İran-Suudi Arabistan denkleminde Ortadoğu | YUVARLAK MASA
DÜBAM Yuvarlak Masa Toplantıları'nın bu ayki programında, İran ve Suudi Arabistan arasında yaşanan gerginliklerin bölgeye yansımaları ele alındı

TOPLANTI METNİ için tıklayınız.
VİDEO için tıklayınız.
| Aynur Erdoğan - DÜBAM / Dünya Bülteni Ortadoğu’da siyasi dengeler açısından taşların yerinden oynadığı, kartların yeniden karıldığı tarihi bir süreci yaşıyoruz. Bugünden geriye baktığımızda bölgeyi teslim alan çatışmanın taraflarının İsrail-Filistin ekseninde şekillendiğini söyleyebiliriz. Ancak geldiğimiz süreçte bu çatışma ekseni değişti ve Müslümanların birbiriyle savaştığı bir tablo ortaya çıktı. Daha çok Sünni-Şii mezhepleri arasında gibi gösterilen olan ya da bu hatta oturtulmaya çalışılan savaşın tarafları da çok karışık olmakla birlikte en çok İran ve Suudi Arabistan arasındaki gerilimle hissediliyor. Bu iki ülke arasındaki gerginlik bölgedeki ayrışmayı açıklamaya yeter mi? Daha doğrusu bu iki ülkenin bölgede yürüttüğü politikalar nüfuz alanlarını ne kadar genişletmektedir ve bunlar hangi siyasi ve toplumsal dinamiklere dayanarak bu politikalarını uygulayabilmektedirler? Bu soruları masaya yatırdığımız toplantıda üç önemli konuğumuz vardı: Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara (İstanbul Şehir Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dekanı), Yrd. Doç. Dr. Bayram Sinkaya (Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi) ve Levent Baştürk (Osmangazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Görevlisi). Bu iki ülkenin dini anlayışlarının modern dönemde devlet ideolojilerini nasıl belirler hale geldiğinin izi sürülen toplantıda Sinkaya, İran’ın İslam Devrimi sonrasında mezhepçi söylemden uzak durmaya itina gösterdiğinin altını çizerken 90’lı yıllarla birlikte devrim ideolojisinden uzaklaşan ülkenin daha fazla ulus devlet olma özelliği gösterdiğini söylüyor. İran “İslam mı, İran mı” tartışmasını İran devleti lehine çoktan geride bıraktı. Bununla birlikte Şiiliğe dayalı bir dış politikayı gerçekçi ve uygulanabilir bulmadığı için dış politikasının Şiilik ekseninde şekillendiği yorumuna ihtiyatla yaklaşıyor. Diğer taraftan zamanla İslam dünyasındaki Şii nüfusla karşılıklı temasın İran’a bir nüfuz alanı açtığının da altını çiziyor. Büyükkara ise Suudi Arabistan’ın Selefilik ve Vahabilik ekseninde şekillenen din anlayışının marjinalliğine işaret ederek bu ülkenin Sünniliğin temsilciliği konumuna yerleştirilmesine şüpheyle yaklaşıyor. Diğer yandan Suud’un özellikle Orta Asya ve Balkanlar’da eğitim yoluyla gençlerin selefileşmesindeki etkisini işaret ediyor. El-kadide ve IŞİD yapılanmalarında fikri yakınlığın altını çizerken bunlara destek verdiği yorumunu kabul etmiyor. Ancak özellikle Suriye meselesinde ABD’nin de taraf olduğu bu ilişki ağında bu etkiyi tamamen yadsımak da mümkün görünmüyor. Bu iki ülke arasındaki gerginliğin son zamanlarda daha fazla tırmanışa geçmesinde İran’ın dünya sistemine geri dönmesiyle birlikte Suud’un bölgedeki etkisinin kırılacağı kaygısındaki artışa işaret ediyor Baştürk. Ancak Suudi Arabistan’ın hem Batıyla ilişkiler hem de askeri kapasite bakımından İran’dan muazzam bir “üstünlüğe” sahip olduğunu da vurguluyor. Baştürk de, diğer konuşmacılar gibi, yaşanan çatışmanın mezhep eksenli olmaktan öte uluslararası çıkar çatışmalarının da dahil olduğu siyasi hesaplaşmalar olduğunu ifade ediyor. İran-Suudi Arabistan gerginliğini hem bölge dengeleri hem uluslararası siyaset hem bölgenin toplumsal dinamikleri açısından değerlendiğimiz toplantı kayıtlarını Dünya Bülteni okurlarının dikkatine sunuyoruz. * |