banner39

Mısır - Askeri Darbeden Tek Adam Yönetimine Doğru

2013 yılındaki 3 Temmuz darbesi, Mısır’ın bölgede üstlendiği rol ve dengeler içindeki yerinin tekrar tesis edilmesi bağlamında önemli bir yol ayrımıdır.

Ortadoğu 03.07.2018, 13:53 03.07.2018, 14:00
Mısır - Askeri Darbeden  Tek Adam  Yönetimine Doğru

Semir Yorulmaz  

Ortadoğu’daki taşların yerinden oynamasına ve mevcut siyasal dengelerin derinden sarsılmasına neden olan “Arap Baharı” adı verilen süreç, Tunus’ta başlamıştı ancak Mısır’da Hüsnü Mübarek’in görevi bırakmasıyla sonuçlanan ayaklanma, bu dönem için daha özel bir yerde durmaktadır. Sonuçta Mısır, Ortadoğu’da mevcut statüko açısından hep merkezi bir yere sahipti. Gerek Ortadoğu dengelerinde üstlendiği rol gerekse de ordu gibi sahip olduğu faktörlerle bölgesel bir oyun kurucu olan Mısır, 1978 yılında Camp David ile tesis edilen siyasal dengelerin en önemli ayaklarından birini oluşturmaktadır.

Mısır’ın bölge denklemleri içerisindeki konumunu en iyi açıklayan belki de “Mısır’sız barış olmaz” sözüdür. Uzun yıllar Arap Milliyetçiliği’nin bayraktarlığını yapan ve Arap-İsrail sorununda belirleyici bir etkiye sahip olan Ortadoğu’nun bu merkezi statü-deki devleti, 25 Ocak 2011 Tahrir Devrimi ile bir yol ayrımına girmişti. Mübarek yönetiminin sona ermesiyle beraber, bölgede oyun kurucu olan uluslararası güçler için Mısır’ın bölgesel statüko için yeniden konumlandırılması hayati bir önem taşımaktaydı.

2013 yılındaki 3 Temmuz darbesi, Mısır’ın bölgede üstlendiği rol ve dengeler içindeki yerinin tekrar tesis edilmesi bağlamında önemli bir yol ayrımıdır. Mısır’ın 25 Ocak 2011 Devrimi ile beraber yakaladığı demokratikleşme fırsatı belli süreçlerden geçerek 3 Temmuz darbesi ile ölümcül bir darbe almıştır. Mübarek’ten sonra ülke yönetimini devralan ve Askeri Konsey ile temsil edilen ordu, 2012 seçimlerinden sonra yönetimi seçimleri kazanan Muhammed Mur-si’ye devretmiş ancak 3 Temmuz 2013’te tekrar siyasetin tek belirleyicisi konumuna gelmiştir.

2018 seçimlerinin önemine gelince, Mısır’ın 3 Temmuz darbesi ile tekrar doğrudan ordu tahakkümü altına girmesinden sonra giderek “Tek Adam” rejimine evrildiği yönün-deki tartışmalar açısından bu seçimler belirleyicidir. Bunu daha iyi anlatabilmek için 2018 seçimlerinde “adaylık” sürecine bir göz atmak lazım.

2018 seçimleri için adaylık tartışmaları başladığında ülkedeki önemli bir siyasi figür olan Hamdin Sabbahi, aday olmayacağını açıkladı. Ardından 2012 seçimlerinin güçlü adayı ve Mübarek döneminin son başbakanı Ahmet Şefik adaylığını ilan etti. Ahmet Şefik’in adaylığı, gerek Mübarek döneminin önemli simalarından olması gerek eski bir ordu mensubu olması hasebiyle Sisi için ciddi bir tehlike arz etmişti. Buna ilk tepki Sisi yönetiminin bölgedeki en önemli destekçisi konumundaki Birleşik Arap Emirlikleri’nden geldi ki Ahmet Şefik adaylığını açıkladığında Dubai’de bulunuyordu. Adaylık için seçim kampanyasını başlatan Ahmet Şefik, Mısır’a döndükten (bazı iddialara göre BAE tarafından sınır dışı edildikten) sonra çalışmaları-nı hızlandırdı. Ardından ise adaylıktan çekildiğini açıkladı. Burada Sisi yönetiminin baskıları sonucu böyle bir tutum almak zorunda kaldığı ise bir sır değil.

Ahmet Şefik’ten sonra en fazla ses getiren adaylık ilanı ise Mübarek sonrası Askeri Konsey yönetiminin ikinci adamı ve eski genelkurmay başkanı Sami Anan’dan geldi. Sami Anan’ın ordu içinden belli bir destek almadan böyle bir yola girmeyeceğine dair çıka-rımlar, beraberinde “Mısır ordusunda iktidar konusunda kutuplaşma mı var?” şek-lindeki soru işaretlerini güçlendirdi. Sami Anan, adaylığını açıklamasından hemen sonra gözaltına alındı ve tutuklanarak cezaevine kondu. Ordunun Sami Anan konusunda sessiz kalması ise Abdülfettah el Sisi’nin ordu üzerindeki gücünü anlamak açısından önemlidir.

2018 seçimlerinin önemi de esasen burada yatmaktadır. Darbeden sonra Mısır’daki iktidar için askeri yönetim ifadeleri daha faza kullanılırken, bu ifade giderek yerini “Sisi yönetimi”-ne bırakmaktadır. Konunu daha iyi anlaşılabilmesi için Mısır siyaset sahnesinin iki önemli ismiyle görüştük. Bunlardan biri 2005 yılındaki seçimlerde Hüsnü Mübarek’e karşı aday olan ve daha sonra hapse konulan liberal siyasetçi Eymen Nur, diğeri de darbeden önce Müslüman Kardeşler’in siyasi kolu olan Hürriyet ve Adalet Partisi’nin Giza vilayeti genel sekreterlik gö-revini yürüten ve şu an İstanbul’daki Mısır Araştırmalar Merkezi başkanı Amr Derrac.

RÖPORTAJ

Dr. Eymen Nur

Liberal siyasetçi Eymen Nur, 1995-2005 yılları arasında milletvekilliği yaptı. 2005 yılın-daki hileli seçimlerde Hüsnü Mübarek’in karşısına aday olarak çıktı. 2011’den sonra yine liberal çizgide “Devrim’in Yarını Partisi”ni kurdu. Mısır’daki mevcut siyasi koşullardan dolayı İstanbul’da yaşayan Eymen Nur, El Şark televizyonun yöneticiliğini de yapmaktadır.

Öncelikle bize Mısır’daki son siyasi duru-mu nasıl gördüğünüzü anlatır mısınız?

Mısır, 3 Temmuz 2013’teki darbeden beri de-rin bir kriz yaşıyor. Bu kriz kendini özellikle Mısır toplumu arasındaki kutuplaşma ve çekişmelerde göstermektedir. Bu çekişme de yönetimi tek başı-na elinde tutmak isteyen askeri yönetim ve zama-
nında onu destekleyen taraflar arasında görülmektedir. Gerçi darbeyi destekleyen gruplar da oyun dışı kalmış durumda. Şu an itibariyle zaten Mısır’da siyasi partiler bazında bir siyasi haya-tın olduğunu düşünmüyorum. Seçimler konusunda da durum böyle. Herhangi bir seçim yarışı olmadığı için gerçek anlamda seçimlerden bahsedemeyiz. Şimdiki rejim Mısır’ı eski-geleneksel diktatörlüğe doğru götürdü. Bu tip diktatörlükte, muhalif ses çıkaran herkes ya katlediliyor ya hapsediliyor ya da sürgüne gönderiliyor. Mısır’da gerçek anlamdaki siyasi güçlerin kaderi de bu şekilde. Ya hapiste ya kabirde ya da zorunlu sürgünde yaşıyor.

Ben, 2005 yılındaki hileli seçimlerde Hüsnü Mübarek karşısında aday olduğum zaman yine baskı vardı. Ama doğrusu bu baskı geldiğimiz noktada şahit olduğumuz şiddette değildi. Se-çimlerden sonra Mübarek yönetimi beni tutuklattı ve 5 sene hapis cezasına çarptırıldım. Ama bunun için başka ithamlarla davalar açıldı. Şimdiki yönetim böyle yapmadı. Daha açık ve daha küstahça bir yol izlendi. Seçimlerde Sisi’ye karşı adaylığını açıklayan herkes, Sisi’ye karşı aday olduğu için gözaltına alındı. Mübarek, beni seçimlerden birkaç saat sonra tutuklattı. Yani se-çimlere girmeme izin verdi.

Yani Hüsnü Mübarek’in o dönemlerde seçimlere meşru bir hava kazandırmaya çalıştığını mı söylüyorsunuz?

Aynen öyle. Zekice hareket ediyordu. Evet, seçimlere hile karıştırdı ama önce seçimlere girmeme izin verdi. Hüsnü Mübarek, şimdi Mısır’ı yöneten diktatöryadan daha modern ve çağdaş bir yol izliyordu bu konuda. Çünkü Abdülfettah El Sisi, kendisine karşı adaylığını açık-layan herkesi bir şekilde engelledi. Kimsenin seçimlere girmesine izin vermedi. Seçimlerde yarış olduğu izlenimi vermek için, istihbarat adına çalışan ve kendi adamlarından biri olan Musa Mustafa Musa’ya adaylık kılıfı giydirdi. Ama maalesef dediğim gibi seçimlerde yarış ola-bilmesi için gereken siyasi hava ve fikir özgürlüğü katiyen yok. Basın, sadece tek adamın sesi konumunda ülkedeki bütün kurumlar Sisi’nin şahsına hizmet ediyor, rejim kendi adamlarına bile güvenmiyor. Zamanında ona destek verenler bile saf dışı bırakıldı.

Bu rejim, meşru seçilmiş bir hükümete karşı darbe gerçekleştirdi. İhvan ile aynı gö-rüşte oluruz veya ayrışırız bu farklı bir konu. Orada seçilmiş bir yönetim vardı. İhvan’ın ne kadar başarılı olup olmadığı bir yana, bu tecrübeyi yani yasal sürelerini doldurmaları en doğal haklarıydı. İşte Mısır’daki bir grup liberalin savunduğu nokta da burası. Diğer yandan, meşru bir yönetime karşı yapılan darbeden sonra bir darbe daha gerçekleşti. Bu rejim, 3 Temmuz darbesine destek veren öfkeli kesimin bu öfkesine yaslanmak istedi. Ancak daha sonra bu zemine karşı da bir darbe yapıldı. Çünkü 30 Haziran 2013’te soka-ğa çıkan öfkeli insanların istediklerinden daha farklı bir yol izlemeye başladı. Tek adam rejimine yöneldi ve Sisi’nin şahsi çıkarları ön planda olmaya başladı. Tabii bir de İsrail’in çıkarları. Sisi çok açık bir şekilde şu anki İsrail yönetiminin çıkarlarına çalışıyor. Bütün planları ve adımları İsrail’in çıkarlarının korunmasına yönelik çünkü.

Seçimler mevzusuna tekrar dönecek olursak, Mübarek’in seçimlere “meş-ru” bir görünüm vermeye çalıştığından bahsettiniz. Sisi yönetimi ise kendi-sine karşı ilk adaylığın açıklanmasından itibaren bunu engelledi. Ve aslında fotoğraf da çok net. Peki Sisi’nin baskıcı uygulamaları bu kadar aleni olmasına rağmen neden seçimleri gerçekleştirmekte ısrar etti?

Seçimlerin gerçekleştirilmesiyle ilgili icraatların başlamasından önce, Sisi ve yöneti-minde cumhurbaşkanlığı süresinin 4 yıldan 6 yıla çıkarılması yani Sisi’nin cumhurbaş-kanlığının süresinin uzatılmasına dair bir rağbet vardı. Hatta kamuoyu buna hazırlanma-ya bile başlanmıştı. Bazı milletvekilleri mecliste cumhurbaşkanlığı süresinin uzatılması için öneriler sunuyordu. Şunu gözden kaçırmamak lazım. Sisi’nin ABD başkanı Donald Trump ile iyi bir ilişkisi var. ABD yönetimini kastetmiyorum. Şahsi bir ilişki bu. Çün-kü ABD yönetimi belki de Sisi’nin Mısır için en uygun adam olmadığını düşünüyor. Bu yüzden Sisi ve Trump arasında ABD’de yapılan son görüşmede Trump, Sisi’ye cumhur-başkanlığı görev süresinin uzatılmasının kabul edilmesinin mümkün olmadığını belirtti. Sonuçlar ve seçimlerin niteliği ne olursa olsun Sisi’nin meşruiyetinin kabul edileceği ve bu yüzden seçimlerin yapılması gerektiği söylendi. Sonuçta Sisi, diğer askeri liderler gibi seçim fikrine sıcak bakmıyor, daha doğrusu seçimlerin ne anlama geldiğini bilmiyor. Ya-kın bir zamana kadar kendisi , “siyasi bir kişilik olmadığını” söyledi. Sisi nihayetinde uluslararası baskı veya faktörler dolayısıyla seçimleri düzenleme kararı aldı. Yani bu se-çimler en başından beri “şeklen” di ve demokratik kaygılar taşımıyordu.

Seçimler öncesindeki adaylık sürecinden bahsedecek olursak, Ahmet Şefik ve Sami Anan’ın adaylıkları ve buna bağlı olarak gelişen süreç oldukça yankı uyandırdı. Özellikle de Sami Anan’ın adaylığını açıklamasından sonra tutuk-lanması ciddi soru işaretlerini beraberinde getirdi. Sami Anan en nihayetinde Mısır ordusunun önemli bir şahsiyetiydi. Ordu neden Sisi’nin bu uygulamala-rına sessiz kaldı? Ordunun tutumunu nasıl okuyorsunuz?

Öncelikle şunu belirteyim ki Sami Anan’ın adaylığını açıklaması benim için bir sürpriz değildi. Ben Sami Anan’ın bu birkaç sene önce böyle bir düşüncesi olduğundan haberdar-dım. Sami Anan, uzun süredir Sisi’nin karşısına aday olarak çıkmayı düşünüyordu çünkü

Sisi’nin gerçek yüzünü biliyordu. Sami Anan emekli olmadan önce Sisi hakkında ciddi şüpheler taşıyordu. Hatta Sisi’nin ordudan uzaklaştırılmasını bile sağladı. Sisi daha sonra Mareşal Hüseyin Tantavi’nin kararıyla geri döndü. Konuyla ilgili ayrıntılar çok bilinmiyor ancak Mareşal Tantavi, Sami Anan’ın ordudan uzaklaştırdığı bazı subayları Hüsnü Mü-barek’in de onayıyla geri getirdi. Yani aralarında daha önceden gergin bir ilişki mevcuttu. Sisi başa geçince zaten Sami Anan kısmi olarak zorunlu ikamet altında yaşıyordu.

İşte asıl sürpriz ve şok edici olan Sami Anan’ın adaylığı değil, aksine adaylığını açıkla-masından sonra Sisi’nin buna verdiği şiddetli ve kanun ile devlet geleneğinin hiçbir tarafı-na sığmayan tepkisi oldu. Sami Anan’ın adaylığı meselesinden sonra Mısır İstihbarat Baş-kanı da görevden alındı ve yerine Sisi’nin ofisinin başkanı, İstihbarat başkanlığına atandı. Bu da şunu gösteriyor ki istihbarat içinde Sami Anan’ın adaylığına sıcak bakan önemli bir kesim var. İstihbarattaki bu eğilim, askeriye içinde de önemli bir kesimin Anan’ı Sisi’ye bir alternatif olarak görmesiyle bağlantılı. Tabii bu kesin değil. Bununla ilgili söylenenler yorum da olabilir. Ancak bu yöndeki yorumları destekleyen işaretler var. İstihbarat Baş-kanının görevden alınması, ordudan önemli sayıda subayın ihraç edilmesi, son iki sene içinde Askeri Konsey’in bütünüyle değiştirilmesi gibi. Sisi’yi başa getiren Askeri Konsey yine Sisi tarafından saf dışı bırakıldı. Bu da Sisi’nin Sami Anan’la ilişkisi olan herkesi uzaklaştırmak istediğini gösteriyor.

Bunların haricinde Mısır ordusunun siyaset konusunda çok açık bir tavrı yok. Ancak şunu görüyoruz ki ordu içinde olan biten karşısında hiç de memnun olmayan bir kesim var. Bu kesim çoğunluk veya en önemli kesim olmayabilir. Özellikle ulusal konularda ve de özellikle İsrail konusunda ciddi bir rahatsızlık söz konusu. Bu mevzu dediğim gibi çok açık olmamakla beraber önümüzdeki dönemlerde daha da netleşecektir.

Yani vurgulamak gerekirse, Mısır ordusu içinde önemli bir kesimin Sisi’den memnun olmadığını söylüyorsunuz?

Evet. Bu kesim de azımsanacak derecede değil. Sisi’nin özellikle Tiran ve Senafir ada-ları konusundaki tutumu, İsrail ile ilişkileri, Trump’ın yüzyılın anlaşması adını verdiği planı konusundaki tavrı gibi meseleler Mısır ordusunun terbiyesi ve yapısı ile çelişen ko-nulardır.

Seçimlerden sonraki dönemi anlayabilmek adına Sisi’nin geçen dönemde özellikle insan hakları konusundaki karnesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunun yanı sıra uluslararası kamuoyunun Mısır’da Sisi dönemindeki insan hakları ihlalini nasıl yorumluyorsunuz?

Mısır son dönemde daha önce hiç görmediği kadar insan hakları ihlalleri ve özgürlük-lerin kısıtlanmasına şahit oluyor. Uluslararası kamuoyunun tutumlarına gelince, Türkiye ve bir iki devletin daha Mısır’da olan biten karşısındaki tutumu gayri ahlakidir. Gerek batı ülkeleri gerekse de doğu, Sisi ile ilişkilerini “ilkeler” doğrultusunda değil çıkar temelli bir zemin üzerinde kurdu. Bu ülkeler Sisi ile olan ilişkilerinde hak ve özgürlükler ile demok-ratik ilkeleri gözetmedi. Bu yüzden bu uluslararası tutumdan gerçek anlamda korkmamız lazım. Çünkü söz konusu ülkeler dünyanın başka yerinde daha az önemli konularda aldık-ları tutumları Mısır’daki ciddi insan hakları ihlalleri konusunda almıyor.

Ancak son dönemlerde bu ülkelerdeki bazı sivil toplum kuruluşları Sisi dönemindeki ihlallerle ilgilenmeye başladı. Bazı raporlar yayınlandı, bazı ABD gazeteleri Sisi’nin suç-larını açığa çıkaran haberler yaptı. Bu yüzden bu konuyla ilgili son dönemdeki bu tarz tutumlardan dolayı umutluyuz. Seçimlerden sonraki süreçte Sisi yönetimiyle ilgili bu gibi dosyaların daha fazla açılacağını düşünüyorum.

Seçimlerden kısa bir süre önce çok önemli bir gelişme yaşandı. Mısır ve İs-rail şirketleri arasında gaz anlaşması imzalandı. Sisi yönetimi en azından se-çimlerden önce bunu açıklamaktan hiç çekinmedi mi? En azından seçimler ön-cesinde olumsuz bir durum yaratacağını ve tepki yaratacağını düşünmedi mi?

Bazı baskıcı rejimler “hikmet noksanlığıyla” ön plana çıkarlar. Ayrıca bu tip mace-ralardan fayda sağlamaya çalışırlar. Çünkü halkı cansız bir beden olarak görürler. Abdül-fettah El Sisi’nin yaptığı Hüsnü Mübarek’in 2010’da yaptığına benziyor. Mübarek 2010’da parlamento seçimlerinin tamamında hileye başvurdu. Cumhurbaşkanlığı seçimleri de aynı şekilde. Ve her şeye rağmen ona karşı koyabilecek kimsenin olmadığından emindi. Bazı protestolar ve kıpırdanmalardan sonra her şeyin tekrar yoluna gireceğini düşünü-yordu. Sisi de bu şekilde bütün baskıcı yöneticiler gibi mağrur bir tutum içinde. Ben bu durumun Sisi’nin tabutuna çakılan önemli bir çivi olduğu kanaatindeyim.

Mısır’da şu an faaliyet gösteren veya siyasi hayatta var olmaya çalışan irili ufaklı partiler ve örgütler var. Göründüğü kadarıyla bunların etkileri yok gibi. Siz bu parti ve siyasi hareketler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Evet, sizin de söylediğiniz gibi şu an Mısır’da bazı siyasi partiler ve belli ikonlar etrafında birleşen hareketler vb. var. Ancak bunların bir etkisinin olmadığı konusunda size katılmıyo-rum. Bu parti ve hareketlerin etkisinin ben güçlü olduğunu düşünüyorum. 25 Ocak Devrimi’ni tetikleyen ve harekete geçiren güç bu gruplardı. Mübarek rejimi de bu grupların bir etkisinin veya halk tabanının olmadığını söylüyordu. Bu yüzden bu oluşumların tek bir hedef etrafında birleşmesi, 2018 seçimlerinden sonra Mısır siyaset sahnesinde gerçek bir değişimin başlangıcı niteliğinde olacaktır. Biz 2010’dan önce birçok konuda ayrışıyorduk. Ancak bu süreçten sonra ortaya çıkan oluşumlar ki bunlardan ilki “Mısır’da yönetimde verasete hayır” oluşumuydu. Daha sonra “Ulusal Değişim Cemiyeti” çıktı. Bu cemiyet 25 Ocak Devrimi’nde öncüydü. 25 Ocak Devrimi’nin bu açıdan sadece bir sosyal medya devrimi olduğu gerçek değil.

Şimdi de bazı siyasi oluşumlar var. Evet, bunların sokakta siyaset yapma imkanı ne-redeyse yok. Ancak bugün Mısır’da farklı kesimlerin hepsi Sisi’den kurtulmak gerektiğini düşünüyor. Liberaller, solcular, İslamcılar gibi farklı çizgideki kesimler arasındaki ihtilaf-lar giderek daralıyor. Özellikle, tek başına hareket ederek bu rejimin değişmeyeceğinin anlaşılması etkili oldu. Ben bu gruplar arasındaki koordinasyonun önümüzdeki süreçte artacağını düşünüyorum. Çünkü bunun başka alternatifi yok. Bu da Sisi’nin kurmuş oldu-ğu baskıcı rejimin ve korku cumhuriyetinin bir sonucudur.

RÖPORTAJ

Dr. Amr Derrac

2002-2006 yılları arasında Müslüman Kardeşler siyasi komite üyeliği yaptı. 25 Ocak Devrimi’nden sonra kurulan Hürriyet ve Adalet Partisi kurucuları arasında yer aldı. Daha sonra partinin Giza vilayeti genel sekreterliği görevini yürüttü. Müslüman Kar-deşler Dış ilişkiler Sorumluluğu görevinde de bulunan Amr Derrac, Hişam Kandil hü-kümetinde uluslararası planlama ve işbirliği bakanlığı yapıyordu. Halen İstanbul’daki Mısır Araştırmaları Merkezi’nin başkanlığı yürütüyor.

Öncelikle bize Mısır’daki siyasi atmosfe-ri özetleyebilir misiniz? Mısır’daki siya-si havayı nasıl görüyorsunuz?

Mısır’da esasen bir siyasi atmosferden bah-sedemeyiz. Siyasi faaliyetlerin hepsi darbeden beridir katlediliyor. Ülkedeki siyasetin bir kısmı darbeden hemen sonra katledildi. Bu siyasi hava seçilmiş cumhurbaşkanı ve demokratik süreç-le ilgili. Rejim, darbeyle beraber bundan hemen kurtuldu. Ancak ikinci kısım, darbeyi destekle-

yen siyasi partiler ve kesimler ki bunların bazıları ilk başta yönetime de ortak oldu. Ancak ilerleyen süreçte bunlardan da aşamalı bir şekilde kurtuldular. Şimdi ise siyasi hayatta yer alan kayda değer hiçbir taraf yok. Dediğim gibi darbeyi önce destekleyen partiler şimdi bas-kı altında. Hatta rejimin içinde çıkıp bazı değişiklikler yapmak isteyen kesimlere de izin ve-rilmiyor. Bunlara örnek verecek olursak Ahmet Şefik ve Sami Anan gibi isimler aday olmak istedi ancak bunlar da engellendi. Ülkede herhangi bir siyasi hareketlilik söz konusu değil. Parlamentodaki milletvekilleri bile kayda değer partilere üye değiller. Bunların çoğu genel anlamda istihbarat tarafından sahneye sürülen partiler veya şahsiyetlerdir. Tamamen reji-min istekleri doğrultusunda hareket ediyorlar. Var olan tek şey Abdülfettah el Sisi yönetimi giderek tel elde toplayıp kendini sağlama alıyor. Hatta Sisi ilk başta askeriyeye yaslanıyordu ve bu minvalde hareket ediyordu. Sonuçta o da ordunun bir parçası. Ancak şimdi bu çem-berden çıkıp her şeyi kendisi kontrol etmeye çalışıyor. Buna ordu da dâhil.

Yani şimdiki yönetimi bir “askeri rejim” olarak tanımlamıyor musunuz?

Hayır, şimdiki rejim askeri rejimden daha sert bir niteliktedir. Bu yönetim geçmişte bir askeri rejimdi. Ancak Abdülfettah el Sisi, uygulamalarında askeri yöntemler kulla-nıyor lakin kendisi orduya da hükmetmeye çalışıyor. Yani Sisi artık ordunun kendisini başka bir isimle değiştirebileceği konumda değil ve bu çerçevede askeriyenin sadece ufak bir parçası değil. Tek adamın kendisi olmasını istiyor.

Sisi, bütün dünyanın gözü önünde kendisine karşı aday olanları engel-ledi, bazılarını da tutuklattı. Böyle bir durumda seçimler onun için neden önem arz ediyor? Zaten sonuçlar en başından belliydi.

Şöyle bir durum var. Halen Sisi’nin yerine getirmesi gereken hukuki uygulamalar var. Ayrıca Sisi bazı güçler tarafından destekleniyor. Onu destekleyen ABD ve bazı batılı ülkeler, Sisi’nin şeklen de olsa demokratik teamüllere dayanmaması halinde ona bu desteği veremez. Hatta tutuklattığı kişileri aday oldukları için tutuklatmadığını sa-vunuyor. Onu destekleyenler de bunun böyle olduğuna inanmak istiyor. Evet, her şey açık, basının kamuoyunun ve diğer ülkeleri hükümetleri gözü önünde cereyan ediyor. Ancak eğer bu kanuni teamüller asgari düzeyde uygulanamasa bu uluslararası desteği alamaz. Şöyle düşünün, şimdi çıkıp ben anayasa ve seçimler olmadan cumhurbaşkanı-yım dese, bütün meşruiyetini kaybedecek. Bunlar işte ona meşruiyet kazandırmak için takınılan tutumlardır.

Sisi’ye karşı bazı isimler adaylığını açıkladı ancak bunlar arasında kendi de daha önce ordunun önemli bir mensubu olan Sami Anan’ın adaylığı ve tutuklanması en fazla ses getiren gelişme oldu. Bu durumu nasıl değerlen-diriyorsunuz?

Anlatmaya çalıştığım nokta da bu zaten. Önemli olan askeri rejimin bir parçası olmak değil. Sisi’den uzaklaştığınız zaman durum değişiyor. Sami Anan uzun süredir aday olmak istediğini dile getiriyordu. 2014 seçimlerinde de böyle bir düşüncesi vardı. Ancak yine aynı şekilde vazgeçmek zorunda kaldı. İkincisi Sami Anan eskiden beri Sisi’ye güvenmediğini ve onu hain olarak gördüğünü söylüyordu. Yani ikisi hiçbir za-man birbirleriyle barışık olmadı. Hatta Sisi bile, Sami Anan’ın onu bir ortamda küçük düşürdüğünü anlatıyordu.

Burada asıl sormak istediğim, Sami Anan’ın adaylığı konusunda orduda bir ayrışma olduğu söyleniyor? Orduda belli bir kesimin Sami Anan’ı des-teklediği ne kadar doğru?

Kesin olarak Sami Anan adaylık konusunda gerek ordu içinde gerekse de istihbarat içerisinde belli kesimler tarafından desteklendi ve cesaretlendirildi. Ama önemli olan bu kesimlerin ne kadar güçlü olduğudur. Öyle görünüyor ki bu kesim pek güçlü değil. Çünkü Sami Anan’ın tutuklanmasının bile önüne geçemediler. Bırakın artık cumhur-başkanı olabilmesi için ona gereken desteği sağlayabilmelerini. Güçlü olamamaları bir yana bunun içi yeterli cesarete de sahip değiller. Sonuçta bu kesimler de kellelerinin alınmasından korkuyorlar. Dediğim gibi asıl sorgulanması gereken bu söz konusu ke-simlerin bir değişim için ne kadar güçlü ve dirençli olduklarıdır. Yoksa evet bir değişim bir rağbet var.

Müslüman Kardeşler’in Sami Anan’ın seçimlere katılması durumunda onu destekleyebilecekleri yönünde çıkan haberler ne kadar doğru?

Sadece Müslüman Kardeşler Teşkilatı değil, ülkedeki birçok siyasi ve devrimci ke-sim, Sisi’nin yönetimde kaldığı her günün Mısır için büyük kayıplara neden olduğunu ve bu yüzden yönetimden uzaklaştırılması gerektiğini düşünüyor. Burada önemli olan da illa ki devrim yanlısı birinin yönetime gelmesi değil. Yeter ki gelecek kişi bir rahatlamanın önünü açsın, insanlar hapishanelerden salıverilsin ve siyasi yaşamın önünü açsın. Birçok kesim böylesi bir gelişmenin en azından şimdikinden daha iyi olacağını düşünüyor.

Dolayısıyla evet, Müslüman Kardeşler’den ve diğer taraflardan bazı kesimler “Ne-den Sami Anan’ı veya Ahmet Şefik’i desteklemeyelim?” şeklinde düşünüyordu. Evet, arada bazı ihtilaflar olabilir. Ancak sonuçta bu siyasettir. Siyasette de nesnel ve pragmatist olmak gerekir. Ki en azından bazı hedeflere aşamalı olarak ulaşılabilsin. Belki devrimin hedefleri geç kalacaktı ama en azından Sisi’nin yönetimi altından tama-men kaybolmasından daha iyi.

Peki seçimlerden sonra girilen bu süreci nasıl okuyorsunuz? Neler bekliyorsunuz?


Burada asıl mevzu seçimler değil zaten. Toplum siyasi açıdan, sendikalar ve ba-sın gibi sivil toplum çalışmaları bağlamında tamamen kapalı olduğunda fikir özgür-lüğü olmaz. Herhangi bir gösteri yapamazsınız, bir konferans düzenleyemezsiniz. Bu da toplumda bir patlama ihtimalini güçlendiriyor. Gerek şiddet gerek gerilim gerekse de muhtemel kaos hususunda. Çünkü gençler, değişim için hiçbir fırsatın kalmadığını düşünüyor. İşte asıl tehlike burada. Yani demek istediğim durumun giderek kaosa ve şiddete doğru evrilmesidir. Bir diğer tehlike de Sisi giderek yönetimi tek elde topluyor. Bu da siyasi uygulamalarının, sorunlarının ve bazı konulardaki tavizlerinin sürmesi anlamına gelmektedir. Mısır’ın daha da kötüye gitmesi demek olan bu süreç oldukça korkunç bir senaryodur. Dolayısıyla barışçıl bir değişim için herhangi bir fırsat olma-dığı sürece, bu daha çok radikalleşmenin, şiddetin ve terörün önünü açar. Tabi sadece siyasi anlamda demiyorum. Hem siyasi hem sosyal hem de ekonomik anlamda.

Peki Sisi’ye uluslararası alanda verilen destek ne zamana kadar bu şekil-de devam eder sizce?

Sisi ondan istenileni yerine getirdiği sürece güçlü ve müttefik olarak kalacaktır. Bu da yeni bir durum değildir. Daha önce çoğu defa gördük. ABD birini müttefik olarak seçiyor, daha sonra ise ona gerek kalmadığı zaman onu terk ediyor. İran Şahı, Panama lideri örneklerinde olduğu gibi. İran Şahı dünyada Mısır’dan başka gidecek bir yer bu-lamadı. Hüsnü Mübarek de öyle değil miydi? Önce onu desteklediler. Devrilmek üzere olduğunu gördüklerinde onu terk ettiler ve Obama, Mübarek’in istifa etmesi gerekti-ğini söyledi. Sisi’de de öyle olacak. Ondan beklenen bir şey kalmadığı zaman veya bir değişime karar verdikleri zaman ondan vazgeçecekler.

Mısır’da Müslüman Kardeşler’in geleceğiyle ilgili bir soru sormak isti-yorum. Hareketin bu süreçte herhangi bir yol haritası var mı? Hareket gele-cekle ilgili ne düşünüyor?

Öncelikle şunu belirteyim benim İhvan içerisinde idari herhangi bir görevim yok. Sadece bu merkezin başkanıyım. Ancak şunu söyleyebilirim ki İhvan her şeye rağmen var olmak konusunda büyük bir dirence sahip olduğunu gösterdi. Hareketin kuruluşu-nun üzerinden 90 sene geçti. Bu süre zarfında çok zorluklar çekti ancak var olmayı da başardı. Ama şu da bir gerçek, bunu herhangi bir hareket için söylüyorum, var olmaya devam etmek istiyorsa, bazı hususları yerine getirmesi gerekir. Politikalarının, teşkilat yapısının, şahısların gözden geçirilmesi gerekir. Bu da dönemin koşullarına ayak uydu-rabilmek için gereken değişimin gerçekleştirilebilmesi içindir. Eğer İhvan bu değişimi gerçekleştirebilirse uzun bir süre var olmayı sürdürecek. Ki bu olmazsa, toplumsal ya-şamdaki varlığını yitirecek.

Bir de şöyle bir durum var: İhvan hareketi İslami fikirleri yaymak isteyen ılımlı bir cenahı temsil ediyor. İhvan’ın rolü bitse dahi, aynı rolü başka isimlerle başka hareketler icra etmeye devam eder. İhvan’ın dayandığı fikirler, doğası gereği gerek İhvan gerek başka hareket tarafından yaşatılamaya devam edecek. Çünkü esas İslami fikirlere da-yanıyor. Radikal değil, laik veya solcu fikirler gibi yukarıdan dayatılan fikirler de değil bunlar. Aksine toplumun derinliklerinde vardır. Ancak dediğim gibi hareketin geleceği Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın kendisiyle alakalıdır. Eğer teşkilat kendini ve kadro-larını yenilemeyi başarırsa var olmaya devam edecek. Yok bunu yapamazsa başkaları gelip bu bayrağı devralacak.

 Bilimevi Dış Politika Dergisi Sayı: 4

Yorumlar (0)
Günün Anketi Tümü
Türkiye İsveç'in NATO üyeliğine onay vermeli mi?