Tanzimat Fermanı Avrupa'nın bir dayatması mıydı?

3 Kasım 1839 yılında ilan edilen ve Osmanlı batılılışamasının dönüm noktası sayılan Tanzimat Fermanı ile, devletin resmi yönelimi artık Avrupa'ya kaymış, klasik Osmanlı devri kapanmış oldu.

Tarih Dosyası 03.11.2015, 15:17 03.11.2017, 16:47
Tanzimat Fermanı Avrupa'nın bir dayatması mıydı?

Dünya Bülteni/ Tarih Dosyası

Kendine has bir medeniyet ile kültür vücuda getirmiş olan Osmanlı Devleti, kanunların ve nizamların bozulmadığı, kültür ve medeniyet seviyesi bakımından Avrupa’dan üstün veya aynı seviyede bulunduğu devirlerde herhangi bir ıslahat teşebbüsüne ihtiyaç duymamıştı. Fakat XVI. asrın ikinci yarısından itibaren, devletin kanun ve nizamları bozulmaya yüz tutmuş ve bu bozulmalar, devlet yapısında bir takım çözülmeleri de beraberinde getirmişti. Bu çözülmelerin önüne geçmek için bu süreçte çeşitli reçeteler ve çözüm yolları aranmaya başlanmış, bu kadim mesele; batılılaşma, çağdaşlaşma ve modernleşmenin kaçınılmaz olarak yapılmasını dayatmıştır. Zira, Osmanlı aydın ve bürokratları, bu hayati sorundan kurtuluşun yegane yolu olarak; zaman kaybedilmeden Batı’yı taklit ederek ona tabi olmak ve onun geçirdiği evrelerden geçmek gerektiğini dile getirmişlerdi. Bu mantalite doğrultusunda yapılan ıslahatlar, Osmanlı Devleti’ni batıya ve batılı değerlere daha çok yaklaştırmış ve tohumları II. Mahmud devrinde atılan, ancak vefatı nedeniyle oğlu Abdülmecid’e nasip olan Tanzimat Fermanı ise, “devletin batılılaşma serüveninin bir devlet politikasına dönüştüğünü” ilan etmişti. 

 
  

3 Kasım 1839’da Topkapı Sarayı’nın Gülhane bahçesinde bizzat Mustafa Reşit Paşa’nın geniş bir kitle huzurunda, büyük bir korku ve geleceğe yönelik umutlarla okuduğu Hatt-ı Hümayûn’la Osmanlı Devleti yeni bir döneme girmiş ve bu Hatt-ı Hümayûn’la beklenen arzuların gerçekleşmesi temennisiyle toplar atılmış, kurbanlar kesilmiş ve şenlikler düzenlenmişti. Gülhane bahçesinde okunduğundan ötürü “Gülhane Hattı-ı Hümayunu” veya “Tanzimat-ı Hayriye” olarak da anılan bu ferman, bir Padişah iradesi biçiminde yani “irâde-i seniyye” formatında meydana getirilmiş ve bu haliyle devletin resmi gazetesi olan Takvim-i Vekâyi’nin 22 Aralık 1839 tarihli nüshasında yer almıştı. Daha sonra ise, diğer devletlere de duyurulmak üzere ferman Fransızcaya tercüme edilerek, yabancı devletlerin İstanbul elçiliklerine gönderilmişti.

Tanzimat Fermanı’yla Osmanlı Devleti’nde yeni bir devrin açıldığına şüphe olmamakla beraber, bu fermanda yer alan bazı prensipler (can, mal, ırz-namus masuniyeti, müsaderenin yasaklanması, adil vergilendirme ve süreli askerlik) genelde II. Mahmud devrinde, ya dile getirilmiş veya uygulama sahasına sokulmuştu. Bu fermanla, “modern anlamda vatandaşlık haklarının teminat altına alınması, kötü idareye bir son verilmesi ve Müslim ile gayrimüslim tebaa arasındaki şahsi haklar açısından bir eşitlik sağlayacak bir toplum düzeninin kurulması amaçlanmıştı. Buna ilaveten, bu fermanın ilanıyla, Osmanlı Devleti’nin Avrupa’nın liberal devletleri arasına sokulması, İngiliz ve Fransız kamuoyunun desteğinin sağlanması ve böylece, Avrupa’da Mısır valisi lehinde yaratılan sempatiyi dengeleyerek, Mısır ve Boğazlar meselesine olumlu birer çözüm bulunması” hedeflenmişti. Nitekim bu noktayı göz önüne alan Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa, fermanı kendisine karşı yapılmış bir “şah hamlesi” olarak yorumlamamıştı. 

Ancak, “Müslim-Gayrimüslim tebaa arasında şahsi haklar ve vatandaşlık hukuku açısından eşitlikten söz eden ferman, bu haliyle İslami temellerinden ötürü böyle bir eşitliğe dayanmayan devletin ana nizamına ve ilk dönemlerinden beri süregelen ve zaman içinde gelişerek nihai şeklini almış olan toplum yapısına yıkıcı bir darbe vurmuştu”.  Bu yıkıcı darbe ise, Müslim-Gayrimüslim tebaa arasında derin bir uçuruma sebebiyet vermiş ve Osmanlı Devleti’nin; Suriye, Lübnan, Cidde, Rumeli gibi muhtelif yerlerinde huzursuzluklar, kanlı çatışmalar baş göstermişti. Gittikçe Osmanlı coğrafyasının geniş bir alanına yayılan bu gelişmeler de, Avrupa müdahalesini beraberinde getirmiş ve bir anlamda “Tanzimat Fermanı Osmanlı Devleti’nin tasfiye sürecinin startını “vermişti. 

 
  

Esasen, Tanzimat Fermanı’nın böyle bir sonucu doğuracağı Avrupalı devletler için bir sürpriz olmamıştı. Belkide bu sonucun planları henüz 1815 Viyana Kongresi sonrasında ortaya çıkan “Doğu Sorunu” çerçevesinde ele alınmıştı.  

Bilindiği üzere Doğu Sorunu (Şark Meselesi), Fatih Sultan Mehmet’in 1453 yılında İstanbul’u fethetmesiyle başlamıştı ve siyasi bir terim olarak ilk defa 1815 Viyana Kongresi’nde dile getirilmişti. Bu sorun genel ifadeyle, “Osmanlı Devleti’ni tarihi süreç içersinde zayıflatmak, onu bir takım unsurlarla parçalamak ve onu ilk önce Avrupa, daha sonra da Ön Asya topraklarından atmak” projesiydi. Bu projenin hayata geçirilmesinde kullanılacak en mühim argüman ise azınlıklardı ve Avrupalı devletler bu projeyi hayata geçirmek adına şöyle sihirli bir formülü yürürlüğe koymuşlardı: “Okul ve eğitim sistemiyle milliyetçi fikirleri yaymak, borçlarla devletin iflasını sağlamak ve isyan çıkarılacak bölgelerde reformlar yapılmasında ısrar etmek. Osmanlı bu reformları gerçekleştirirken, silahlı direniş hareketleri kurmak, bölgeye yarı otonom istemek ve bölgenin bağımsızlığını sağlamak”.

İlk olarak Yunan isyanıyla yürürlüğe sokulan bu sihirli formül, Yunanistan’ın bağımsız bir devlet olmasıyla istenilen neticeyi vermiş ve formül diğer azınlıklar için de tatbik edilmişti. Bu formülün tatbiki, Avrupalı devletlerin müdahaleleri ve ıslahat talepleri ise, Osmanlı Devleti’nin gittikçe küçülmesine sebebiyet vermişti. 

Bu bağlamdan hareketle, bilhassa Fransız İhtilali’nin kabul ettiği İnsan Hakları Beyannamesi örnek alınarak hazırlanan Tanzimat Fermanı, “Doğu Sorunu” projesine büyük bir katkı sağlamış ve azınlıklar arasındaki sükûneti sağlayamadığı gibi, onların devletten kopmasına ya da koparılmasına büyük bir imkân tanımıştı. Bunun yanında, Avrupalı devletlerin desteklerini sağlayan bir kısım Hristiyanlar, Müslümanlara saldırmışlar ve bu planlı saldırılar da doğal olarak Avrupalı devletlerin müdahalesini kolaylaştırmıştı. Avrupalı devletlerin bu müdahaleleri ve sonrasında gelen ıslahat talepleri ise, Osmanlı Devleti için acı bir tablo ortaya çıkarmıştı. Nitekim Tanzimat’ı inceleyen ve onun dış dinamikler sonucu ortaya çıktığını kabul eden Hilmi Ziya Ülken bu gerçeğe temasla: “Tanzimat, Batı milletlerinin gerçekleştirdikleri hürriyet, eşitlik, demokrasi ideallerinin bir cinsten bir millet içinde gerçekleşmesinden ziyade, yabancı müdahalesinden faydalanan ve ayrılmak isteyen azınlıkların işine yarayan bir vasıta olarak kaldı” ifadelerini kullanmıştı. Yaşanan gelişmeler ve gelinen süreç ise, “Tanzimat Fermanı’nın Avrupalı devletler tarafından dayatılmış olabileceği tezine” kuvvet kazandırmıştı. 

Sonuç olarak, 3 Kasım 1839 tarihinde ilan edilen Tanzimat Fermanı ile Osmanlı Devleti’nde yeni bir devrin kapısı aralanmış, ancak bu ferman doğurduğu sonuçlar itibariyle Tanzimat neslinden bile eleştiriler almıştı. Bununla beraber, Batılı değerlere daha yaklaştıran ve Batıya daha entegre olmayı sağlayan bu ferman, “Batılı değerleri savunan ve bunlara karşı çıkan” iki zıt grubu da ortaya çıkarmıştı. Bu kısır döngü etrafında yaşanan kısır tartışmalar ise günümüze değin sürmüştür. Bu bakımdan, bugünkü bir takım tartışmaları anlamak ve yorumlamak için, Tanzimat sürecinin iyi bir şekilde analiz edilmesi icap eder. Bunlardan başka, kendinden sonra meydana gelen hukuki gelişmelerin özünü teşkil eden Tanzimat Fermanı, Türk Anayasa hukukunun gelişmesini sağlayan bir başlangıç olarak kabul edilmektedir. 

Kaynaklar: 

Ahmet Cevat Eren, Tanzimat Fermanı ve Dönemi, (Yay. Haz: Alişan Akpınar), İstanbul 2007.

Yavuz Abadan, “Tanzimat Fermanının Tahlili”, Tanzimat,  c.I, İstanbul 1940. (s.33–45)

Reşat Kaynar, Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat, Ankara 1985.

Ali Fuat Örenç, Yakınçağ Tarihine Giriş (1789–1918) –Ders Notları-, İstanbul 2011.

Rifat Uçarol, Siyasi Tarih(1789–2001), İstanbul 2006

Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, C. 1, İstanbul 1966.

Fahir Armaoğlu, 19.Yüzyıl Siyasî Tarih i(1789–1914), Ankara 1997.

Bülent Tanör, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, İstanbul 2009

Celalettin Vatandaş, “Türkiye’nin Batılılaşma Süreci ve II. Meşrutiyeti Hazırlayan Şartlar”, Yüzüncü Yılında II. Meşrutiyet, İstanbul, 2008.

Hasan Köni, “I.Dünya Savaşı Öncesi İstihbarat ve Günümüze Etkileri”, IV. Askerî Tarih Semineri, GK. Başk. Yayını, Ankara, 1989.

Kemal Beydilli, “Küçük Kaynarca’dan Yıkılışa”, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, (Ed: Ekmeleddin İhsanoğlu), İstanbul 1994.

Sina Akşin, Kısa Türkiye Tarihi, İstanbul 2010.

Bayram Ali Çetinkaya, Meşrutiyet Dönemi (1876–1909) Aydın ve Devlet Adamının / Bürokratının Kimlik Yapısı, C.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi XII/2 – 2008, 75–120.

Coşkun Üçok, Türk Hukuk Tarihi, Ankara 1972.

Yorumlar (0)
Günün Anketi Tümü
Türkiye İsveç'in NATO üyeliğine onay vermeli mi?