Kûtu’l-Amare zaferi neyi hatırlatır?
"İngiltere'nin British Muzeum’da bulunan 600,000 Arapça yazma eseri nereden oraya geldi. Londra'nın ilim adamları mı bu eserleri yazdı? İngiltere'nin alimlerinin yazdığı eserler miydi bunlar? 600, 000 eserin Tıp, Matematik, Tarih, Coğrafya, Cebir, Kimya, Fizik ve Astronomi alanlarında yazılmış olan bu 600.000 kitabın İngiltere'de ne işi var? Ama Kût'ul-Amara'da halkı ezmek suretiyle Bağdat'a ulaşarak Bağdat’ın 1500 yıllık tarihindeki bütün eserleri kelimenin tam anlamıyla çalarak götürdüler."

Müslümanların Tarihi zaferlerle doludur diye zaman zaman öykündüğümüz gibi zaman zaman da yaptığımız yanlışlıklardan dolayı kaybettiklerimizi de dile getirmek ilmi bir gelenektir ve bir akademik yaklaşımdır.
Kûtu’l-Amare zaferinin Yüzüncü Yılı münasebetiyle bir araya gelmiş olduğumuz bu anı değerlendirirken dünya tarihinde farklı bir günü andığımızı bilmemiz gerekiyor. Üzerinde güneşin batmadığı iddiasıyla dünya emperyalizminin başını çeken İngiltere'nin Osmanlı ordusu karşısında büyük bir hezimete uğraması 13,500 askerinin onlarca subay ve üst subayının esir edilmiş olması herhalde tarihi bir hakikati ortaya koyuyor.
Genellikle tarihte kendi topraklarının dışına çıkıp da başkalarının topraklarına girenler farklı amaçlarla giderler. Bazen dinlerini yaymak için ilim ve bilgiyi taşımak için kendilerinin sahip olduğu ilmi dünyanın diğer coğrafyalarındaki insanlarla paylaşmak için giderler. Adaleti yaygınlaştırmak kardeşliği perçinleştirmek için bu dış ülkelere veya sınır ötelerine doğru uzantıların ve uzanmaların olduğunu biliyoruz. Gerçekten dinin anlatılması, adaletin yayılması ve ilmi verilerin bütün dünya halkları ile paylaşılması için sınır ötesine yapılan akımlardaki gayeler farklıdır.
Bazen de bunlar çok değişik şekillerde tezahür eder Müslümanlar ilk Medine'den çıktıkları günden Kûtu’l-Amare savaşının olduğu güne kadar ve günümüze kadar sınır ötesine gittikleri zaman orada yaptıkları ilk iş bir medrese yani bir okul açmaktır. Bir cami inşa etmektir, köprü yapmaktır. Medeniyet adına her türlü Hayır Kurumunu gerçekleştirmektedir ve Müslümanlar bunları ön Asya, Orta Asya ve Kuzey Afrika'dan başlayarak Endülüs’e daha Sonraları Balkanlar'a Kafkasya’ya Kazan’a ve Yakutistan’a bunları götürmüş ve ilmi verilerle dünyanın aydınlatılması gerektiğine inandıklarından dolayı ilmi, Medine'den Bağdat'tan Şam’dan Kahire’den taşımak suretiyle Kuzey Afrika'ya ve Endülüs’e İstanbul'dan ise Balkanlardan ve Kafkasya’ya taşıyarak iletmişlerdir. Buralarda gerçekten Eğitim Kurumları ile birlikte her türlü altyapıyı hazırlamak üzere de gerekli çalışmaları yapmışlardır ama bunun karşısında Batı emperyalizminin mensupları ve temsilcileri tarih boyunca başta İngiltere, Fransa, Hollanda İtalya ve Rusya gittikleri toprakları işgal ederlerken oraya hiçbir şey götürmemişlerdir. İşgal ettikleri bölgelerine yeraltı ve yerüstü zenginliklerini sömürmek üzere oralara gitmişlerdir.
18.ve 19. yüzyılda Sanayi Devrimi ve sonrası dönemlerde Avrupa Medeniyeti İslam medeniyetinin verileri üzerine yükselirken belli bir seviyeye ulaşmıştır.
Ancak Batılı emperyalistler Afrika'ya gittiklerinde hiçbir ilmi veri ve medeniyet ürünü bir unsusu taşıyıp götürmediler. Asya'ya Hint kıtasına Uzakdoğu’ya ilim ve medeniyet gitmedi, bilerek hiçbir eğitim kurumu kurmadılar. Kurdukları eğitim kurumları sadece onların emperyalist duygularını gerçekleştirmek üzere bazı kurumlar kurmuşlardı. Hollanda Endonezya'yı 300 yıl müddetle sömürmek üzere işgal ederken hiçbir ilmi veriyi oraya taşınmamıştır. Bilakis Endonezya'nın bütün zenginliklerini hiçbir şeye sahip olmayan Hollanda topraklarına taşımışlardır. Aynı şekilde İngiltere'nin 19. ve 20. yüzyılın başında sahip olduğu medeniyetinin bir gramını Hindistan alt kıtasına taşımıştır.
Fransa Afrika'daki sömürge ülkelerine hiçbir şey kazandırmamıştır. Ama buraları işgal etmiş sömürmüş ve Afrika topraklarının zenginliklerini kendi ülkelerine taşımışlardır.
O yıllarda Fransa ve İngiltere'de en büyük metroların olduğunu anlatırlar. Rotterdam'da Hollanda'nın Mans Denizi'nin altında tünel kazmak suretiyle Metro geçirildiği anlatılırdı. Batılılar, en büyük metroların Londra ve Paris'te olduğunu övünerek anlatırlar ama bunları Afrika'dan ve özellikle Cezayir ve Sudan'dan götürdükleri esirlerle bu metroları inşa ettiklerini söylemezler. Elektrik gücünün olmadığı bir dönemde kazma kürekle Paris ve Londra'da beş altı katlı bir Metroyu şehrin altında yaparken bunları Fransız ve İngilizler kazmadı.
İngiliz ve Fransızların kırbacıyla Cezayirliler, Afrikalılar Sudanlılar Hindistanlılar yaptı. Bunun sonunda da girdikleri şehirleri talan ettiler ve hâlâ sömürmeye devam ediyorlar.
İngiltere'nin British Muzeum’da bulunan 600,000 Arapça yazma eseri nereden oraya geldi. Londra'nın ilim adamları mı bu eserleri yazdı? İngiltere'nin alimlerinin yazdığı eserler miydi bunlar? 600, 000 eserin Tıp, Matematik, Tarih, Coğrafya, Cebir, Kimya, Fizik ve Astronomi alanlarında yazılmış olan bu 600.000 kitabın İngiltere'de ne işi var? Ama Kût'ul-Amara'da halkı ezmek suretiyle Bağdat'a ulaşarak Bağdat’ın 1500 yıllık tarihindeki bütün eserleri kelimenin tam anlamıyla çalarak götürdüler.
Bunların tümü bizim medeniyetimizin ürünleridir.
Bunlar Bağdat'a geldiklerinde 1910’larda sahip olduğu bilgiyi teknolojiyi Bağdat'a taşımadılar. Ama Bağdad’ın zenginliklerini İngiltere'ye hırsızlık yaparak götürdüler.
Bunun yanında bu yazma eserlerin yanı sıra Sümerlerden beri Orada bulunan tarihi eserleri gemilere yükleyerek götürdüler. Bugün bütün bunların hepsinin Avrupa müzelerinde olduğunu herkes bilir. Mısır'da ikinci Ramses’in çürümeyen cesedini alıp götürdüler çaldılar ve insanlara sergiliyorlar.
Mısır'ı işgal ettikleri zaman Fransızlar da, İngilizler de Mısır'da Eser bırakmayıp hepsini Paris'e Londra'ya taşıdılar. “Bugün seni biz bedeninle o etin ve kemiğinle koruyacağız” buyuran Cenabı Allah'ın Mısır firavunu hakkındaki bu mucizesi olarak o firavununun çürümeyen bedeninde insanlara ibret olsun diye bırakılan ve çürümeyen bedeni İngilizler çalıp müzelerine götürdüler. Bu bir emperyalizmdir, bu bir hırsızlıktır, bir sömürüdür. Kût'ul-Amara'da derslerini aldılar ama yine o emperyalist duyguları devam ediyor.
Afrika ve Asya da Avrupa medeniyetinin hangi izlerini görebiliyoruz, Burada bir medeniyet verisinin izi namına hiçbir şey bırakmadıkları gibi sadece yer eltı zenginliklerini alıp alıp götürdüler. Buna karşı Müslümanların Endülüs’e, Malta'ya, Güney İtalya'ya ve Balkanlar'a taşımış oldukları ilmi veriler herkesin malumudur. Müslümanlar Gittikleri yerde ilmi güzelliği, ahlakı, adaleti, yayarlar. Ama Batı emperyalistler gittikleri yerden sadece alıp götürürler. Bunun dışında da hiçbir şey yapmazlar.
Avrupalıların orada ne işi vardı ama oradaki petrole ve gaza gözlerini dikmişlerdir. Bu yeraltı zenginliklerini alıp götürmek için gelmişlerdir.
Osmanlı'ya hasta adam yaftasını yapıştırmak suretiyle bu devleti parçalamanın yollarını hep aradılar hasta adam eğer gerçekten hasta adamsa Birinci Dünya Savaşı'nın hiçbir cephesinde neden yenilmedi? Osmanlı orduları Birinci Dünya Savaşı'nda Fransa'ya İngiltere'ye karşı girdiği savaşların hiçbir cephesinde yenilmemiştir.
Nasıl hasta adam bu? Osmanlı hasta adam değildi. Dolayısıyla bu hasta adam diye ifade ettikleri günlerde Sultan Abdülaziz'in zamanında Osmanlı donanması dünyanın en büyük donanmalarından birisiydi. Maksatları o hasta adamı hasta olarak göstermek ve onun mirasını paylaşmaktı. Bu yedi düvele karşı savaş veren hasta adam hiç de hasta değildi.
Bugün de Türkiye’ye bir başka hasta adam rolü giydirmeye çalışıyorlar. Aslında o hasta adam dirilmiş zapt edilmez bir adam olmuş zapt edemiyorlar, bütün saldırıları da bundandır.
Türkiye'yi zapt edemedikleri için önünü kesmeye çalışıyorlar ve emperyalizm devam ediyor.
Kût'ul-Amare savaşının neticeleri her zaman zahir olacaktır. Bu zaferin benzeri zaferlerimiz her zaman tekrarlanacaktır.
O gün hasta adam diyenler bugün zapt edilmez adam, durdurulamaz olan adam şekliyle bakıyorlar bize ve bütün İslam dünyasına İslam dünyasındaki uyanışı, İslam dünyasındaki her yeni kıpırdanışları son 50 yıldır hissediyorlar.
Müslümanları emperyalist duygularla durdurmaya ve Müslüman halkların yan yana gelmesini engellemeye çalışıyorlar.
Her türlü hile ve oyunlarını ortaya koymak suretiyle bu İslam dünyasının yeniden medeniyetini ihya hareketlerinin farkına varmış olarak durdurmaya çalışıyorlar ama durduramayacaklardır.
Onlar İslam medeniyetinin yükselişini çok uzaklarda görüyorlar ama biz ise o medeniyetinin bir zamanlar Bağdat'ta nasıl yüceldiğini gördüğümüz gibi bu medeniyetin geleceğinin çok parlak olduğunu görüyoruz.
Belki biz o günleri yaşayamayacağız ama ben eminim ki benim torunlarım ve torunlarımın çocukları o günleri görecektir.
Çünkü İslam dünyasında son 200 yıldır emperyalizmin ne yaptığının farkına varan bir nesil var ve bu nesil bilinçli bir şekilde kendi toprağına kendi milletine, kendi dinine, kendi medeniyetine sahip çıkan bir nesildir ve bu nesil başarılarına devam edecektir.
Kutu’l-Amare zaferinin 107. yılını yeniden kutluyorum. Bütün İslam dünyası kutluyor ve kutlamaya devam edeceğiz. Bize NATO'Ya girişimiz karşılığında bu zaferin yıl dönümlerinde kutlamalarımızı durdurmamızı şart koşmuşlardı. 1952 yılına kadar hep merasimle kutlanan bu zaferi unutturmuşlardı. Özellikle bizim 1954'te NATO'ya kabul edileceğimizden dolayı İngilizlerin baskısından dolayı Kutu’l Amare zaferi tarihinizden çıkarılmıştır. Ancak müminler bu zaferi asla unutmayacaktır.
Prof. Dr. Ahmet Ağırakça