İbn-i Battuta, Seyahatnamesinde, Ayasofya’dan bahsetmiş ise de istavroza ( haç’a) secde etmediğinden Ayasofya’nın içine girmeye müsaade edilmediği için girememiş ve içini görememiş olduğundan ancak haricini şöyle tarif etmiştir. “Ayasofya’nın etrafı bir belde ki sur ile çevrilidir. 13 kapısı vardır. Avlusu bir mil genişliğinde olup mermerle döşenmiştir. Kiliseden çıkan ve alaca mermerden bir arşın yükseklikte iki duvar arasında cereyan eden bir su haremin ortasından geçer. Suyun iki tarafında ağaçlar dikilmiştir. Kilise kapısından harem kapısına kadar olan çardağın üstünde üzüm asması ve altında yasemin ve harem kapısı haricinde ahşap bir kubbe ile peykeler (tahta sedirler) vardır. Peykelerde bekçiler oturur. Kubbenin sağ tarafında mastaba (küçük oda) ve dükkanlar vardır. Bunlarda kadılarla katipler oturur. Dükkanlar ortasında da bir kubbe var, ahşap merdivenle çıkılır. Burada da kadılar oturur. Harem kapısı haricindeki kubbenin solunda “Attar Çarşısı” var. Kiliseden çıkan su iki kola ayrılır. Biri bu çarşıdan diğeri kadılar ve katiplerin bulunduğu çarşıdan geçer. Kilise kapısında bulunan peykelere kilise hademesi oturur. Bunlar kapıda 10 zıra (1 zıra yaklaşık 75 cm) uzunluğunda altın muhafaza içinde olup ortasından yine altın diğer bir mahfaza geçirilmiş olan ve İsa Aleyhisselamı üzerinde astıklarını zannettikleri haç’a secde etmeden kimseyi kiliseye sokmamaya memurdurlar. Kilisenin bu kapısı altın ve gümüş safhalarla kaplanmıştır.
(İki halkası halis haç’a secde etmeden kimsenin kiliseye girememesi rivayeti münasebetiyle hatırladığımız bir tarihi vakayı nakletmeden geçemeyeceğim: “Ebubekir El Hatip, Bağdat Tarihi isimli eserinde ve İbn’ul Esir, Tarih-i Kamil’inde (Cild 9 Sayfa 6) beyan ettikleri üzere Büveyhoğulları Devletinin (Âl-i Büveyh) en şevketli hükümdarı olan “Azadullah” 371 hicri tarihinde meşhur Kadı Ebubekir El Bakillani’yi bir cevapname ile Rum İmparatoru nezdine göndermiş idi. İmparatorun huzuruna girince yer öpmesi lazım geleceği kendisine hatırlatıldı. O da yapamayacağını söyledi. İmparatorun teşrifatçıları, yer öpmedikçe huzura girilemeyeceğini tekrar ettilerse de Kadı çekincesinde ısrar eyledi. Protokol görevlileri, Elçi Kadı’yı ikna edemeyeceklerini anlamaları üzerine kabul salonun girişinde küçük bir kapı yaptırılır. Kadı bu kapıdan girerken eğilmeye mecbur olacağından herkes kadının yer öpmek için eğildiğini zannedecekti. Fakat yüksek bir yeteneğe sahip olan Kadı bu hileyi derhal anladı. Kapıya yaklaştığında arkasını çevirip kapıdan arka arka girdi. İmparatorun karşısına gelince yüzünü dönüp dimdik durdu. Kadının bu celadet ve gururu ve hileye latif bir hile ile karşılık vermesi Rumların nazarında değerini yükseltmiştir). (2)
İbn-i Battuta, Ayasofya Mabedinin etrafında manastırlardan şöyle bahsetmiştir: “Ayasofya girişinin sağ tarafında biri erkeklere diğeri hanımlara mahsus iki manastır olup aralarından bir su akar. Bunların içinde yaşayanların yiyecek ve giyecekleri için çok vakıflar tahsis olunmuştur. Bunlar İmparatorlardan birinin hayır eseridir.
Ayasofya girişinin sol tarafında 2 manastır vardır. Birinde âmâlar, (kör olanlar) diğerinde çalışmaya iktidarı olmayanlar barınır. Bunlara da yeterli tahsisatı tayin edilmiştir. Bu 4 manastırın içinde bulunanların ibadet etmesi için kiliseler vardır. Gerek bu manastırın gerek diğerlerinin içinde banileri için de hususi birer küçük ibadet mekanları bulunur. Manastırın içi de zor bir iş olan mozaik mermerle tezyin ederler.
İmparatorun babası Circus Galata’nın karşısında bir manastır inşa etmiştir. Hükümdar tarafından mihmandar olarak görevlendirilen bir Rum ile manastırlardan birini gezdim. Ortasından bir su akıyordu. İçinde takriben 500 bakire kız vardı. Başlarını tıraş etmişler. Kıldan elbiseler giymişler. Güzellikte benzersiz idiler. Kendilerinde ibadet etmiş insanların görüntüsü vardı. Bir çocuk minbere çıktı. Gayet tatlı bir sesle İncil okudu. Bitirdikten sonra etrafındaki 8 çocuk da birer birer okudular. Yanımdaki Rum’un ifadesine göre, bu kızlarla sabîler meliklerin evlatlarındandır. Terk-i dünya ederek kendilerini kilise hizmetine vermişlerdi.
O manastırdan çıkıp bir başkasına girdim. Bu manastır bir bostan dahilinde idi. Burada da 500’den fazla bakire kız vardı. Aynı şekilde İncil kıraat edildi ve aynı hal cereyan etti. Buradaki kızlarla sabiler de vezirlerin çocukları idi. Oradan Üçüncü bir manastıra girdim. Orada beldenin dünyayı terk etmiş olan çocukları var idi.
Sonra Dördüncü bir manastırı dolaştım. Burada yaşlı kadınlar var idi. Ruhban kiliselerini de gezdim. Her birinde 100 kadar rahip mevcut idi. İstanbul ahalisinin ekseri rahiptir. Kiliseleri o kadar çoktur ki sayılamaz.
Fetih sonrası Ayasofya:
Fetihten sonra Fatih Sultan Mehmet-Ayasofya’nın örümcek bağlamış halini görünce aşağıdaki beyti söylemiştir:
Perdedârî mî küned der Kasr-ı Kayser ankebût
Bûm nevbet mî zened ber tarem-i Efrâsyâb
Örümcek Kayser'in sarayında perdedarlık yapıyor.
Baykuş Efrasyab'ın kubbesinde nevbet (davul-zurna) çalıyor/ötüyor.
Ayasofya Vakfının sahibi Fatih Sultan Mehmet ve Dolmabahçeden Kasımpaşa güzergahında Ni’melceyşin gayreti
Her türlü tabii güzellikleri içinde barındıran ferah bir belde ve Avrupa ve Asya’ya buluşma noktası ve çok yararlı üç denizin birini önüne ikisini yanlarına almış bir meleke-i derya olmak itibariyle, hakikaten meliklerin fethetmek için hasret duydukları İstanbul şehrini Osmanlı mücahitleri, Ni’mel Ceyş Gazileri, Dolmabahçe ve Kasımpaşa üzerinden, cidden akıllara durgunluk vererek 53 gün muhasaradan sonra Haliç’e karadan gemiler yürüterek, Eyrikapı ve Topkapı’dan içeriye girip Hicri 857 Senesi Cemadiyel ahiresinin 20’sinde ve Miladi 1453 Senesi Mayıs’ının 29’unda feth ettiler.
Hz. Fatih Eyrikapı’dan şehre girince doğruca Ayasofya’ya gidip ezan okutturdu. Vakti gelen namazı büyük bir cemaatle kıldı. Bu namazın ikindi namazı olduğu zannediliyor. Koca Fatih Ayasofya’yı o muazzam mimariyi gördüğünde mimari sanatına hayran oldu. Müjdelenmiş askerlerine “ganimetler sizin, cami benimdir” dedi. Bunu ilan etti (Hayrullah Efendi Tarihi). O sırada mabedin güzel bir taşını sökmekle meşgul olan bir yeniçeriyi şiddetle azarladı. Müteakiben Ayasofya’yı camiye tahvil edip ilk Cuma namazını mücahitlerle birlikte orada eda etti.
Sonra bir tuğla minare ile bir medrese yaptırdı. Evkaf dükkanlarının kiralarını bağladı. Medresenin yeri İncilhane idi. İstanbul’da en evvel yapılan medrese budur. Hz. Fatih’in, mabedi camiye tahvil için icra ettiği tadilat ve inşa eylediği minare ve medreseyi Mimar Muslihiddin ve Mimar Cafer isimlerinde iki mahir sanatkara yaptırmıştır (Hayrullah Efendi tarihi). Fatih vakfiyesinde bu medrese hakkında “Tetimme-i Cami-i Şerif” denilmiştir. (Yani Ayasofya caminin tamamlayıcı bölümü demiştir). Bilahare bu medrese maalesef yok edilmiştir.(yeniden aslına uygun olarak inşa edilmesi beklenmektedir).
Medreselerin kapatılması kanununa dayanarak 500 yıllık tarihi eseri de yok Ayasofya Medresesinin kalıntıları
ettiler.İslami eser ve tarih düşmanlarının öfkesi bu esere reva görülen
muamele ile yakayı ele vermiştir.
Sonra Sultan İkinci Beyazit 1 ve Sultan Üçüncü Murat 2 minare inşa edip camiin minareleri dörde tamamlanmıştır.
Bu sırada yani 983 senesindeki Sultan Üçüncü Murat zamanında Ayasofya Camiinin bir tarafa meylettiği hissolundu. (Hayrullah Tarihi Cild: 12 Sayfa: 50) Bu meyl Selanik Tarihinin (sayfa 121) rivayetine göre birkaç mimari zıra idi. Az kalsın yıkılacaktı. Camiin mütevellisi Mimar Mehmet idi. Tehlikeyi en evvel o gördü. Derhal haber verdi. Sultan Üçüncü Murat Mimarbaşı Koca Sinan’ın riyaseti altında ileri gelen mimarlardan mürekkep bir heyet teşkilini emretti. Heyet hemen teşkil edip caminin payandalarla sabitlenmesine karar verildi. İcap eden payandalar Mimar Sinan ve Mimar Mehmet marifetiyle taştan tuğladan gayet muhkem olarak yapıldı. Bu tehlikenin payandalarla ortadan kaldırılması mimarların üstün maharetlerini ispat eden bir başarıdır. Bir rivayete göre doğu cihetindeki yarım kubbe dahi zelzeleden yıkılmış ve yeniden yapılmıştır.
Sultan 3. Murat bununla iktifa etmedi. İşe başlamışken camiye medreseye adeta binmiş olan haneleri istimlak edip camiin ve medresenin etrafını açtırdı. İkinci Selim ve 3. Murat hayır işinden bahseden vakfiyede Ayasofya’nın tamir ve ahkamını ve etrafında mevcut iken gaspçıların eline geçmiş olan evler ve hücrelerin temizlenmesini İkinci Sultan Selim emretmiş ve icrasına başlanmış ise de vefat edince bunları oğlu Sultan Üçüncü Murat yaptırmıştır.
Sultan Üçüncü Murat camiin dahilinde de dört mermer mahfil inşa ve Bergama’dan getirilmiş olan mermer küpleri koydu ve camiin haricinde bir sebil ile abdest muslukları yaptırdı. Sultan Dördüncü Murat, caminin içine taş kürsü koydurdu. Sultan 3. Ahmet H. 1124 tarihinde Mahfil-i Hümayunu duvar dahilinden çıkarıp “Şahnişin” olarak yaptırdı ve camiye top kandil astırdı. Sultan Abdulmecit 1265’de mahfili genişletti ve cami avlusuna bir kütüphane yaptırdı. Mahfil kapısında şu tarih hak edilmişti:
“ Bu vala camii tamir edip mahfil bina kıldı.
Şeh-i âl-i himem sa’y eyleyip tahkim-i bünyana
Duayı hayra tarihin verir bir başka….
Hümayun eyleye hak Mahfil-i ‘Abdülmecît Han’a” = 1265
Sultan Birinci Mahmut üst tabakada bir mahfil ve camiin batı ciheti bitişiğine bir kütüphane ve dershane ve camiin avlusuna bir şadırvan ve bir sıbyan mektebi ve camiin şark cihetine mükemmel bir imaret yaptırdı. (Bu kütüphanedeki kitaplar bilahare Süleymaniye Kütüphanesine nakledilmiştir)
(Mektep son zamanlarda kahvehane ve imaret, inşaat malzemeleri ambarı ve evrak ve defatir mahzeni ve dershane müteala salonu olarak kullanılmıştır. Bugün mevcut değildir). Kütüphanenin şadırvanın ve imaretin tarihleri şudur:
Bu nev daru’l kütüp îcad-ı Sultan-ı Cihan ârâ = 1152
Sultan Mahmud’a bu şadırvân bu suda cûddur = 1163
Ayasofya âbad oldu elhak bu imarette = 1195 (Şeyhulislam Pîrîzâde Sahip Efendi)
İmaret eyledi Sultan Mahmud el evvel ihya = 1155 (Nimet)
1267 hicri senesinde Sultan Abdülmecit zamanında camiin ikinci tabakası sütunlarından 12’si bir tarafa meylettiğinden Mimar Fostati marifetiyle ve 40.000 kese akçe sarfıyla iki sene zarfında tamir olundu.
Camiin dahilinde asılı olan büyük hat levhalar meşhur Hattat Teknecizade İbrahim Efendi’nin yazısıdır. İsm-i Celal (Allah CC) levhası H.1060 tarihlidir. (M.1650) Mihrap önündeki iki büyük şamdan H. 933’te (M.1527) Macaristan’dan ganimet olarak alınan mallardan olup, Sultan Süleyman Kanuni koydurmuştur.
Camiin haricinde batı cihetinde sıra ile 4 türbe ve bunların karşısında cami bitişiğinde iki türbe vardır.
Adliye binası karşısında köşe başındaki 3. Murat sebiline bitişik olan Birinci Türbe Sultan 3. Mehmet’indir. Kendisi yaptırmıştır. Üzerindeki mısra tarih şudur:
Firdevs oldu merkad-ı Sultan Muhammedin = 1017 (Hükmî)
Ayasofya haziresinde medfun Osmanlı Padişah ve Hanedan mensupları:
Sultan 3. Mehmet, Sultan Birinci Ahmet’in annesi Handan Sultan, Sultan Birinci Ahmet’in üç şehzade ve 6 kerimesi, Sultan 3. Murad’ın 14 kerimesi, Sultan 3. Murad’ın Kerimesi Ayşe Sultan.
Ayasofya’yı günde binlerce insan ziyaret eder ancak bu türbeleri görmeden ziyaretini tamamlar.
Sanduka Adedi: 26
Türbe haricinde tavan altında sağda solda, 3.Murad’ın ikişer kızı.
İkinci Türbe: Sultan İkinci Selim’indir. Oğlu Sultan 3. Murat yaptırmıştır.
Burada metfun olanlar: İkinci Sultan Selim, İkinci Selim’in Hasekisi ve 3. Muradın Annesi Nurbanu Sultan, Selim’in kızı ve Piyale Paşa’nın zevcesi Hace Gevher Han Sultan, Sultan Selimin Kerimesi (kızı) ve Sokullu Mehmet Paşa’nın eşi İsmihan Sultan, Sultan Selim’in Kızı ve Siyavuş Paşa’nın eşi Fatıma Sultan, Üçüncü Murad’ın idam ettirdiği İkinci Selim’in Şehzadeleri ki kendi, Mustafa, Abdullah, Cihangir, Süleyman, Osman, Süleyman tamamı 10.
Türbe kapısındaki tarih:
Rıhlet etti Hazreti Sultan Selim
Ona rahmet ede Rabbul alemin
Geçti evlad-ı kiramiyle o şah
Rahmetullahi Aleyhim ecmain
Yaptılar bir türbe-i cennet misal
Dense layık Kasr-ı Firdevs yerin
Hatif-i kudsî dedi tarihini
Türbe-i Sultan Selim pak din = 985
Üçüncü Türbe: Sultan 3. Murad’ındır. Oğlu Sultan 3. Mehmet yaptırmıştır. Sanduka adedi: 54
Burada metfun olanlar: Sultan 3. Murat, Sultan 3. Mehmet Validesi Safiye Sultan, Sultan 3. Murad’ın Kerimesi Fatıma Sultan, Sultan 1. Ahmet’in Şehzadesi Sultan Kasım, Sultan 3. Mehmet’in idam ettirdiği 3. Murat Şehzadeleri ki kendi kardeşleridir, Sultan Mustafa (1) Osman, Bayezit, Selim, Cihangir, Abdullah, Abdurrahman, Hasan, Ahmed, Yakup, Alemşah, Yusuf, Hüseyin, Korkud, Ali, İshak, Ömer, Alauddin, Davut, 3. Murad’ın diğer Şehzadesi, 3. Murad’ın 20 kızı, 3. Mehmet’in üç şehzadesi ve iki kızı, Sultan İbrahim’in 1 şehzadesi ve 2 kerimesi, 3. Murad’ın kızı Mihriban Sultan ve diğer kızı Fahri Sultan.
Dördüncü Türbe: Şehzadelerindir. Sultan 3. Murat yaptırmıştır.
Bunda metfun olanlar: Sultan 3. Mehmet’in 4 Şehzadesi ve 1 kızı. Sanduka Sayısı: 15
Bu türbelerin karşısında ve cami bitişiğindeki 2 türbeden biri Birinci Sultan Mustafa’nındır. Diğeri Sultan İbrahim’indir.
Bunlarda medfun olanlar: Sultan Mustafa, Sultan İbrahim, 2. Sultan Ahmet’in Şehzadesi İbrahim, Sultan 4. Murad’ın kızları, Kaya Sultan, İsmihan Sultan, Sultan 1. Ahmet’in kızı ve Bayram Paşa zevcesi Hanzade Sultan, Sultan 1. Ahmet’in kızı ve Kenan Paşa zevcesi Atike Sultan, diğer 8 sultan.
***
Son zamanlarda Büyük Ayasofya Camii hakkında TV’lerde çok tartışmalar yapıldı, yazıldı, çizildi. Çoğu evkaf hukuku ve tarihi gerçeklerden uzak bu tartışmaların içine dahil olmamak için iş bu yazıyı 2 Temmuz 2020 tarihli Danıştay Kararından sonra yayınlamayı tercih ettik. Ancak Danıştay’da duruşma yapıldı ve karar açıklanmadı. Duruşmanın 15 dakika sürmesi, gerekçeli ciddi bir kararın hazırlanacağını akıllara getirdi. Zira evkaf hukukuna göre Ayasofya konusunda asıl karar mercii hükümet olmayıp Yüksek İdare Mahkemesi Danıştay’dır.
Halen geçerli olan eski Vakıf Hukukuna göre özel vakıflar hakkında hükümetin hiçbir müdahale hakkı yoktur. Ayasofya da bir özel vakıftır ve Fatih Sultan Mehmet ve onun ahfadına ait muhteşem bir vakıftır. Ayasofya Fatih Sultan Mehmet’in “Evkaf-ı Mahsusa”sıdır. Tevliyeti (yani idare ve bakımı) eski vakıf mevzuatına göre Fatih’in evlad-ı evladına aittir (Ahkamul Evkaf, Mesele: 35, Sayfa: 17 Vakıflar Gn.Md.ğü Yayınları)
Evkaf-ı Mahsusa (özel vakıf) konusunu bir misalle açıklamak istiyorum: Bir zamanlar Yunanistan Başbakanı Papandreu Fethi Paşa’nın Rodos’ta bulunan özel vakıf gayrimenkullerine (14 dükkan, 1 kütüphane ve 1saat kulesi ve 1 medrese) el koymak istedi. Konu mahkemeye intikal etti ve Rodos Bidayet Mahkemesi 1986 tarihinde Yunan Hükümetinin aleyhinde karar verdi ve hükümeti bu özel vakfa müdahale etmekten men etti. Yunan Mahkemesi ise bu kararını, yukarıda numarasını kaydettiğimiz Osmanlı vakıf hukukuna göre verdi. Çünkü bu malların vakfiyesi Osmanlı hukukuna göre hazırlanmıştı.
Ayasofya’nın cami olduğuna dair kuvvetli belgeler (vakfiye, tapu, vasiyetname) varken konuyu dış dünyanın ne diyeceği noktasına taşımak ve karar vericileri yabancılarla tehdit etmek iyiniyetli bir yaklaşım değildir. Bu görüşler son derece mesnetsiz ve kendi ülkesinin egemenlik iradesine hakaret anlamı taşıyan kasıtlı iddialardır. Bunların asıl niyetleri yabancıları da ülkemiz aleyhine kışkırtmaktır. Bazı siyasiler, Ayasofya’nın camiye çevrilmesi konusunda Cumhurbaşkanının bir kararnamesi kafidir demekle 1934 tarihinde alınan yanlış Bakanlar Kurulu kararına bugünün idarecilerini de ortak etmek istemektedirler. Yer gök şahittir ki vakıf usul kanunu konusunda yetkili merci, kaynağını eski evkaf mevzuatından alan hakimlerindir, hukuk otoritelerinindir. Bunlar bu öneride bulunurken akıllarınca hükümeti hukuku tanımaz bir noktaya zorlamak istemektedirler.
Ayasofya’nın camiye çevrilmesi kararı ilan edildiğinde özellikle dış ülkelerde Ortodoks Yunanistan ve ABD’deki uzantıları ve Bizans dernekleri vasıtasıyla TV’lerde ilk haber olarak yerini alabilir. Birkaç ülkede Büyükelçilerimiz Dışişlerine çağrılarak kararın geri alınması için hükümetimize taleplerinin bildirilmesi talep edilebilir. Ancak hariciyemizin donanımlı diplomatları işi sadece egemenlik hakkımızı kullandık demenin ötesinde burada kaydettiğimiz bilgiler dahilinde muhataplarına bilgi verir ve bu kararın halen geçerli olan eski vakıf hukuku ve yeni vakıf yasası çerçevesinde İdare Mahkemelerini ilgilendiren bir konu olduğunu detaylarıyla anlatmaları durumunda özellikle batılı ülkeler iddialarında ısrarcı olamayacaklardır. Her halükarda, yukarıda söylediğimiz sebeplerden dolayı hiçbir ülke başka bir ülkenin iç işlerine müdahale etme hakkına sahip değildir. Ayasofya’nın tapusu ve vakfiyesi bizim elimizdedir. Bu konuda hükümetin sergilediği duruş son derece hukukidir. Çünkü olay hakikaten hukuk otoritelerini ilgilendiren bir konudur.
Öte yandan, Yunanistan’ın Ayasofya hakkında söz söyleme hakkı yoktur. Zira Yunanistan’ın tarihi eser ve vakıf sicili temiz değildir. Yunan makamlarının bu konuda konuşabilmeleri için önce Selanik’te kain 500 yıllık Ayasofya Camiinin İslam’a ait minber, mihrap ve minaresini yerine iade etmesi ve günümüzde kilise olarak kullanılan bu mabedi müze olarak kullanması lazımdır ki halen müze olan Büyük Ayasofya hakkında söz söyleme hakkı elde etsin. Keza, Yunanistan’ın mübadele sırasında emlak takdir komisyonunca bu cami için takdir ettiği yüz bin (100.000) altını Türkiye vakıflarına faiziyle birlikte ödemesi lazımdır ki kendisine bu konuda söz söyleme yetkisi verilsin. Yunanistan Ayasofya hakkında ileri geri konuşursa başına iş açar ve Türk Hükümetinin Mübadele defterlerini ve vakıf alacaklarını dile getirmesi için elimize güçlü bir koz verir. 35 senedir sözde tamir edilen Dimetoka’daki Çelebi Sultan Mehmet Camiinin tamirini çabuklaştırması, kimlerin kundakladığını ortaya çıkararak suç dosyalarını örtmemesi ve tarihe objektif baktığını göstermesi lazım ki Ayasofya hakkında fikir beyanında bulunabilsin. Ayasofya’nın camiye dönüşme kararının çıkması durumunda Yunanistan işi yörüngesinden çıkarır ve başta ABD olmak üzere batı ülkelerini ayağa kaldırırsa mübadele emlak takdir komisyonu vakıf gayrimenkulleri bedellerini ödemediği Yunanistan’a ve diğer ülkelere uygun bir şekilde hatırlatılmalıdır. Yunanistanda kalmış olan vakıf eserlerinden Selanik’teki Ayasofya Camii için 100.000 altın bedel olarak takdir edilmiştir. Diğer yaklaşık 7000 vakıf eserlerinin ortalama her birinin değerleri 8-19 bin altındır
İkinci olarak, Ayasofya ve bütün ecdad vakıf gayrimenkulleri ile ilgili davalarda 1934’ten sonraki hukuk geçerli değildir. Çünkü bir vakfiye olan Ayasofya daha önceki döneme ait olup eski vakıflar hukukunu da ilgilendirmektedir. Bilindiği üzere vakfiyeler ait oldukları gayrimenkulün mülkiyet belgeleridir ve o mülkün belirleyici kanunudur. Günümüz vakıf davalarında eski vakıf hukuku geçerlidir. Çünkü vakıf eserleri eskiye ait hukuk ve özellikle vakfiyelerle idare olunmaktadır. Vakfiye metinleri gibi vakıf usul kanunları da bu davalarda geçerlidir. Eski hukukun geçerli olduğuna dair sayısız Danıştay Yargıtay Kararları vardır. Yunanistan’da dahi Fethi Paşa Vakfı lehine bidayet mahkemesi Osmanlı evkaf mevzuatına göre karar verdi. Demek oluyor ki bütün Osmanlı topraklarında özellikle vakıf anlaşmazlıkları hususunda taraflar Vakıflar Genel Müdürlüğünün vakfiyelerine muhtaçtırlar. Belgeler bizim elimizdedir.
Öte yandan Osmanlı vakıf mevzuatında Paşalara ve Hanedana ait özel vakıflar “Evkaf-ı Mahsusa”lar dokunulmazdır. Devlet bu vakıflara müdahale edemez. (Kaynak: İthâfu’l Ahlaf fî Ahkami’l Evkaf, Eski Temyiz Mahkemesi Hukuk Dairesi Başkanı Ömer Hilmi Efendi) Bugün bazı aileler eski paşaların torunları olduklarını ispatlayarak dedelerine ait milyonluk evkaf gayrimenkullerine sahip olabilmektedirler. Yukarıda Hayrullah Efendi Tarihine atfen yazıldığı gibi Fatih Ayasofya’yı görünce cennetle müjdelenen askerlerine “ganimetler sizin, cami benimdir” demiş ve bu eserin kendi özel vakfı olduğunu ilan etmiştir. Bilahare o muhteşem sözlerle hitama eren Ayasofya vakfiyesini yazdırmıştır. Bu durumda Ayasofya “Evkaf-ı Mahsusa”dır ve ebet müddet tevliyeti Fatih Sultan Mehmet’in ahfadına, ahafad-ı afadına (yani sülalesine) ait olması lazımdır. Devletin bu eseri işletme ve reklam yapan firmalara dahilini peşkeş çekme hakkı yoktur.
Ayasofya’nın hukuku diyorsak durumu bundan ibarettir. Ayasofya’nın tevliyeti (yani idare ve bakımı hanedan ailesine aittir, çünkü bu vakıf Evkaf-ı Mahsusadır-özel vakıftır). Keza, Ayasofya’ya akar (kira geliri) sağlayan gayrimenkul dükkanlarının da camiye gelir olarak tahsis edilmesi lazımdır. Kapalıçarşı’nın kira gelirleri Ayasofya vakfına aittir. Ayasofya’ya para verilerek girilmesi, cami olması hasebiyle Müslümanlar için caiz değildir. Gayrimüslimlerin para ile girmelerine de caminin mütevellisi olan hanedan mensupları karar verebilir. Vakıf camilerinin masrafları kendi gayrimenkullerinin kira gelirleri ile karşılanması lazımdır.
Hukuk zaviyesinden baktığımız zaman Ayasofya’nın fiili durumu bundan ibarettir. Cami olması durumunda en azından bütün dinlerin kabul edeceği üzere müze olmaktan daha hayırlı bir karar alınmış olacaktır. Çünkü fetih sırasında patrik Fatihe bu kiliseyi yıkmayın cami yapın demiştir.
1950’da ezanın serbest bırakılmasından daha önemli bir tarihi olaydır Ayasofya’nın açılması. İstanbul’u fetheden komutan Fatih Sultan Mehmet Han’ı ve Ayasofya’yı yeniden mabet hürriyeti kazandıracak olan Recep Tayyip Erdoğan’ı saygıyla selamlıyoruz.
Kararın açıklanmasında bütün İslam milleti olarak, ülke olarak büyük bir sevince hepimiz hazır olalım. Sevinç gözyaşlarımızı gözden gizli silelim ve şükür secdelerine kapanalım.
(1) Bu Şehzade Sultan Mustafa ile biraderleri Osman ve Abdullah’ın talimine meşhur Nevî Efendi memur idi. Sultan Mustafa, Sultan 3. Murad’ın vefatı üzerine hayatından ümit keserek şu beyti söylemiştir:
Nasiyemde katib-i kudret ne yazdı bilmedim
Âh kim bu gülşen âlemde hergiz gülmedim.
(2) Tam yetkili temsil görevi ile yurtdışına gönderilen elçiler, gideceği ülkenin dilini bilmekten ziyade fetanet denilen üstün his ve kavrayış gücüne de sahip olmalıdırlar. Bir zamanlar İsraillilerin elçimize reva gördükleri alçakta oturtma muamelesini elçimiz odaya girer girmez sezmiş olsaydı Kadı Ebubekir el Bakıllanî’nin Bizans İmparatoru karşısında duruşu gibi bir duruş sergileyebilir ve İsraillilerin oyununu bozabilirdi. O yüzden bize dost olmayan ülkelere yüksek fetanet, zeka ve üstün sezgilere sahip diplomatların elçi olarak gönderilmesi lazımdır.
Kaynaklar:
İthâfu’l Ahlaf fî Ahkami’l Evkaf, Ömer Hilmi Efendi
İbn-i Batuta Seyahatnamesi
Evkaf-ı Ümem Tarihi.
Hayrullah Tarihi
Mustafa Selanikî Tarihi
Bağdat Tarihi
İbnü’l Esîr, Tarih-i Kamil
İA Ayasofya Maddesi
Ellerine ve kalemine ve gönlüne sağlık!
Eser. Yonden. Cami. Olman gürünü. Yaşıyojyorz