YAŞ ve değişim zamanı
Daha öncekilere kıyasla hayli uzun süren Yüksek Askeri Şura toplantıları, kuşkusuz sadece Ankara’da değil, dünyanın önemli başkentlerinde büyük bir dikkatle izleniyor. Başka bir ifadeyle, Türk ordusu üzerinden devam eden gergin değişim öyküsünün hangi sonuçları üreteceği, en az bizim kadar dünyayı yönetenleri de ilgilendiriyor.
Öte yandan bu değişimi Türkiye açısından zorunlu olarak tanımlayan ve kendilerini temsil eden siyasi iktidarı YAŞ masasında güçlü görmeyi arzu eden çevreler, sürecin nasıl yönetildiğini ve ortaya çıkacak sonuçların yakın geleceği nasıl etkileyeceğini sonuna kadar takip etmeye kararlı görünüyor.
Bir önceki yazıda olup bitenin Soğuk Savaş’ın zihin dünyasıyla inşa edilen kurumların ve aktörlerin tasfiyesi anlamına geldiğini ifade etmiştim. Bu noktadan bakınca, YAŞ’ta kimin terfi ettiği, kimin edemediği, ‘yakalama’ kararlarının akıbeti vb. gelişmeler önemsiz gibi görünebilir.
Oysa durum çok farklı. Çünkü hükümeti, ordunun kurumsal yapısını ve zihniyetini dönüştürmesi yönünde destekleyenler, ayrıntı gibi görünen bu sorunların nasıl ele alındığını fazlasıyla önemsiyor. Dolayısıyla YAŞ’tan çıkacak kararlar, siyasi iktidar açısından durumu kurtarma ya da idare etme yönünde kendisine fazlaca seçenek sunmuyor. İktidar, gerçekten bu değişimi istediğini ve gerektiğinde daha fazlasını taşıyabileceğini ortaya koymak zorunda.
***
12 Eylül 2010 tarihindeki referandum, bütünü ele almasa bile anayasa değişikliği konusunda hükümetin attığı adımın, kamuoyunda nasıl bir karşılık bulduğunu gözler önüne serecek. Tahminimi daha önce yazmıştım; ‘evet’lerin daha fazla çıkacağını düşünüyorum.
Ancak bu noktada önemli bir sürecin başlayacağına dikkat çekmekte yarar var. 13 Eylül itibarıyla Türkiye’nin gündeminde çok daha ge
niş kapsamlı ve radikal adımlar gerektiren bir ‘değişim programı’ olacak. Bugünün sıcak değişim öyküsü, özellikle ordu başta olmak üzere devletin kurumları üzerinden yazılıyor. Oysa bir sonraki değişimin merkez üssü siyaset olacak. Üstelik siyasetin bu kez çok fazla manevra alanı da bulunmuyor.
Manevra alanı dar olan sadece siyaset değil elbette. Daha sonraki yıllarda olup bitenin tarihi biraz daha soğukkanlı biçimde yazıldığında, gerek Hilmi Özkök’ün, gerekse de İlker Başbuğ’un değişim sürecindeki olumlu katkıları daha fazla görülebilecek. Ancak gelinen noktada işler özellikle Başbuğ için hayli sıkıntılı.
Bir yandan ‘yakalama’ kararları, diğer yandan alışageldikleri tayin-terfi sisteminin siyasi irade tarafından kabul görmemesi; hepsinden ötesi TSK’nın topyekun değişimi konusunda kamuoyunda ortaya çıkan baskın kanaat, emekliye hazırlanan Başbuğ için çok fazla manevra alanı bırakmıyor.
***
Şu dakikalarda Ankara’da herkes heyecanla Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün Başbakan’a götürdüğü dosyanın akıbetini bekliyor. Kimin nereye geldiği ya da gelemediği, sorunun nasıl yönetildiğinin ipuçlarını elbette verecektir. Belli ki ciddi bir görüş ayrılığı var. Bunun nasıl giderildiği, gelecek için çok değerli bir tecrübe olacak.
Unutmayalım. Şu ana kadar dünyanın değişen şartlarına hep olağanüstü şartlarda ve tuhaf biçimde çoğunlukla da askeri darbelerle uyum sağlamış bir ülke olarak Türkiye, ilk kez değişim öyküsünü siyasi iradenin ön planda olduğu bir güç dengesiyle yazmaya çalışıyor.
Doğrusu sadece bu durumu bile kendi başına kıymetli buluyorum. Siyasi iktidar, günü birlik dengeleri değil, zamanın ruhunu gözeterek adım atma cesaretini gösterirse, kendisinden sonraki kuşaklara, üzerinde sağlam adımlar atabileceği bir zemin bırakmış olacak.
Kaynak: Star