'Tunus'ta parti çokluğu ABD'nin işine geliyor'

Mazlum-Der Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal ile Arap dünyasında yaşanan siyasal-toplumsal gelişmeleri ve devrimler sonrası yapılacakları konuştuk

Röportaj 21.03.2011, 16:40 29.06.2012, 15:48
'Tunus'ta parti çokluğu ABD'nin işine geliyor'

Gökhan Kavak - Dünya Bülteni / İstanbul

Mazlum-der Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal ile Tunus’a yaptığı gezi sonrası Tunus izlenimlerini merkezinde Arap dünyasında yaşanan siyasal-toplumsal gelişmeleri ve Mazlum-Der’in bu ülkelerdeki geçişlerde vereceği desteği konuştuk. Tunus ekseninde geçen görüşmede Ahmet Faruk Ünsal'ın önemli tesbitlerinden biri de, Amerika'nın Tunus'ta parti sayısının artmasını gizlice desteklediği, çünkü bölünmüş/ parçali bir siyasete daha rahat nüfuz edebileceği üzerineydi.

Gökhan Kavak: Tunus’a gidişiniz nasıl oldu?

Ahmet Faruk Ünsal: Yaptığımız gezi, talebimiz üzerine Tunus’ta işbirliği içerisinde olduğumuz kuruluşlar ile ilişkiye geçerek gerçekleşti. Biz eski yönetimin terörle mücadele bağlamında kendisine yüklenen rolü gün yüzüne çıkarma amacı ile hareket ettik. İkinci olarak da yeni sistemin kurumları üzerinde Tunuslu yetkililer ile bazı görüşmelerimiz oldu. Bu bağlamda ziyaretimizde, ABD ve Fransa’nın bu ülke ile geçmişe dönük gizli anlaşmaların deşifre edilmesi ile sivil tolum kuruluşları üzerinden Tunus toplumu ve siyasetine nüfuz etmelerin önünü alma yollarını görüştük.

BİN ALİ ABD’NİN ÖNEMLİ BİR MÜTTEFİKİYDİ

Tunus devrimini tetikleyen etmenler nelerdi?

Tunus’ta devrim olduğunda insanların şaşırdığını gördük. Aslında Tunus’ta Zeynel Abidin bin Ali yönetimindeki rejimin halka karşı baskıcı bir siyaset izlediğini biliyorduk. Nitekim Arap dünyasındaki ayaklanma ilk bu ülkede yaşandı.

ABD’nin savaş konsepti içerisinde Bin Ali önemli bir aktör idi. Türkiye medyasına yansımayan bir baskı rejimi vardı. Tunus ABD’ye Pakistan, Ortadoğu ve diğer yerlerdeki gençlerin kimliklerini Tunus istihbaratı ABD’ye veriyor ve bu gençler Guantanamo, Avrupa  ve Tunus’taki hapishanelere hapsediliyor idi.  idi.

Bin Ali’nin uluslararası güçler ile kurduğu bu çıkar ilişkisi devrimin oluşmasında önemli bir etken oldu. Devrimin sloganı “özgürlük, onur, şeref ve ekmekti”. İnanların özgürlükleri kısıtlanmış, Siyasal erişim hakları yok ve politik baskılara maruz kalmışlardı. Hiçbir hukuki hakları yoktu. Hem Guantanamo’da hem de kendi ülkelerinde hapsediliyorlardı.

ZEYNEL ABİDİN’İN ZÜMRESİ SEÇİMLERE MÜDAHALE ETMEK İSTİYOR

Ülkede Zeynel Abidin’in etkisi sürüyor mu?

Zeynel Abidin uluslararası arenada terörle mücadele bağlamında aile çevresi ve küçük bir zümre etrafında çok büyük imkanlar vererek bir nevi saadet zinciri kurdu. Birçok Arap ülkesinde olduğu gibi, Tunus’ta gıda fiyatlarının artmasına dönük devlet sübvansiyonlarının da olmaması nedeniyle bu ülke sosyal adaletsizliğin merkezi haline geldi. İnsanlar bir işe girebilmek için büyük rüşvetler vermek zorunda kalıyordu. Bu bağlamda Tunus’taki ayaklanmayı fitilleyen olay da Muhammed Buazizi adındaki bir bilgisayar mühendisinin olmasına şaşırmamak lazım.

DEVRİME KADAR FRANSA BİN ALİ’NİN ARKASINDA İDİ

Bütün bu adaletsizlikler bir araya gelince insanlar sokağa çıktı. Şunu vurgulamak gerekir ki devrim gerçekleşene kadar Fransa, Bin Ali’nin arkasında durdu. Buraya asker göndermekten, polislerini eğitmekten bahsediyor idi.  Bu yüzden insanlar Bin Ali’ye karşı isyan ederken Fransa ve ABD’ye karşı da ayaklandılar. Ama bu ülkeler Tunus’a farklı maskeler ile girmeye devan ediyor.

Bundan sonra serbest seçim yapılacak. Serbest seçim için iki önemli bileşen var: bunlardan biri özgür ve bağımsız bir basın; diğeri ise serbest ve adil bir seçim. Para büyük ölçüde Bin Ali ve çevresi tarafından kontrol ediliyordu. Şu anda çok bir şey değişmedi. Bin Ali ve yakın çevresi gitti ama çevresindekiler bu paralar ile siyasi parti kuruyor ve basın üzerinden manipülasyon yapıyorlar. Bu iki unsur seçimlerin istenen sonucu vermeyeceğini gösteriyor. Nitekim 10 milyonluk Tunus’ta yaklaşık 36 parti var; seçimlere doğru bu sayının 100’e çıkacağı söyleniyor. ABD de bunu STK’Lar üzerinden destekliyor ki bölünmüş bir Tunus siyasetine daha rahat nüfuz edebilsin. Diğer taraftan da ‘ya tutarsa, bizden olsun’ mantığı ile hareket etmektedir.

En-Nahda’nın süreçteki etkisini nasıl görüyorsunuz?

En-Nahda hareketi Tunus’un en güçlü hareketi olarak gözüküyor. Raşid  el Gannuşi liderliğindeki bu hareket yıllarca yasaklı kaldı. Mensupları ağır işkence ve hapis cezalarına maruz kaldı. Bundan sonraki süreçte En-Nahda hareketi biraz daha şanlı görülüyor. Toplum tabanına daha fazla yayılmış bir ilişki bağlantıları var.  Ancak Tunus’ta üniversite mezunu sayısı çok fazla ve Avrupa kültürünün etkisi bu ülkede hissedilir derecede yoğun. Laikler, komünistler, liberallerin de baskılara rağmen siyasette önemli bir etkisini görmekteyiz. Yine de Tunus’a bu bağlamda Mısır’dan daha ‘batılı’ diyebiliriz.

Suriye Müslüman Kardeşler Genel Sekreteri Muhammed el Şıfki, demokrasi düşüncesi ile ilgili görüşlerini açıklarken, “Benden önce 5 genel sekreter görev yaptı ve şuanda hepsi hayatta. Bizim demokrasi anlayışımız budur” dedi, demokrasiden anladıkları sanki bir ideolojiden ziyade bir yönetim tarzı. Bu noktada düşünceleriniz nelerdir?

Onlar açısından biraz şekle dönük talep ifade ediliyor, ama bu bence doğru değil. Yöneticilerin belli dönemler için belli makamlara gelmesi önemlidir; ancak bunun yeterli olmadığını düşünüyorum. Çünkü adil bir yargı ve özgür bir basın yok ise, adil bir seçim yapılmıyor ise, bir şey değişmemiş demektir. Değişimi bir bütün olarak algılamak lazım.

Bu hareketlerin en belirgin özelliği siyasi bir hareket etrafında yönlendirilmemiş olmasıdır. İnananlar terlikle sokağa çıkarak devrim yaptılar. Bundan sonra herhangi bir siyasiyi hareket İhvancı, komünist, milliyetçi, bunlar özgürlük, onur ve ekmek için mücadele etmeliler. Burada İhvanı ayırmak gerek. Örgütlü bir hareket. Yılların biriktirdiği tecrübe ile şansları bir miktar fazla.

Libya’ya müdahale’yi nasıl karşılıyorsunuz?

Arap ülkelerinde belli başarılar elde edildi, ancak toplumsal muhalefet silahla bastırılmaya çalışıldı. Devletlerin silahı var ve merhameti yok; halkım ise masum talepleri var. Burada uluslararası bir müdahalenin olması şart. Hiçbir müdahalenin olmaması halinde halkları diktatörlerin insafına bırakma durumunda kalıyorsunuz. Müdahale olması halinde ise ABD, Fransa, İngiltere ve İtalya gibi zaten eski sistemin ortağı bu ülkeler devreye giriyor. Bu ülkeler en az Esad, Mübarek ve Bin Ali kadar suçlular. Bu yüzden bu ülkelere yapılacak müdahale bölge ve İslam ülkeleri üzerinde herhangi bir çıkar hesabı olmayan bu ülkeler üzerinde emperyal emelleri olmayan ülkeler tarafından gerçekleştirilmelidir. Bu ülkelerin oluşturduğu barış gücü ateşkeste veya uçuşa yasak bölgelerin denetlenmesinde görev almalılar. Libya’ya yapılan müdahale bu bağlamda yanlış bir harekettir. Bu müdahale Libya’ya özgürlük getirmeyecek, hırsızlığın artmasına neden olacak ve yeni müdahalelerin oluşmasına zemin hazırlayacak.

Yirminci yüzyılın son çeyreğinde uluslararası siyasette, ulus devletlerin yanında ulus-aşırı şirketleri ve sivil toplum kuruluşlarının da görmekteyiz. Bu bağlamda Mazlum-der’i nereye oturtuyorsunuz?

Mazlum-der İslam dünyası önemli bir tecrübe biriktiriyor. Baskın medya ve siyasi güçler tarafından önünüze iyi ya da kötü diye belli yolar çiziliyor. Bu iyi bu kötü diye. Bunun üzerinde kuşku ile durmak gerek. Başka bir dünya mümkün tezi ile ortaya çıktık. Kendi medeniyet değerlerimiz bağlamında insan hakları dili inşa etmeye çalışıyoruz. 20 yıldır süreç bizim için önemli bir tecrübe oldu ve bu birikimi de aktarmaya çalışacağız.Tunus örneğinde olduğu gibi devrim sonrasına dair insanlara söyleyecek sözümüz var ve biz yürürken öğreniyoruz.

İran’da protesto gösterileri olduğunda ajanslara sayısız resim ve görüntü geçmişti. Ancak Suriye’de günlerdir protesto gösterileri sürmesine ve insanların hayatını kaybetmesine rağmen yeteri kadar bilgi ve görüntü alamıyoruz. Bu bağlamda Suriye’nin yeteri kadar gündem yapılmadığını düşünüyor musunuz?

Ortadoğu ülkelerinin en büyük sorunu baskıcı yönetimlerin iktidar olmasıdır. Baskı ise serbest örgütlenmeyi engelliyor. 2 milyon Suriyeli mülteci olarak yaşıyor. Onlara da biraz iş düşüyor. Biz Mazlum-der olarak Suriye raporları hazırladık ve bunun da etkisi ile Suriye yönetimi geçtiğimiz günlerde Kürtlere çalışma hakkı verdiğini açıkladı.

Biz diasporada yaşayan Suriyelilere sesleniyoruz. Suriye elçiliklerine başvuru talebinde bulunsunlar ve haklarını savunsunlar.

 

Yorumlar (0)
Günün Anketi Tümü
Türkiye İsveç'in NATO üyeliğine onay vermeli mi?