Pasifik ötesi ortaklık: Amerika için girişim vakti
Bir insanın diğerine kur yapması oldukça incelikli bir iştir. Çocuklar evde kavga ediyorken, on taliple birden evlilik sözleşmesiyle ilgili görüştüğünüzü düşünün. Obama yönetiminin şu an yaşadığı durum da bu. Obama, önemli iki ticari girişim hamlesi olan Pasifik-Ötesi Ortaklık (TPP) ve Atlantik-Ötesi Ekonomi ve Ticaret Anlaşması (ETP) konularında uluslararası ve iç muhalefetle karşı karşıya kaldı. İki anlaşma da müzakere sürecinde, ancak bu iki anlaşma arasında bir ayrım yapılması için çok erken olduğu anlamına gelmiyor. Asya-Pasifik ülkelerindeki yükselişi, Avrupa’nın azalan servetini ve Avrupa Birliği (AB) düzenlemelerindeki yapısal sorunları dikkate aldığımızda TPP, daha avantajlı bir anlaşma olarak öne çıkıyor. Aynı zamanda, Çin tarafından yönetilen Bölgesel Gelişmiş Ekonomik Ortaklık (RCEP) Asya’ya güç kazandırıyor. Beyaz Saray, Asya’ya odaklanıp Avrupa’yı ikinci plana atmadığı sürece, Başkan Obama, serbest ticaret sahasında Amerika’ya çıkar sağlayacak bir konuda başarısız olarak yönetimden ayrılacaktır. Obama, TPP’nin bir an önce onaylanması sürecine destek vermelidir.
Washington’daki siyaset, sıfır toplamlı bir oyun halini almaya başladı ve Amerika’nın yapacağı herhangi bir ticaret anlaşmasının başarıya ulaşması ancak, hem Temsilciler Meclisi’nin hem de Senato’nun desteğiyle mümkün olabilir. Bu tarz anlaşmalar, ayrıca, imzalayan ülkelerin içerideki siyasal uzlaşılarına da bağlıdır. Sonuç olarak, böyle bir anlaşmanın imzalanması, uzun müzakereleri ve önemli ölçüde siyasal kredi kullanımını gerektirir. İki önemli ticaret anlaşmasının birden peşinden koşmak, muhtemelen beraberinde ikisinde birden sonuca ulaşmada başarısızlığı getirecektir.
TPP, Amerika’nın Avustralya, Brunei, Şili, Malezya, Yeni Zelanda, Peru, Singapur, Vietnam, Meksika ve Kanada’nın da dahil olduğu dinamik ekonomilerle daha kazançlı bir şekilde bağ kurmasını sağlayacaktır. Söz konusu ülkelerin gayri safi yurtiçi hâsılaları toplamı 11 trilyon $’ın üzerinde. Bu miktar, hala AB’nin altında kalıyor, ancak diğer faktörler TPP ülkelerini -Amerika’nın ekonomik çıkarları dikkate alındığında- daha cazip kılıyor.
TPP, ABD’nin dünyanın en canlı ekonomileriyle mevcut artan etkileşimini destekleyecekken; ETP, ülkenin ticaret politikasının ekonomik ve demografik olarak can çekişen Avrupa’ya odaklanmasına neden olacaktır. AB’nin nüfusunun önümüzdeki 50 yıl içerisinde giderek azalacağı ve ekonomik büyümesinin genel olarak yavaşlayacağı ön görülüyor. Asya-Pasifik, hali hazırda küresel gayri safi milli hâsılanın yüzde 60’ına tekabül ediyor ve uluslararası ticaretin yüzde 50’si bu bölgede gerçekleşiyor. Bölgedeki [ekonomik] büyümenin bu yıl ve önümüzdeki yıl için yüzde 5 seviyesinde olması ön görülüyor.
AB ve ABD, hali hazırda dünyadaki en entegre ekonomik ilişkilere sahipler. ABD, AB’de tüm Asya’da yaptığı yatırımın üç katı kadar daha fazla yatırım yapıyor. AB’nin ABD’de yaptığı yatırım ise, Çin ve Hindistan’da yaptığı yatırımdan sekiz kat daha fazla. Bazıları, mevcut verilerin Amerika’nın politikasını tamamen bu öncelikli ilişkilere dayandırması ve bu ilişkilerden daha fazla faydalanma üzerine kurması gerektirdiğine işaret ettiğini savunabilir; ancak bu, ekonomik zeminde kolaylıkla doğrulanabilecek bir sav değil. Aslında, doğru olan bunun tam tersi. Atlantik-Ötesi ekonomik entegrasyon büyük bir gelişim içerisinde. Önemli büyüme potansiyeli taşıyan ve Obama yönetimi politikalarının daha fazla dikkatini vermesi gereken Pasifik-Ötesi ticaret ilişkileri ise, kıyasla olgunlaşmamış durumda.
Ekonomik çekim, Avrupa’daki zenginliğin muhtemelen her zaman Amerikalı tüketicilerle ilişki içerisinde olacağını gösteriyor. Amerika, Avrupa’nın en büyük pazarı olmaya devam edecek. ABD Avrupa’nın bölgedeki katı kurallarından azade. Atlantik’teki sürekli daha iyi hale getirilmeye çalışılan ticaret birliği, ABD hazır olana kadar bekleyebilir; Pasifik’teki dinamik ekonomiler ise beklemeyecektir.
Avrupa’yla sürdürülen serbest ticaret konusundaki ileri müzakereler, ABD için mevcut durumdan çok daha fazla teşvik edici bir unsur olacaktır. Hali hazırda Amerika için düşük seviyede olan gümrük vergisinin –yaklaşık yüzde 3- aşağı çekilmesi, kıtadaki negatif ekonomik ve demografik gidişata rağmen Avrupa ile ticaret yapma adına dengeleyici bir unsur olacak, ancak muhtemelen Avrupa ile olan ticaretteki büyümeyi yeterince teşvik etmeyecektir
ETP ile gelecek en önemli yenilik, mevcut düzenlemelerdeki uluslararası ticareti kısıtlayan önlemlerdeki azalış olacaktır. AB’nin ön görülerine göre, Atlantik-ötesi ticarette aksaklıklara yol açarak uluslararası ticareti kısıtlayan uygulamaların ortadan kaldırılmasının, en iyi ihtimalle, AB gayri safi milli hâsılasındaki karşılığı 122 milyar €, ABD’deki karşılığı ise 41 milyar € seviyesinde olacaktır. AB için ABD’ye kıyasla çok açık bir şekilde daha avantajlı olacağı görünen böylesi bir anlaşma için, ABD’nin diplomatik çaba harcaması çok anlamlı görünmüyor. Dahası, ABD’nin AB’nin karmaşık ve kötü üne sahip uluslararası ticaret düzenlemeleri konusunda anlamlı bir kolaylık elde edeceği de kesin değil.
Buna karşılık, ABD ile Asya ülkeleri arasında genellikle yüksek gümrük vergileri söz konusu. Örneğin, 2011’de Amerika, ithal edilen giyim ürünlerinde ortalama yüzde 11, tekstilde ise yüzde 7,9 oranında bir vergi uygulanıyordu. Çin’den gelen taşıma araçları ve imalat ürünleri için ise bu oran yaklaşık yüzde 12 seviyesindeydi. Açıkça görünüyor ki, ABD için Avrupa’dan ziyade, Asya ile uluslararası ticareti kolaylaştırarak büyütmesi daha büyük bir faaliyet alanı sağlayacaktır.
ABD’nin ticaret politikası Asya-Pasifik’ten uzaklaştıkça, bunun [ekonomiye] geri dönüşleri de olumsuz yönde olacaktır. Bunun yanı sıra, ABD’nin uluslararası ticareti kendi çıkarları doğrultusunda düzenleme olanakları da gittikçe azalıyor. ABD ile Asya ülkeleri arasındaki ticaret büyümeye devam etmesine rağmen, 1990’dan bu yana Amerika’nın Asya ile yapılan uluslararası ticaret oranındaki payı yüzde 9 azaldı. Bunun nedenlerinden biri, Asya ülkelerinin kendi aralarında yaptıkları devam eden ticaret anlaşmalarıdır. Bölge yönetimlerinin uluslararası ticaret konusunda yeni bir yol haritası belirlemeleri, beraberinde ticaret hattının Pasifik’in ortasından aşağıya doğru kayma tehlikesini de getiriyor.
Avustralya, Çin, Japonya, Hindistan, Güney Kore ve Yeni Zelanda’nın da dahil olduğu Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN) üyesi 10 ülke, dünyanın en büyük bölgesel ticaret anlaşması olacak Bölgesel Gelişmiş Ekonomik Ortaklık üzerinde çalışıyorlar. Serbest ticaret anlaşmalarının bu şekilde yaygınlaşması, ABD’nin dahil olmasıyla ya da olmamasıyla devam edecek. Bu sisteme biçim verme sürecinde liderlik üstlenmek ya da siyasal ve ekonomik olarak bölgeden izole olma riskini almak ABD’nin tutumuyla ilgili bir durum. Çin’in RCEP’ye desteği ise, ABD için bu konuda bir tehdit niteliğinde.
TPP’nin başlangıçtaki üyeleri arasında Çin gibi Asya’nın en büyük birçok ekonomisi bulunmamasına rağmen, imza sahibi ülkeler bir büyüme sürecine girecek ve her biri ortaya çıkan pazarın yakınlığından faydalanacaktır. Dahası, TPP, Asya-Psifik’te çok daha kapsamlı bir ekonomik entegrasyonu içeren adımların başlangıcı niteliğinde bir anlaşma olarak dikkate alınıyor. TPP, diğer ülkeler için yorucu görüşmeler gerektiren çift taraflı anlaşmalar olmaksızın ticaret yapma konusunda bir örnek teşkil edebilir. “Eklemlenme” anlaşmaları olarak tanımlanan bir yolla ülkeler, kolaylıkla TPP üyesi olmayı seçebilir. Amerikan İşçi Sendikaları Konfederasyonu’ndan (AFL-CIO) bir temsilcinin ifade ettiği gibi: “TPP, Amerika’nın müzakerelerde bulunduğu son ticaret anlaşması olabilir.” Bugün itibariyle, ülkeler, kolaylıkla TPP üyesi olmayı seçebilirler.
Obama, Çin’i TPP’ye katılması için davet etti ve anlaşma, Çin’in de katılımıyla, Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) liderlerinin 2006’da hedeflediği daha büyük bir Asya-Pasifik Bölgesi Serbest Ticaret Anlaşması (FTAAP) için şekil verici nitelikte olabilir. Bu tarz bir sonuç desteklenecektir. Böyle bir anlaşma, uluslararası meselelerde ABD-Çin ilişkilerini pekiştireceği gibi, Amerika’nın yakın gelecekte Asya-Pasifik ekonomisi pastasındaki payını da büyütecektir.
TPP tarafından işaret edilecek konulardan biri, muhtemelen ABD’deki fikri mülkiyet hakkı üzerine olacaktır. TPP Esas Anlaşması Madde 1.1, “fikri mülkiyet haklarına dair yasaların uygulanması, fikri mülkiyetin etkili ve uygun bir şekilde korunmasının sağlanması” konusundaki talebini açık bir şekilde belirtmektedir. Gerçekten de TPP, servis sektörü düzenlemelerinden, yatırımlara; yayım ve patent hakkından, devlet alımlarına; finansal düzenlemelerden, iş ve çevre standartlarına, sanayi ve tarım ürünlerindeki ticarete kadar birçok konuda bağlayıcı kurallar koymaktadır. Asya-Pasifik’in gelişmekte olan ülkeleri için bu konularda acil adımlar atmak, söz konusu konularda daha iyi durumda olan AB için olduğundan daha önemli.
TPP, ABD’ye yalnızca açık bir ekonomik avantaj sunmuyor; aynı zamanda ülkenin Asya-Pasifik’teki daha büyük stratejisi için tamamlayıcı bir anlaşma olarak öne çıkıyor. TPP, Obama yönetimine, artan Asya entegrasyonuna ve ekonomik büyümeye de biçim verme fırsatı sunuyor. Bu anlaşma, ABD için bir seçim meselesi değil; ekonomik ve stratejik bir gereklilik. ETP, şüphesiz ki, ABD’nin AB ile ticaretine katkıda bulunacaktır, ancak kayda değer bir siyasi kredi ortaya koymayı gerektiren bu anlaşmalarda, söz konusu kredinin TPP lehine kullanılması daha makul olacaktır. Atlantik’e onlarca yıldır dengeli seferler yapan ABD için, yelkenleri Asya-Pasifik’e doğru çevirme ve atılım yapma vaktidir.
Christopher Johnston, Georgetown Üniversitesi, Siyaset Çalışmaları Enstütüsü’nde akaemi üyesidir.
Kaynak: thediplomat.com
Dünya Bülteni için çeviren: Sedcan Altundal