Tarih yahut nefret söylemi
Başında beyaz bir sarık, üzerinde beyaz bir elbise... Basit, hatta fakir görünümüyle tam siyahi olmayan tenine rağmen Afrikalı olduğunu kestirmem zor değildi. Zaten çok kalabalık olan Mescid-i Haram'da, yanında minik bir alan açabilecek kadar gevşeklik vardı. Yanına varıp biraz sıkışmasını rica ettiğimde gözlerinde çakan sevinç pırıltısını yakaladım. Gülümsedi... Ön üst dişlerinden biri yoktu, biri de öne çıkmıştı. İnsanlar genelde bu tür durumlardan rahatsız oluyor; bir karışlık mekan imtihanı...
Tahmin ettiğim gibi Sudanlıydı. 'Neresinden' dedim, bildiğim, gördüğüm birkaç şehir ismi sayarak. Hartum'a yüz kilometre mesafede bir yer ismi söyledi ama şimdi hatırlamıyorum. Türk olduğumu öğrenince daha bir ilgilendi. 'Türkiye'den, İran'dan, Pakistan'dan, Malezya'dan bu sene çok gelen var' dedi. O an çocuklar gibi şen bir ifade yansıdı yüzüne. 'Hepsini çok seviyorum' dedi ve iki elinin parmak uçlarını dudaklarına götürdü, öptü. Kollarını gökleri kucaklayacak gibi açtı, gönlü o kadar genişledi ki, o an sanki tüm ümmeti kuşatacaktı.
Tavaf sırasında boylu boslu bir genç yanındakine bir şeyler anlatıyor. Daha doğrusu slogan atar gibi iddialı sözler ediyor: 'Burada atalarımın emeği var, bir gün yine alacağız inşallah!'
Kafamda sorular... Kim adına...? Osmanlı biz miyiz?
Türkler arasında en sık duyduğum cümle: 'Bu Araplardan adam olmaz!' Renklerin, dillerin harman olduğu bir yerde, daha çok muhafazakar okumuşlardan sadır olan bir söz bu! Anadolu kasabalarından gelen müminler mütevekkil, sakin, kendi manevi ritminde, aşkın merkez etrafında dönmekte.
Okumuşların bir tür nefret söylemine kaçan bu cümleleri tarihsel deneyimlerden öte bilinçaltını ifşa eder gibi. <<>>