Lübnan'da siyasi suikastler
14 Şubat 2005 Lübnan tarihi için son derece kritik bir gün. Eski Başbakanlardan Refik Hariri o gün gerçekleştirilen bombalı bir saldırıda hayatını kaybetti. Lübnan, 14 Şubat’larda ölen liderlerini anıyor. Lübnan’da siyasi suikastler dosyası oldukça kabarık.

Dünya Bülteni/ Haber Merkezi
2005 yılından beri Lübnan’da 14 Şubat tarihi bir suikastı işaret ediyor. Ülkenin eski başbakanlarından Refik Hariri, 14 Şubat 2005 tarihinde bombalı bir saldırı sonucunda öldürülmüştü.
Suikast günü Lübnan Meclisi'nde seçim kanunu görüşmesi vardı. Refik Hariri de bu görüşmeye katılmak için evden çıkıp saat 11.00 gibi Meclis'e vardı. Meclis'te kardeşi Bahai Hariri ve milletvekili Mervan Mammade dahil, partisinden bazı isimlerle görüştü. Saat 12.00 civarında toplantıları biten Hariri, Meclis'in hemen karşısında bulunan bir cafeye geçti.
Cafede dönemin BM Sözcüsü Necib Friji ile bazı gazeteciler vardı. Friji, gazetecileri, Suriye'nin Lübnan'dan çekilmesini öngören 1559 numaralı Birleşmiş Milletler kararıyla ilgili gelişmeler konusunda bilgilendiriyordu.
Hariri'nin geldiğini gören iki gazeteci onun da kendilerine katılacağını umarak başka bir masaya geçti. İçlerinden biri ''O masaya oturursanız 1559'dan yanasınız demek, eğer burada oturursanız Taif'lesiniz demek'' diye konuştu. Lübnan içsavaşını bitiren Taif Anlaşması, Suriye'ye Lübnan'da baskın güç olma yetkisi veriyordu.
Bu cafede yaklaşık 45 dakika kalan Hariri, öğle yemeği randevusu için oradan ayrıldı. Randevu kendi evindeydi. Korumaları sahil yolundan gitmeyi tercih etti. Trafik yüzünden saatte 8 km hızla ilerliyebiliyorlardı. Bu arada konvoyun önünde bir minibüs vardı. Saint George Otel'in önüne vardığında minibüs yol kenarında durdu.
Hariri'nin konvoyu ise yoluna devam ediyordu. Hariri'nin içinde bulunduğu araç minibüsle ayrı hizaya geldiğine saat 12.55'ti ve tam o sırada inthar saldırganın eli, bombayı ateşleyecek butona gitti ve bomba yüklü araç büyük bir gürültüyle infilak etti. Ortalık bir anda cehenneme döndü. Patlamanın gerçekleştiği alanda 2.5 metre derinliğinde bir krater oluştu. Hariri ile birlikte 22 kişi patlamada hayatını kaybetti.
Refik Hariri'nin öldürülmesinde Şam'ın parmağı olduğu iddia ediliyor. Buna delil olarak da, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın Hariri'ye “Eğer cumhurbaşkanı lahud'un görev süresi uzatılmazsa Lübnan'ı başında parçalarım.” demesi gösteriliyor.
LÜBNAN’DA SUİKAST SONRASI
Refik Hariri suikastı yeni Lübnan'ın da doğuşuydu. Zamanlama itibariyle gözler Şam'a döndü, öfke büyüktü. Şam muhalifi gruplar bir araya geldi, Suriye askerlerinin çekilmesi gerektiği üst perdeden dillendirildi. Buna karşın Hizbullah'ın başını çektiği Suriye yanlıları Şam'la safları sıklaştırdı. 8 Mart'ta büyük bir gösteri düzenledi.
Suriye karşıtları ise 14 Mart'ta yani suikasttan bir ay sonra şehitler meydanında toplandı. Bu gösterilerle beraber iki siyasi blok ortaya çıktı. Lübnan artık siyasi olarak ikiye bölünmüştü. Bu suikast Suriye'nin Lübnan'dan çekilmesine yol açtı. Diğer bir etkisi de Hizbullah'ın silahlarını yeniden gündeme getirmek oldu. Bu silah sorununu ise siyasi suikastların tekrarı, uluslararası mahkemenin kuruluşu, 2 siyasi blok yani 14 mart ve 8 Mart'ın ortaya çıkışı izledi.
Aynı yılın Nisan ayında Suriye son askerini de Lübnan'dan çekerken, bu iki grup arasındaki tansiyon da yükseldi. Ülkeye siyasi istikrarsızlık hakim oldu. Uzmanlara göre Lübnan hala suikastın etkisi altında. Refik Hariri suikastının ardından doğan hem siyasi, hem de ekonomik alandaki sıkıntılar, bugün de varlığını sürdürüyor. Lübnan yeniden şekillenirken, taraflar arasındaki ayrım da büyüyor.
MAHKEME SÜRECİ
Hariri'ye düzenlenen saldırıdan 10 gün sonra BM soruşturması başladı. Hazırlanan raporda, Lübnan güvenlik kurumları ve Suriye Askeri İstihbaratı, ülkede güvenlik, hukuk ve düzenin olmamasından dolayı suçlandı. Raporda ayrıca Suriye hükümetinin suikast öncesi yaşanan siyasi gerginliğin sorumlusu olduğu savunuldu.
Bunlara ek olarak, Lübnan güvenlik güçlerinin, ülkeye yaygın olan sindirme ve dokunulmazlık kültürü nedeniyle, güvenilir bir soruşturma yapamadağı vurgulandı. Bunun üzerine, Güvenlik Konseyi, BM Uluslararası Bağımsız Soruşturma Komisyonu'nu kurdu. Komisyonun raporunda da Suriye'ye işaret edildi.
Aralık 2005'te gazeteci ve entelektüel Cibran Tuveyni'nin öldürülmesinin ardından dönemin Lübnan hükümeti, siyasi suikastların sorumlularını bulmak için uluslararası bir mahkeme kurulmasını istedi.
Ocak 2007'de bu talep, Hizbullah'ın muhalefetine rağmen kabine tarafından onaylanarak Meclis'e gönderildi. Meclis Başkanı Nebih Berri, meclisi toplamayı reddedince 14 Mart grubu milletvekillerince imzalanan uluslararası bir mahkeme talebi BM'ye iletildi. 30 Mayıs 2007'de güvenlik konseyi, mahkemenin kurulmasını öngören 1757'li sayılı kararı kabul etti. Bu oylamada Çin ve Rusya'nın yanı sıra 5 ülke çekimser kaldı.
Uluslararası Lübnan Özel mahkemesi, 1 Mart 2009 tarihinde kapılarını açtı. Ardından da soruşturma başladı. 2009 yazında, ilk bulgular da basına sızdı. Saldırıdan Hizbullah üyelerinin suçlandığı ortaya çıktı. 2010 yılında Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, mahkemenin Hizbullah üyelerini suçlayabileceğini kaydetti, ancak işin arkasında İsrail'in olduğunu savundu. Birkaç ay sonra da mahkeme yüzünden yaşanan gerginlik zirve yaptı. Hizbullah ve müttefiklerinin bakanlarını çekmesi üzerine Saad Hariri tarafından kurulan hükümet Ocak 2011'de düştü.
Günler sonra, mahkeme savcısı Daniel Bellemare, ilk iddianameyi mahkemeye sundu ve iddianame Haziran 2011'de kabul edildi. Böylece Hizbullah üyelerine dönük suçlamalar da resmiyet kazandı.
Hizbullah'ın meşruiyetini kabul etmediği mahkemenin çalışmaları deavam etti. Mahkeme, Şubat 2012'de, suikastla suçlanan 4 kişinin tutuklanamadığını, ancak suçalamalardan da haberdar olduklarını belirterek bu kişilerin gıyaben yargılanmasını emretti. Mahkeme tarafından savunma avukatları atandı ve ilk duruşma tarihi de Mart 2013 olarak belirlendi. Ancak delillerin avutlara ulaştırılmasında yaşanan gecikmeden dolayı duruşma bir sonraki yıla ertelendi. Aradan geçen süreçte savcılar, Hasan Merhi'yi de beşinci kişi olarak davaya dahil etti.
DAVADA SON DURUM
Lübnan'ın Eski Başbakanı Refik Hariri'ye yönelik, bölgeyi sarsan deprem etkisindeki suikastin ardından, uluslararası özel bir mahkeme kuruldu. Ancak geçen on bir yıla rağmen ciddi bir ilerleme kaydedilemedi. İlk duruşması 2014'te başlayan ve 5 Hizbullah üyesinin yargılandığı mahkeme, karara varma aşamasının çok gerisinde.
Davayla ilgili Hizbullah üyelerine yöneltilen suçlamalar cevabını bulamadı. Zira Hizbullah söz konusu kişileri yargıya teslim etmiyor. Bu da soruşturmanın ilerlemesinin önünde en büyük engel.
Mahkeme süreci başından bu yana Lübnan'da siyasi ve sosyal hayatı etkiledi. Mahkemenin kurulması ile beraber bakanlar ve hükümetler istifa etti. Mahkemenin Hizbullah'ı suçlayacak olası bir kararının ülkede gerginliği artıracağı varsayılıyor.
Refik Hariri, hem Lübnan'da hem de bölgede dengeleri değiştirebilecek bir isimdi. Ülkede başlattığı ekonomik dönüşüm bölgesel etkilerini göstermeye başlamıştı. Arap ve İslam dünyasındaki ekonomik kalkınmanın bölgesel krizleri yeneceğini düşünüyordu. Bölgedeki statükonun değişmesini istemeyenlerin hedefinde yer almasının en önemli sebebi de buydu.
Hariri’nin öldürülme sebebi hakkında Lübnanlı gazetecei Raşit Fayed şu ifadeleri kullandı: “Refik Hariri'nin öldürülmesinin bir çok sebebi var. Ancak bunlardan en önemlisi Hariri'nin hem Lübnan'da hem de bölgede yeni bir arap-islam modeli yaratmasıdır. Siyasi rolü ve becerisi sayesinde İslam dünyasının kriz noktalarına müdahale edebiliyor ve kendi modelini yaymaya çalışıyordu. Refik Hariri Arap dünyasına da yeni bir soluk kazandırmış, duygusal işbirliği yerine ekonomik kalkınmayı hedefleyen işbirliği önermişti.”
Suikastin üzerinden 11 yıl geçti ancak olayın önündeki sır perdesi hala aralanamadı.
HARİRİ KİMDİR ?
Refik Hariri, 1944 yılında sayda kentinde dar gelirli bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. 1960’larda Suudi Arabistan’a taşınan Hariri, önce öğretmen olarak çalıştı. Ardından da bir inşaat firmasında iş buldu. Bu onun kendi şirketini kurmasına giden yolu da açtı.
Kraliyet ailesi dahil buradaki çevrelere güvenilir bir adam olduğunu kısa sürede ispatladı. Servetini vizyon sahibi bir müteahhit olarak edindi. Olağanüstü yükselişini, girişimciliği, çalışkanlığı ve aldığı işleri zamanından önce bitirmesiyle sağladı.
Bir yandan iş adamı olarak itibarını inşa ederken, bir yandan da iç savaşla boğuşan ülkesine dikkatini verdi. Lübnan iç savaşını bitiren 1989 Taif Anlaşması’nın hazırlık sürecinde rol alan Hariri, bu anlaşmayla beraber siyasete de girmiş oldu.
1992 yılında ise artık o bir başbakandı. İlk dönemi 1998 yılına kadar sürdü, 2 yıl aradan sonra yeniden başbakanlık koltuğa oturdu. 2004 yılının sonunda istifasını sunduğunda toplamda 10 yıl ülkesine başbakan olarak hizmet etmişti.
Bu süre zarfında önceliğini savaşla yıkıntıya dönüşen ülkesini yeniden ayağa kaldırmaya verdi. Bunu yaparken Lübnan’ın hem siyaseten hem de ekonomik olarak yeniden söz sahibi olmasına, haritalarda yer almasına odaklandı. Başbakanlığı sırasında Lübnan’da asker bulunduran Suriye ile sık sık sorun yaşadı. Özellikle Cumhurbaşkanı Emil Lahud’un görev süresinin uzatılmasına itiraz etmesi Şam’ın tepkisini çekti.
Hariri’ye duyulan diğer bir tepki de, ülkenin yeniden inşaası sırasında alınan dış borçlar nedeniyle enflasyon ve faizlerin yükselmesi, bütçe açığının artmasıydı. 14 Şubat 2005 tarihinde bombalı saldırı sonucu öldürülmesi, Lübnan’da bir dönemin sonu oldu.
HARİRİ SUİKASTI İLK DEĞİLDİ
Hariri suikasti Lübnan için bir ilk değildi. 22 Kasım 1989'da Lübnan Cumhurbaşkanı Rene Muavid bombalı bir suikaste kurban gitmişti. Lübnan'da 17 günlük Cumhurbaşkanı Rene Muavid, 22 Kasım 1989 günü bombalı suikast sonucu hayatını kaybetti.
Muavid, iç savaşın başladığı 1975'ten o güne kadar Lübnan'da öldürülen yüksek düzeyde yedinci siyaset adamıydı. Suikast Batı Beyrut'un Sanayem bölgesinde bulunan hükümet binasının yakınlarında meydana geldi.
Lübnan'ın bağımsızlığının 46. yıldönümü nedeniyle hükümet sarayındaki resepsiyona katılan Muavid ve başkanlık heyetini taşıyan konvoyun geçişi sırasında uzak kumandalı bir bomba patlatıldı. Patlayıcının 250 kilo olduğu ve hükümet sarayına 150 metre mesafedeki küçük bir dükkana yerleştirildiği anlaşıldı. Saldırıda başta Cumhurbaşkanı Muavid olmak üzere 3 kişi öldü, 36 kişi yaralandı.
Patlamada Muavid'ın arkasındaki araçlarda bulunan Başbakan Selim Hoss ve Parlamento Başkanı Hüseyin Hüseyin yara almadan kurtuldu. Suikastın ardından Başbakan Selim Hoss, radyodan yaptığı açıklamada, "Suikastı ulusal bir felaket olarak değerlendirdi, ‘Lübnan'ın birliğinin, ulusal ve insani değerlerin, barış, sevgi ve umudun şehidi olan Muavid'ın ölümünü büyük bir öfke ve acı içinde açıklıyorum" dedi.
Patlamadan sonra Lübnan'ın önde gelen politikacılarından ilerici Sosyalist Parti Üyesi Doured Yaghi, Cumhurbaşkanı Muavid'a düzenlenen suikastın arkasında Lübnan'daki Hristiyan Milislerin Komutanı Michel Aun'un olduğunu öne sürdü.
Suriye de suikasttan Aun'u sorumlu tuttu. Suriye Resmi Haber Ajansı Sana, "Lübnan halkına ve meşrutiyete karşı işlenen bu çirkin cinayet ayaklanan bir subayın tehditlerini izlemiştir" ifadesini kullandı.
BİR DİĞER SUİKAST, CEMAYEL SUİKASTI
6 Haziran 1982'de İsrail, Filistinli gerillaları çıkarmak için “Galile'de Barış” operasyonuyla Lübnan topraklarına girmiş ve falanjistlerin yardımıyla ülkeninin güneyini ele geçirdikten sonra Beyrut'u kuşatmıştı.
İsrail bu operasyonla hedefine ulaşmış ve Filistin Kurtuluş Örgütü ile 10 bin gerilla, barış gücünün denetiminde Lübnan'dan ayrılmak zorunda kalmıştı. FKÖ’nün ayrılmasından sonra 23 Ağustos 1982'de Lübnan Devlet Başkanlığına Falanjistlerin Lideri Beşir Cemayel seçildi.
Ama üç hafta sonra 14 Eylül 1982 günü Doğu Beyrut'ta Falanjist Parti'nin genel merkezinde meydana gelen patlamada Beşir Cemayel hayatını kaybetti. Beşir Cemayel'in ölümünden bir hafta sonra yerine 21 Eylül'de kardeşi Emin Cemayel getirildi.
Ancak Cemayel'in bombalı suikast sonucu ölümü Müslüman ve Hristiyan gruplar arasındaki gerginliğin artmasına yol açtı. Cemayel, Lübnan'da yıllarca iç savaş yaşanmasına da neden olan Hristiyanlar arasındaki kan davasının kurbanı oldu.
İsrail işgal kuvvetleri, Cemayel'in öldürülmesi üzerine düzen ve barışı sağlama gerekçesiyle Beyrut'a girdi. Hızla ilerleyen mekanize İsrail birlikleri, Filistinliler’in Burç El Baranjiye ve Fakhani kamplarını kuşattı. Batı Beyrut'u savunan Müslüman milisler ise İsrail birliklerini roket ve makinalı tüfek ateşi açarak durdurmaya çalıştı. İsrail tankları girdiği bölgelerde binaları ateşe verirken, İsrail jetleri de bomba yağdırdı.
İsrail askeri sözcülüğü, harekatın diğer amacının Beyrut'ta kalan Filistinli gerillaları ele geçirmek olduğunu belirtiyordu. Ertesi gün İsrail birlikleri Beyrut'u tamamen ele geçirdi. Ardından Falanjistlerle birlikte tüm Filistin kamplarını yok etme planını uygulamaya koydu. 16 Eylül 1982 günü İsrail yanlısı aşırı sağcı Hristiyan Falanjist milisler Batı Beyrut'taki Sabra ve Şatilla mülteci kamplarını basarak çocuklar dahil binlerce Filistinliyi katletti.
Katliamda İsrail Savunma Bakanı Ariel Şaron'un da rolü vardı. İsrail Meclis Araştırma Komisyonu Şaron'u katliamdan dolaylı olarak sorumlu buldu. Şaron bunun üzerıne savunma bakanlığı görevinden istifa etti.
LÜBNAN TARİHİNDEKİ DİĞER SUİKASTLER
15 yıl süren Lübnan iç savaşına suikastler damgasını vurdu. Lübnan'ın istikrarını hedef alan suikastler bugün bile aydınlatılabilmiş değil. Suikaste uğrayan ilk isim dürzi toplumunun önde gelen isimlerinden Kemal Canbolat idi. İlerici Sosyalist Parti Lideri Canbolat 1950'lerden beri Lübnan siyasetinde etkindi.
Filistin Kurtuluş Örgütü'nün de içinde yer aldığı "Lübnan Ulusal Hareketi"nin başkanı olan Canbolat, Hafız Esad’ın Lübnan politikasına da direnen bir siyasetçiydi. 16 Mart 1977’de Canbolat’ın içinde olduğu otomobil Beyrut’un 24 kilometre güneyinde, Şuf dağlarında saldırıya uğradı. Saldırıda Canbolat, şoförü ve koruması hayatını kaybetti. Suikastten sonra Dürziler ve Maruniler arasındaki çatışmalarda yüzlerce insan öldü. Suikast sonrası ipuçları dönemin Suriye Lideri Hafız Esad'ı gösteriyordu.
Sünni alimlerden Ahmet Asaf da suikast sonucu hayatını kaybedenler arasındaydı. “İslam Cemiyetleri ve Kuruluşları Birliği” başkanlığı yapan Asaf, 1982 Nisan’ında Batı Beyrut’ta camiden çıkarken uğradığı silahlı saldırıda öldü.
Sünnilere yönelik suikastler bununla bitmedi. 7 Ekim 1986’da İslam Yüksek Konseyi Başkanlığına Vekalet eden Şeyh Suphi Salih de silahlı saldırıda hayatını kaybetti. Lübnan’daki Sünni toplumunu derinden sarsan bir diğer suikast ise Lübnan Müftüsü Hasan Halid'i hedef aldı. Müftü Halid 16 Mayıs 1989’da Batı Beyrut’ta aracıyla ilerlerken korkunç bir patlama oldu. Park halindeki bir otomobil uzaktan kumanda ile patlatılmıştı. Müftü Halid ve 20’den fazla kişi can verdi. Suriye, Hristiyan güçlerin komutanı general Michel Aun’u, Aun ise Suriye’yi suçladı.
Sünni Başbakan Raşid Kerami de 1 Haziran 1987’de bir suikast sonucunda hayatını kaybetti. Kerami, Trablusşam civarındaki evinden Beyrut’a gitmek üzere helikoptere bindi. Helikopter havalandıktan bir kaç dakika sonra Kerami’nin koltuğunun altına konulan bomba patladı. Patlamada İçişleri Bakanı Abdullah Rassi de ağır yaralandı. Kerami Lübnan'ın yönetici ailelerinden birine mensuptu ve 9 defa başbakanlık yapmıştı.
21 Ekim 1990'da Eski Cumhurbaşkanlarından Kamil Şamun’un oğlu Dany Şamun'un Doğu Beyrut'taki evine silahlı baskın yapıldı. Dany Şamun, eşi ve 2 küçük çocuğu öldürüldü. Ulusal Liberal Partinin Lideri olan Şamun “Kaplanlar” adlı milis örgütünün kurucusuydu. Şamun 15 yıllık iç savaşın son kurbanıydı. Ancak Lübnan'da suikastler iç savaştan sonra da hız kesmeyecekti.
SALDIRILARIN DOĞAL FAİLİ İSRAİL
Lübnan'ın suikastler tarihi araştırıldığında, Hizbullah adı sıkça duyuluyor. Siyasi rakiplerin öldürülerek ortadan kaldırılma kültürünün sık görüldüğü bu ülkede, Hizbullah bazen saldıran bazen de suikaste kurban veren taraf oldu.
Hizbullah'ın önemli isimlerine yönelik suikastlerde bir numaralı aktörse İsrail. Dünyanın en gelişmiş silah gücüne sahip düzenli bir ordusu olan İsrail, gerilla savaşında ismini duyuran Hizbullah'a karşı suikast düzenleyerek grubu zayıflatmak istiyor. İsrail bu saldırılarında farklı taktikler uygulayarak hedefe ulaşıyor.
İsrail’in Hizbullah liderlerine bir çok suikast gerçekleştirdiğini söyleyen emekli general Hisham Jaber sözlerini şu şekilde sürdürdü: “İsrail, bu zaman kadar Hizbullah liderlerine yönelik bir çok suikast gerçekleştirdi. Bu suikastlerde bazen savaş uçak ve helikopterlerini bazen de yerel casusları tarafından yerleştirilen bombaları kullandı. Dolayısıyla suikastin nasıl ve nerede olacağına dair kendi yöntemlerini kendileri belirliyor. Bazen kilometrelerce uzaktan attığı füzeler bazende susturucu takılmış silahlarla sessizce operasyon yapabiliyor.”
Abbas Musavi, İmad Muğniye ve oğlu Cihad Muğniye İsrail'in hedef aldığı üst düzey Hizbullah liderleri arasındaydı. Geçen aylarda ise 29 yıl İsrail hapishanelerinde kaldıktan sonra 2008 yılındaki takas anlaşmasında özgürlüğüne kavuşan Samir Kuntar, Şam'daki evinde İsrail savaş uçaklarından atılan füzelerle öldürüldü.
İsrail hem Lübnan'da hem de çevre ülkelerde Hizbullah liderlerini hedef seçebiliyor. Hizbullah da geçmişte verdiği kayıplardan gerekli dersleri alarak, İsrail suikastlerine karşılık güvenlik önlemlerini üst düzeyde tutmaya çalışıyor. Hizbullah, İsrail suikastlerinde bir çok önemli ismini kaybetse de hem Lübnan'da hem de Suriye'de etkin askeri varlığını sürdürüyor.
İSRAİL’İN FADLALLAH SALDIRISI
1980'ler iç savaşın Lübnan'ı kan gölüne çevirdiği yıllardı. Başkent Beyrut'ta hemen her gün bomba yüklü araçlar patlıyor, insanlar kaçırılıyor, intihar komandoları can almak için sokaklarda kol geziyordu. Beyrut sokakları hemen her gün bir trajediye sahne oluyordu.
8 Mart 1985'te Beyrut'ta Şiilerin oturduğu Ghobeini Mahallesinde insanlar Cuma namazı için semt camiini doldurmuştu. Tam namaz başlamıştı ki korkunç bir patlama oldu. Patlama camiinin önünde park etmiş olan bir otomobilde meydana gelmişti.
Patlamanın ardından camiinin içi kan gölüne dönerken, karşısındaki 8 katlı bina çökmüştü. Hızla çevreye yayılan alevler biraz ötedeki bütangazı deposunu da sarmış ve tüpler peşpeşe patlayarak facianın boyutlarını daha da büyütmüştü. Cadde harabeye dönmüştü.
Güvenlik güçlerinin belirlemesine göre yaklaşık 150-200 kilogram olduğu tahmin edilen patlayıcının neden olduğu facianın bilançosu ağırdı. Patlamada aralarında kadın ve çocukların da olduğu 85 kişi can vermiş, 256 kişi yaralanmıştı.
Patlama sırasında Cuma namazını kılmakta olan tüm yakınlarını kaybeden Lübnanlı kadının feryadı, Lübnan dramını anlatmaya yetiyordu. Arkadaşları tarafından sakinleştirilmeye çalışılan kadın, duyduğu büyük acıyla “İsrail'e ölüm, kahrolsun Amerika” diye bağırıyordu.
Olayın ardından Beyrut radyosu, hastaneye kaldırılan yaralılar için halkı acil kan bağışı yapmaya çağırırken, Şii Emel Örgütü, olayın ardından yayınladığı bildiride saldırıdan İsrail'i sorumlu tuttu ve aynı şekilde karşılık verileceğini belirtti..
Solcu Es-Safir gazetesi, “Yeni Bir Kıyım” başlığı altında yayınladığı haberinde saldırının arkasında İsrail'in olduğunu ileri sürerek, hükümetin de bu görüşü paylaştığını kaydetti. Saldırıda asıl hedef Hizbullah örgütüyle ilişki olduğu öne sürülen din adamı Ayetullah Seyyid Muhammed Hüseyin Fadlallah'dı. Cuma namazını kıldırmak için camiye gelmesi beklenen Fadlallah patlamanın meydana geldiği camiye 100 metre uzaklıkta oturuyordu.
Camiye gitmek üzere evinden çıkan Fadlallah, bır kadının yolunu kesip soru sorduğu için camiye geç kalmış ve bu nedenle bombalı saldırıdan kılpayı kurtulmuştu. Fadlallah da olayın ardından yaptığı açıklamada eylemin arkasında Amerika Birleşik Devletleri, İsrail ve onun işbirlikçileri olduğunu öne sürdü.
Fadlallah, İran İslam Devrimi'nin hedeflerini ve aynı ideolojiyi paylaşan Lübnan'dakı İslami hareketleri savunuyordu. Vaazlarında İsrail'in Lübnan topraklarını, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ni işgaline karşı halkı silahlı direnişe çağırmış, siyonizm'e karşı bir tutum göstermişti.
Ayetullah Fadlallah, 2010 yılının Temmuz başında geçirdiği iç kanama sonucu tedavi gördüğü hastanede hayata veda etti ve 6 Temmuz 2010'da Beyrut'ta yüzbinlerce kişinin katıldığı büyük bir törenle toprağa verildi.
LÜBNAN SİYASETİNDE SON DURUM
Siyasi tarihi suikastler ve iç savaşla yazılan Lübnan'da günümüz siyasetine de kaos hakim. Ülkede yaklaşık 2 yıldır cumhurbaşkanı seçilemiyor. Suriye'deki iç savaştan etkilenen Lübnan'da bu tablo krizi daha da derinleştiriyor.
Lübnan'da görev süresi 25 Mayıs 2014'te dolan Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman'ın yerine yeni cumhurbaşkanı 22 aydır seçilemiyor. Lübnan meclisi 8 Şubat'taki 35. oturumunda da cumhurbaşkanı seçimi için toplantı yeter sayısına ulaşamayarak, 36'ncı kez toplanma kararı aldı.
Lübnan Meclisi'nden yapılan açıklamada, 13'üncü cumhurbaşkanını seçmek üzere gerçekleştirilen oturumda 128 sandalyeli mecliste toplantı yeter sayısı olan 86 kişiye ulaşılamadığı, bu nedenle oylamanın 2 mart'a ertelendiği açıklandı.
Lübnan'da 1943 yılındaki milli mutabakata göre, Maruni Hristİyan olması gereken cumhurbaşkanı, meclis tarafından belirleniyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi için resmi adaylık başvurusu gerekmiyor. Meclis, adaylık başvurusunda bulunmayan bir kişiyi de seçebiliyor. Görev süresi dolan Cumhurbaşkanı Süleyman'ın koltuğuysa 22 aydır boş.
Mecliste Hizbullah'ın da içinde yer aldığı 8 Mart Bloku ile muhalifi 14 Mart blokunun sandalye sayılarının birbirine yakın olması ve özellikle Suriye’deki iç savaştan sonra daha da derinleşen siyasi kutuplaşma cumhurbaşkanı seçimini zorlaştırıyor.
Öte yandan cumhurbaşkanlığı krizinin haricinde Suriye'de beş yıldır devam eden iç savaş komşu Lübnan'ı olumsuz etkiliyor. Birleşmiş Milletler verilerine göre ülkede bir milyonu aşkın Suriyeli mülteci var. Ülke nüfusunun dört buçuk milyon olduğu hatırlandığında Lübnan nüfusa oranla en çok mülteci barındıran ülke konumunda.
Mültecilerin yarattığı ekonomik baskının yanı sıra güvenlik politikaları da sıkılaştırıldı. Özellikle Suriye sınır bölgelerinden gelebilecek silahlı grupların saldırılarına karşı güvenlik önlemleri üst düzeyde tutuluyor. Hizbullah'ın Suriye'de rejim güçleriyle birlikte çatışmaya girmesi ise muhalif grupların silahlarını bu ülkeye yönlendiriyor.
Hizbullah önceleri Lübnan Suriye sınır bölgelerinde askeri birlik barındırıyordu. Ancak Rus hava operasyonlarının başlamasıyla birlikte ülkenin kuzeyinde de rejim birlikleriyle birlikte muhalif gruplara karşı savaşıyor.
Lübnan, büyük güçlerin bölgedeki politika ve rekabetinden dolayı krizlere her zaman açık bir ülke portresi çiziyor. Ülkedeki sorunların çözümü için de yerel siyasilerden çok bölgesel aktörlerin alacağı kararlar önemli olacak.