Osmanlı’da okuryazar oranı kaçtı?

1928 Harf İnkılabından beri her dönem gündemden düşmeyen "Osmanlı’da okuryazar oranı kaçtı?" sorusunu Aziz Karaca yanıtladı.

Genel 03.05.2020, 18:12
Osmanlı’da okuryazar oranı kaçtı?

1928 Harf İnkılabından beri her dönem gündemden düşmeyen "Osmanlı’da okuryazar oranı kaçtı?" sorusunu Aziz Karaca Musellem.net sitesinde yayınladığı bir yazı ile yanıtladı.

Bu soru 1928 Harf İnkılabından beri her dönem gündemden düşmeyen bir mevzudur. Kimileri Osmanlı’da okuryazarlık oranı %8-10 civarında iken harf inkılabı ile bu oran kısa sürede %30’ları geçtiğini iddia ederken, diğer kesim ise Osmanlı’da okuryazarlık oranı zaten %50 civarında olup, harf inkılabı bir cinayet idi görüşündedir. Peki haklı olan taraf kim Bunu tarihi verilerle uzman tarihçilerin bilgileri ışığında açıklamaya çalışacağım.

Tartışmanın başlangıcı hiç şüphesiz 1927 nüfus sayımındaki okuryazarlık istatistiğine dayanıyor. Şöyle ki TÜİK’in arşivinde yer alan “28 Teşrinievvel 1927 Umumi Nüfus Tahriri, Fasikül 3, Usuller Kanun ve Talimatnameler Neticelerin Tahlili” isimli çalışmada Harf Devrimi’nden önce yapılan 28 Ekim 1927 tarihli nüfus sayımında, Arap harfleri ile okuma yazma oranının erkeklerde % 17,42, kadınlarda % 4,63 olduğu görülüyor. Toplam nüfus içerisindeki okuryazar oranı % 10,58 olarak belirtiliyor[1]. Birçok tarihçi de aşağı yukarı benzer oranlar vererek bu oranın doğruluğunu teyit ediyor

“Türkiye'de, 1927 yılında okur-yazarlık oranı, kadınlarda % 4, erkeklerde % 13 ve genel nüfusa göre % 8.16 idi. Bunun % 5-6'sı eski yazıyı bilen Türklerde, geri kalanı gayrimüslimlerde ve öteki dillerde idi. Kentlerde okur-yazarlık oranı % 30, köylerde % 6 civarında idi”

“Bir bayan dinleyicisinin “Osmanlı’da okuma yazma oranı nedir, siz onu bize anlatın” çıkışı üzerine Mustafa Armağan, 1923’te yüzde 8 olan okuma yazma oranının Harf İnkılabı’nın yapıldığı 1928’e kadar 4 yılda yüzde 12’yi bulduğunu, belirtti.”[3] Yine başka bir eserinde Armağan şöyle demektedir “Harf İnkılabı’ndan önce 1 milyon kişi civarında okuryazarımız vardı. Bebekleri ve çok yaşlıları çıkardığımızda bu, Osmanlı’dan yüzde 19 gibi bir okuryazar nüfus devralındığını gösterir.”

Tabi bu işi Millet Mektepleri’nde verilen eğitimlerle okuryazarlık oranının artmasına bağlamamak da olmazdı:

“16-45 yaş arasındaki vatandaşların devam ettiği ve varlıklarını 1936 yılına kadar sürdüren bu Millet Mekteplerinde 1928-1935 yılları arasında ülkede, yeni harflerle yaklaşık 2,5 milyon insana okuma-yazma öğretilmiştir. Aslında Harf İnkılâbı ile, daha önce okuma-yazma bilenler de, bilmeyen durumuna düştükleri için bu rakam 3,5 milyona yaklaşmaktadır. Yani nüfusun dörtte biri okur-yazar duruma getirilmiştir. O dönemin koşullarındaki zorluk düşünüldüğünde bunun, önemli bir ilerleme olduğu anlaşılmaktadır.”

Peki bu oranı nasıl yorumlamak gerekiyor. Evvela bu tarihten geriye doğru okuryazarlık oranına bakalım:

18. yüzyıla değin okuryazar oranı % 5-10'u geçen ülke yoktur.[6] Bu yüzyılda kullanılan zor yazıya rağmen, Japon toplumunun yüzde 30'u okuryazardır. Bu oran o zaman için bütün dünyada en yüksek olanı.[7] Cambridge Üniversitesi’nin yayınladığı bir kitapta çeşitli Avrupa devletlerinin 1820 ile 1870 yılları arasında okuma yazma oranlarının yer aldığı tabloya göre Türkiye de 1820 yılında okuryazarlık oranı yüzde 6 olarak belirtilirken 1870 yılında bu oranın yüzde 9 olduğu görülüyor.[8] Osmanlı tarihçisi Donald Quataert; 19. yüzyıl başlarında Müslümanlar arasında genel okuryazarlık oranının yüzde 2-3 dolaylarında olduğu, yüzyılın sonunda ise rakamın yüzde 15 civarında olabileceğini ileri sürüyor.[9] Yine Kemal H. Karpat II. Abdulhamid'in saltanatı döneminde eğitim reformunun hızlanmasıyla okuryazarlık oranının yaklaşık % 5'ten % 15-18'e yükseldiğini belirtir.[10] 1895 yılında İttihat ve Terakki Partisi’nin savaştan önce yaptırdığı araştırmaya göre, okuma yazma oranı yüzde 40’lardadır. Hatta aynı yıl yapılan başka bir araştırmaya göre oran yüzde 60’a kadar çıkıyor.[11] Osmanlı Devleti' nin ilk ve tek genel istatistik yıllığı olan "Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye'nin Bin Üçyüz Onüç Senesine Mahsus istatistik-i Umumisi" ne göre 19.050.307 olan toplam nüfusun 1.331.243 kişisi devletin resmi okullarına giden talebelerdir. Yani yaklaşık % 7’lik talebe olan okuryazar nüfus vardır. [12] Buna medrese talebeleri ve halkın da eklenmesiyle oranın bir hayli artacağı aşikâr. Ancak yıllıkta buna yönelik bir istatistik bulunmamaktadır maalesef.

Bununla birlikte bir meselede hüküm verirken, hem zamanın şartlarını nazara almalı; hem de mukayese yapmalıdır. Acaba aynı yıllarda Avrupa’daki vaziyet nedir 1890’larda bu nisbet Rusya’da % 17’dir. İspanya, %39; İtalya, %45; Belçika, %74; Fransa, %78; Amerika’da %89,3; İngiltere %92 okuryazara sahiptir. 1903 Maarif Salnamesi’ne (yıllığına) göre, 19.929.168 nüfusun, 1.375.511’i talebedir. Bu sayının 868.879’u da ilk mekteptedir. Şu hâlde nüfusun %5’i ilk mektebe devam etmektedir. Orta, lise ve yüksek tahsilde veya gayrı resmî mekteplerde okuyan, hususi ders alan talebeler de vardır. Memur sayısı yüzbinleri bulur. 5-10 yaş arası çocuklar, nüfusun %10’u olduğuna göre, her 2 çocuktan biri talebedir. 1903’deki topraklardan 1923’te TC elinde kalanlar üzerinden hesap yapılırsa nispet artar. Zira burada yaşayan 12.516.308 nüfusun, 981.442’si ilkmektep talebesidir. Bu da nüfusun %8’i eder. İstatistik mantığına göre geriye kalan nüfusun yarısının daha evvel mektebe gittiği düşünülecek olursa, okuryazar nisbeti %50’den aşağı olamaz. Çeyreği gitmişse, bu nisbet %30’lardadır. Osmanlı Devleti, şarklı bir imparatorluk olmasına rağmen, kendisine en çok benzeyen Rusya’dan çok ileride, İspanya ve İtalya ile benzer seviyededir.[13] Yine benzer şekilde UNESCO tarafından yayınlanan raporda 1. Dünya Savaşı öncesinde Türkiye’deki okuryazar oranının yüzde 20 ila 35 arasında olduğu gösteriliyor.[14] Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşanın, 1928’in 9 Ağustos gecesi Sarayburnu’nda verdiği ve hem harf hem de musiki inkılâbının başlangıcı olan meşhur nutkunda “Türkiye’nin yüzde sekseninin okuma yazma bilmediğini” söyler ve dedikleri “halkın yüzde yirmisinin okuyup yazmayı bildiği” mânâsına gelir.

Kemal H. Karpat'ın “Osmanlı Nüfusu (1830-1914), Demografik ve Sosyal Özellikleri” adlı kitabı, Osmanlı nüfusu ile ilgili, bilinen veya yeni bulunan tüm belgeleri ve bilgileri bir araya toplayarak ve yorumlayarak, Osmanlı Nüfusu, tarih çalışmalarına yeni ve daha geniş bir bakış açısıyla yaklaşma olanağı sunmuştur. Bu kitabın sonundaki istatistiksel eklerin IV. bölümündeki tabloların çoğu, aslında Osmanlı devletinin 19. yüzyılın sonundaki toplumsal ve ekonomik durumunun göstergeleri olan istatistikleri içermektedir. Bunlar, İstanbul Üniversitesi kütüphanesinin Türk yazmaları bölümündeki malzemelerden alınmıştır[16]. İç sayfalardan birindeki damga işareti, müdür yardımcısı Mehmet Behiç'in adını taşımaktadır. Kendisi daha sonra Osmanlı İstatistikleri Müdürlüğü'nde (Bkz. 2. Bölüm ve Ek B.4) direktör olmuştur. Anlaşıldığı kadarıyla bu istatistik kitabı, istatistik dairesindeki en yüksek yetkililerin denetiminde yürütülmüş olan ortak bir çabanın ürünüydü; bununla birlikte rakamların derlenmesinde kullanılan yönteme ilişkin hiçbir açıklama yer almamaktadır. Bazı bilgileri, arka planı bilinmediği sürece olduğu gibi kabul etme konusunda çekinceli davranmak gerekir[17]. Doğruluk derecesi ne olursa olsun bu istatistikler hiç olmazsa pek çok Avrupalı yazarın sunduğu karanlık hasta adam portresinden oldukça farklı bir görüntü çizmektedirler.

Okur yazarlıkla ilgili istatistiklere göre; Osmanlı Devleti'nde 1894-1895 yıllarında okuma yazma bilenlerin sayısı, ortalama olarak % 54 (Tablo IV. 15). Oldukça yüksek görünen ve muhtemelen gerçekte de öyle olan oranlar vermektedir. Bunun nedeni kısmen de olsa Osmanlı eğitim düzeninin yapısından kaynaklanmaktadır. 19. yüzyılın ikinci yarısındaki eğitim düzeninin bünyesinde, hem idarenin mali destek sağladığı ve denetlediği modern okullar, hem de vakıfların desteklediği geleneksel dershaneler bulunuyordu. (Kaldı ki, okuldan çıktıktan sonra ana dili gibi Fransızca bilen Mustafa Kemaller, ana dili gibi Almanca bilen İsmet İnönüler Abdülhamid Han’ın modern anlamda açtığı, memleketin her yerine serpiştirdiği mekteplerden yetişti.[18]) İkinci gruptakiler esas olarak dini okullardı ve köylerde bile vardı; bu okullarda çocuklara okuma yazma öğretiliyordu ve bunlardan birinden mezun olan bir kişi okur yazar sayılıyordu. Devletin modern okullardan yana bir tavır içinde olduğu ve bu okulların, eskilerin yerini almaya yöneldiği ama geleneksel dini okulların da uzun bir süre daha varlığını sürdürdüğü ve kendi mezunlarını verdiği bir gerçektir. Diğer yandan, Türkiye'de 1928 yılında Latin alfabesinin kabul edilmesinden sonra yalnızca Latin alfabesini okuyabilen kişilerin okur yazar olarak kabul edilmesi ve kaydedilmesi yönünde bir eğilim olmuştu. Bu nedenle, okur yazarlık oranı konusu, belirli eğitim koşulları ve Osmanlı devletinde belirli bir dönemde hâkim olan okur yazar tanımı göz önünde bulundurularak araştırılmalıdır.

Bütün bu bilgiler ışığında tekrardan 1927 sayımındaki % 10,58 oranına dönecek olursak. Gerek sadece Karpat’ın eserinde yer verdiği medrese eğitimcileriöğrencileri, gerekse Müslüman nüfusun büyük oranda Kur’an okumayı bildiğini, akşamları evlerde Kur’an’ın yanı sıra, Hadis, Mevlid, Ahmediye ve Muhammediye gibi, Efendimiz’i anlatan kitapların okunduğunu da göz ardı etmezsek, gerekse de, yukarıda da açıklandığı üzere 1. Dünya Savaşı öncesinde -modern eğitim kurumları ile her mahallede değil her sokakta çocuk yetiştiren sıbyan mekteplerinin, tetimmelerin, medreselerin, halkı yetiştiren tekke ve dergâhların ve kişisel okumalar dahil- % 35 ila 55 arasında olan okuryazarlık oranının savaştan sonra % 10’lara düşmesi olası görünüyor. Nitekim Dr. Nuri Güçtekin, “Eğitimli Neslin I. Dünya Savaşı’yla İmtihanı” başlıklı kapsamlı ve titiz çalışmasında, yüksek okullardan, erkek öğretmen okullarından, İstanbul ve taşra sultanîlerinden ve idadîlerden askere alınan öğrenci ve öğretmen sayılarını inceleyerek, savaşın bu eğitim kurumları üzerindeki yıkıcı etkisini ortaya koymaktadır. Savaşın eğitimdeki bilançosuna göre, belgeler, Atatürk’ün “Biz Çanakkale’ye bir Darülfünun gömdük” sözünü doğrulamaktadır[20]. Güçtekin, bu sayının o dönem şartlarına göre yaklaşık bir buçuk darülfünun ettiğini söylemektedir. Netice olarak da Birinci Dünya Savaşı’nda eğitimli ve nitelikli neslin % 85-90’ının yitirildiğini istatistiki verilerle ispat etmektedir.

Sonuç olarak Osmanlı toplumu sanılanın aksine hiç de öyle okuryazar olmayan bir toplum değildi. Eldeki veriler bu oranın %35 ila 55 arasında olduğunu gösterse de elbette daha kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır. Ancak şunu diyebiliriz ki Balkan Savaşları ve 1. Dünya Savaşı’nda eğitimli genç nüfusumuzun önemli bir bölümünün şehit olması ve 1920’li yılların son derece kıt imkanları sonucu Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında okuma yazma oranının % 10’lar seviyesine düşmesine sebep olmuştur.

Yorumlar (7)
Türkiye avrupa ülkesidir 3 yıl önce
Uzun lafın kısası iyi ki harf inkilabı gelmiş.
Türkiye bir Asya ülkesi 3 yıl önce
Makale bunun aksini isbat niteliği taşıyor,Osmanlı alfabesi varken %30-50'lere çıktı,bu işin kilit noktası alfabe değil eğitim ve okullaşma diyor,savaşlar sonucunda eğitimli nesil eridi diyor,adam kalkmış hala iyi ki harf devrimi oldu diyor,nato kafa nato mermer
Nevzat akın 3 yıl önce
Ülkenin topraklarını genişletmek için
İslamiyeti anlatmak yaymak için
Sürekli harp halinde olan bir devlet idi osmanlı.
Savaşçı süvari olabilmek için küçük yaşta okçu süvari eğitimleri ve babası savaşta olan çocuklar tarlada bahçe de olduğundan dolayı eğitim olarak bence çok iyi okuma oranı.
İnsanlar çalışmayı imanı toprak vatan nedir bunları öğrenmişler. Yeni alfabe gelmesi tüm ülkeyi cahil etti. İngiliz Çin niye alfabe değiştirmedi biz değiştirdik bilemiyorum.
Sormak araştırmak suç.
Çomarus 3 yıl önce
Çünkü İngilizlerin alfabesi dillerine uygun, Çinin alfabesi dillerine uygun. Latin alfabesi de Arap alfabesi de bize uygun değil.
Cemil bağ 3 yıl önce
Bir milleti yok etmek için öncelikle dilinden başlayın diyor (konfüçyüs) gerisi fasa fiso.
Nusret Hakimi 3 yıl önce
Harf inkılabı iyiki yapılmış. Resmen cehaletten kurtulduk.
Ancak o zaman İngiltere süper güçtü. O yüzden ingiliz harflerini almıştık.
Şimdiki süper güç artık Çin.
O yüzden şimdi de Çince'ye geçmeliyiz.
Emir Hasan Ülker 3 yıl önce
Çok güzel içerik, teşekkür ederim.
Günün Anketi Tümü
Türkiye İsveç'in NATO üyeliğine onay vermeli mi?